Ünsiyet ve ülfet içinde yaşadığımız kâinatın,
Sanki hiç mi hiç farkında değiliz!
Basîretsiz bakış, bunu bize göstermiyor!
Mânen sağır kulaklarımız işitmiyor.
Sanki olup bitenler arasında,
Çok şeyler olmuyormuş gibi sağır, dilsiz ve körüz!
Maddî varlığımız yanında,
Onu kollayıp gözeten bir mânevî yanımız olduğundan bile
Yazık ki, haberimiz yok!
Halbuki şu kâinat / evren, yaratılan her şey;
Tamamiyle muazzam, koskocaman / çok büyük bir delil ve kanıt.
Çünkü, görünmeyen gayp ve hâl dilleri,
Allah’ın mükemmel ve san’atlı bir şekilde yarattıklarının;
Topluca yaptıkları Allah’ı zikir, tespih ve anışlarını;
Onların nasıl birer Muvahhit /
Allah’ın bir ve tek oluşunu gösteren birer varlık
Olduklarını bizlere hissettirmekte.
Yunus-vari:
“Boyacı nerdesin?” diye haykırmaktan
Kendimizi alamamaktayız.
Evet, kâinat:
Büyük bir insan.
İnsan:
Küçük bir kâinat.
Kendini bilen, tanıyan, anlayan insan;
Vücud / beden uzuv ve organlarıyla;
Maddî kâinatı, evreni tanır.
Mânevî taraflarıyla da,
Evren’in görünmez / gayp âlemlerini bilir.
Evet, hiç uzaklaşmaya gerek yok.
Kâinatı,
Maddesi ve mânasıyla kendinde gör.
Kendinde bil.
Kendinde olduğunu anla.
Bulunduğun yerde odak noktası;
Ey insan! Sensin Sen.
Kâinat merkezinin;
“Sen” olduğunun artık farkında ol.
Merkez olduğunun şuur ve bilincine er.
Aldırma başkaları:
“Ne der?”
Ey ikircikli birader!
Anlamda geri kalma!
Bakın dur dört yana.
Gözünü gezdir.
Kulağını çevir de,
Dur, gör ve anla.
Nedir, bu kâinat denen ana?