Bizim jenerasyon, ülkenin bilgisayar oyunlarıyla ilk haşır neşir olan jenerasyonudur desek yanlış olmaz. Commodore 64’le başlayan bilgisayar oyunları furyası, “Kara Kutu” atarilerle, Segalarla, tetrislerle hayatımızda önemli bir yer edindi. Bilgisayarın gündelik hayatta yaygınlaşmasıyla birlikte Age of Empires’lar, Championship Manager’lar, Counter Strike’lar oyun dünyamızı süslemeye başladı. İnternetin gündelik hayatta yaygınlaşmasıyla birlikte bu defa online oyunlar hayatımızın bir parçası haline geldiler. Bugün tablet ve telefonlardan oynanan ve dünya genelinde milyonlarca üyesi olan online oyun platformu var.
Bu online oyun platformlarında ilk başlarda yetenekli oyuncular oyunlarda başarılı oluyorlardı. Ancak tüfeğin icat olup mertliğinden bozulmasından daha beter bir şekilde online ödeme kanalları yaygınlaştı ve mertlikten eser kalmadı. Adına Pay to Win (“pey tu vin” şeklinde okunur) denilen ve Türkçe’ye “Öde ve Kazan” şeklinde tercüme edebileceğimiz yöntemle, parayı basan herkes bu online oyunlarda başarılı olmaya başladı. Hatta parayı basan yeteneksiz oyuncular, para ödeyemeyen yetenekli oyuncuları mağlup eder hale geldiler. Zaten gerçek dünyada feleğin sillesini yemiş bu parasız oyuncu tayfası, azıcık moral bulmak istedikleri sanal dünyada da feleğin sillesinden kaçamadı.
İşte bu “pay to win” denen olmaz olasıca sistem, sanal dünyada bile adeta bir kast sistemi kurdu ve fakirin yüzünü sanal olarak bile güldürmedi.
Peki, bu “pay to win” denen illet yalnızca sanal dünyada mı var? Tabi ki hayır! Gerçek hayatta hele hele 2002 sonrası Türkiye’sinde bu “pay to win” denen Şeytan icadı sistemin âlâsı uygulanıyor.
Askerden kaçmanın legalize edilmiş yöntemi olan “bedelli askerlik” uygulaması, bu “pay to win” uygulamasının en bariz örneğidir mesela. Gariban çocuklar askere giderler, parayı basanlar askerliğin bedelini öderler.
Yine siyasetle uğraşanların malumu olduğu üzere; hiçbir milli manevi değer taşımayan, hiçbir yeteneğe sahip olmayan, hayatında paradan başka bir değere sahip olmayan bir kısım siyaset erbabının parayı basıp kendinden daha çok hak eden kişilerin önüne geçerek milletvekili, belediye başkanı vs. adayı olduklarına hepimiz şahit oluyoruz. Bu kişiler parayı bastıkları için siyasette istedikleri gibi at oynatabiliyorlar. Şehrimizde bu tip parasıyla siyaset yapan ve siyasette köşeleri tutan kişilere bolca örnek gösterebiliriz.
Aynı şekilde, siyasi partilerin il ve ilçe yönetimlerinde olsun, Ticaret Odalarında ve bir kısım önemli STK’larda olsun bu “Pay to Win” tayfanın ya kendilerinin ya da hiçbir vasıf sahibi olmayan tosun ve buzağılarının yönetimlerde yer aldıklarına şahit oluyoruz.
Bu “pay to win” uygulaması zaman zaman maalesef yargı alanında da karşımıza çıkıyor. Bir kısım organize suç örgütü lider ve/veya mensuplarının ömürlerinin birkaç yılını cezaevinde geçirmek yerine doğru (!) kişilere ulaşarak ve bu kişilere bir miktar bedel ödeyerek tahliye edildiklerini ve yurt dışına kaçtıklarını medyadan hepimiz görüyoruz.
Bu “pay to win” uygulamasının, ülkenin temel dinamiklerine en çok zarar veren türü eğitim alanında gerçekleşen türü. İlk ve orta öğretimde zerre başarısı olmayan, okuma yazma konusunda bile ciddi eksikliği bulunan bir kısım zevatın, parayı basıp Vakıf (Özel) üniversitelerde okuduklarına ve avukat, mühendis, finans uzmanı vb. ünvanlarla iş hayatına atıldıklarına şahit oluyoruz. Üstelik bu ilk ve orta öğretimde başarısı yerlerde sürünen tayfa, ailelerinden gelen imkan sayesinde meslek hayatlarına diğer başarılı çocuklara nazaran 5-0 da önde başlıyorlar. Alt ve orta gelir grubundan gelen başarılı çocukların, eğitim sayesinde yaşam standartlarının artması imkanı da bu şekilde ellerinden alınıyor. Üniversite eğitimi anlam ve değerini yitiriyor, eğitim sahibi gençlerin iyi koşullarda iş bulma imkanı hatta iyi koşulları geçtik genel olarak iş bulma imkanı da ortadan kalkıyor.
Bu reel hayattaki “pay to win” zıkkımı yüzünden, ülkenin başarılı gençlerinin hayatları mahvolurken ülke de bir gayyaya doğru usul usul yol alıyor.