CHP’ye kayyım atanmasıyla ilgili olarak Financial Times gazetesinde bir haber yayımlandı. Gazeteye konuşan uzmanın ifadesi şöyle: “Türk mahkemeleri, ülkeyi seçimli otoriterlikten açık diktatörlüğe daha hızlı taşıyan kararlar veriyor. Seçimler var ama rekabetçi siyasetin son izleri de siliniyor.”
Bu tür tespitler dünya kamuoyunda Türkiye aleyhine güçlü bir algı oluşturuyor. Aslında yabancılar sadece algıyı değerlendirmez, sosyolojik durumları ölçerler.
Mesela ülkelerdeki “hukukun üstünlüğü” durumunu ölçen Dünya Adalet Projesi’nin (WJP) ile Dünya Bankası’nın “Rule of Law” göstergesi bunlardan ikisidir. Son on yıla ait ölçümlerde Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endekslerinde dramatik düşüşler görülüyor.
Dünya Adalet Projesi’nin (WJP) 2024 raporunda Türkiye, 142 ülke arasında 117. sırada. Bundan on yıl önce 80’li sıralardaydık. Türkiye’nin 37 basamak gerilemesi, sıradan bir dalgalanma değil; tarihî bir düşüştür.
Bu endekste yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlükler, yürütme erkinin sınırlandırılması ölçülüyor. Endeksteki hızlı gerilememiz, sadece bir HUKUK SORUNU değil; aynı zamandabir YÖNETİM SORUNU yaşadığımızın göstergesi.
Dünya Bankası’nın “Rule of Law” göstergesi de aynı gerçeği tespit ediyor. 2005’te +0,12 ile pozitif bölgede yer alan Türkiye, 2023’te –0,51 ile tarihinin en düşük seviyesine indi. (2025 verileri daha da kötü çıkabilir.)
En yüksek skorlar Finlandiya (+1,97), Danimarka (+1,91), Norveç (+1,83) gibi ülkelere ait. Dünya genelinde 193 ülke için ortalama skor –0,04
Türkiye dünya ortalamasının çok çok altında. Mozambik, Kırgızistan, Belarus gibi ülkelerin durumu bile bizden iyi.
Bu ölçüm sonuçları Türkiye’de hukuk devleti kurumlarının ciddi şekilde aşındığını gösteriyor.
***********************************
Hukuksuzluk Neden Etkili?
Türkiye’nin ne kadar hukuk devleti olduğunu ölçen endekslerdeki dramatik gerilemenin sebepleri neler olabilir?
2010 referandumu ile başlayan yargı düzenlemeleri ve 2017’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yargı bağımsızlığını aşındırdı. “Fetö Yargısı”nın yerine hızla “parti yargısı” oluşturulmaya çalışıldı. HSK ve üst yargı organları başkan ve üyelerinin seçimi direkt ve dolaylı olarak tamamen tek kişinin iradesine bırakıldı.
Cumhurbaşkanına tek başına kararnamelerle ülkeyi yönetme imkanı verildi. Bu yönetim tarzı bir alışkanlık haline geldi; denetim mekanizmaları zayıflatıldı.
İfade ve basın özgürlüğü üzerindeki baskılar, muhalif siyasilerin yargı yoluyla tasfiyesi, sivil toplum üzerindeki kontroller, temel haklar boyutunda keskin gerilemelere yol açtı.
Medya büyük ölçüde iktidar kontrolüne geçti. Muhalif medya RTÜK ve yargı aracılığıyla baskı altına alındı. Sivil toplum alanı daraltıldı. Yürütmenin karşısındaki frenler devre dışı kaldı.
Bu gelişmeler, Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endekslerinde sürekli aşağıya gitmesine yol açtı. Bu durum yurttaşın adalet sistemine güvenini de sarsıyor.
***********************************
Hukuksuzluğun Ekonomiye Yansıması
Hukukun üstünlüğü, soyut bir kavram değil. Güçlü bir ekonomi için, hukuk olmazsa olmaz bir temel.
Bakın, son yıllarda “Yatırımcı Güveni” sürekli azalıyor ve “Doğrudan Yabancı Yatırım (FDI)” oranı hızla düşüyor.
Türkiye sürekli cari açık veren, kalkınması için yabancı sermaye girişine muhtaç bir ülke. Bu modeli savunmuyorum ama gerçek bu. Yabancı sermaye girişlerinin yoğun olduğu dönemlerde büyüme ve halkın refahında yükselişler olduğu malum. Bol döviz girişinin olduğu dönemleri iyi değerlendirip, üretimi ve ihracat ürünleri içindeki yüksek teknolojili ürün payını artırabilsek iyiydi. Ama olmadı.
2000’lerin başında Türkiye’ye akan yabancı sermaye, hukuki güvenceler sayesinde artmıştı. Bugün ise tablo tam tersine döndü. 2024’te doğrudan yabancı yatırımların GSYH’ye oranı yalnızca %0,85 düzeyinde kaldı.
Aşağıdaki grafik, son 20 yılda Türkiye’de hukukun üstünlüğü skoru (mavi çizgi) ile yabancı yatırımın GSYH içindeki payı (yeşil çizgi) arasındaki paralelliği gösteriyor:
Hukuktan uzaklaştıkça yabancı sermaye yatırımı da azaldı.
Hukuk devleti olmaktan uzaklaştıkça Türkiye’nin ekonomik itibarı da azaldı ve CDS denilen risk primi (borçlanma maliyeti) arttı. Bunun sebebi yalnızca “faiz sebep enflasyon sonuçtur” temelli akılcı olmayan (irrasyonel) ekonomik politikalar değil; aynı zamanda hukuka güvenin aşınmasıydı. Bu yüzden Türkiye dünyada en yüksek faizle borçlanan ülkelerden biridir.
Türk Lirası son on yılda sürekli değer kaybetti. Enflasyon (TÜİK rakamlarıyla bile) %30–50 bandında kaldığında sevinir hale geldik. Merkez Bankası’na “söz dinleyen” başkanlar atanması, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına dair şüpheler oluşturdu, para politikalarının güvenilirliğini zedeledi.
Yatırımcı için hukuk güvencesi olmayan ülkede kur, faiz, enflasyon politikaları da güven vermiyor. Uzun vadeli yatırım ve sürdürülebilir büyüme için hukukun üstünlüğünün şart olduğunu sadece iktidar anlamıyor, çünkü anlamak istemiyor.
***********************************
Türkiye’nin Tercihi Hangi Yol?
Türkiye’nin önünde iki yol var: 1) “Güçlü liderlik” adına denge-denetim mekanizmalarını daha da budayarak hukukun üstünlüğü endekslerinde daha da aşağıya gidecek. 2) Hukuk devleti ilkesini yeniden inşa ederek yatırımcı güvenini ve toplumun adalet duygusunu onaracak.
Ekonomi politikalarının başarısı öngörülebilir ve adil bir düzenin varlığına bağlıdır. Kurumların çalışması ve kuralların herkese eşit uygulanması gerekir.
Bağımsız yargı, özgür basın, güçlü sivil toplum, şeffaf yönetim ve hukukun üstünlüğü olmadan ekonomi düzelmeyecek.
****
Tablo bu kadar mı karamsar, bu tabloyu değiştirmek mümkün mü? Evet, düzeltmek mümkün. Ama bunun için öncelikle toplumun hukuk talebini dile getirmesi gerekiyor.
İktidar yanlısı vatandaşlar “düşman hukuku” uygulanan rakip partililere yapılan zulme aldırış etmeyebiliyor. Onlara da “adalet yoksa senin cebindeki para da eriyor” diye anlatılmalı.
Sivil toplum ve medyada hukuku savunan mesajlar soyut değil, günlük hayatla bağlantılı olmalı. Hukuku yalnızca hukukçuların değil, esnafın, çiftçinin, işçinin meselesi haline getirmek şart.
Adalet isteyen seçmen, aynı zamanda kendi refahını da istediğinin farkında olmalıdır. Bu yazının amacı da budur.