Kerkük Katliamları

167

Irak’a bağlanma kadersizliğine uğrayan 3 milyon Türkün simgesel ismi “Kerkük”tür. Geleneklerini, Türklüklerini, töre ve inançlarını “Kerkük” ismiyle dile getiren Türklerin çilesi, Türk olmanın bedeli, karanlık ve ıstırap dolu günleri 1. Dünya Harbinden sonra harp galibi İngilizlerin 25 Ekim 1918 yılında Kerkük şehrine girmeleri ile başlamıştır. İngilizler Kerkük’te, Kerküklüler tarafından nefretle, tepkiyle karşılanır. İsmini tespit edemediğimiz 17-18 yaşlarındaki genç, bir gece ecdat yadigârı tarihî taş köprünün kala tarafındaki başında köprüden geçmek isteyen İngiliz askerlerine karşı gelir, önlerinde durur, askerlerin saldırısına uğrar. Bu meçhul delikanlı Kerkük’ün ilk şehididir. Bu, ilk katliamdır. Dükkânlar yağmalanır, saldırılar olur ve o günden itibaren de Türk toplumundan kurtulma plânları hazırlanır.

Osmanlı’dan sonra Türkler bu duruma bir türlü inanamadılar, Türk-Osmanlı ataları gitmiş, yerine hiç tanımadıkları, görmedikleri İngiliz yanında Arap gelmiş. İnanmak istemediler. Gerçekleri kabul etmek pek acı geliyordu. Her taraf yabancı askerle dolmuş: Asûrîler, Ermeniler, İngilizler, Araplar… Çarşıda pazarda küçük küçük sürtüşmeler, olaylı günler derken 4 Mayıs 1924 Kurban Bayramının arife günü sabahı bir grup asker bir dükkândan parasız şeker ister. Dükkân sahibi vermez. Çıkan tartışmada Türk olan dükkân sahibi, İngiliz askerini döver. Kısa bir müddet sonra silâhlanarak şehre dönen bu müstevlî askerler, önlerine çıkanı, çoluk çocuk kadın demeden kurşunlarlar ve kaleden makineli ile hamama gidenleri da tararlar. Dükkânlar yağma edilir, yakılır. Yüzlerce insanın şehit edildiği bu ikinci katliam sırasında Misak-ı Millî içersinde olan Musul vilâyeti sorunu henüz çözülmemişti. Ama hiç kimseden ses çıkmaz. Bugün buralarının Kürtler ve birçok Avrupalı dostlarımız tarafından mesnetsiz, belgesiz Kürdistan toprağının uzantısı olduğu iddia edilmektedir, İngilizler bunun doğruluğuna inanmış olsalardı, katliamı kınayan bildiriyi Türkçe yerine Kürtçe yazıp dağıtırlardı. Buralar Türk topraklarıdır. Bu toprakta yaşayanlar da Türktür. Katliamların bir nedeni de budur.

Olaylar öyle hızlı gelişti ki, 1926 Ankara Antlaşması ile Musul vilâyeti Irak’a bırakıldı. Bugün Anavatanın 1. derecede sorunu hâline gelen, daha önce Sevr’de saptanmış Güneydoğu sınırı kabul edildi, Musul vilâyeti nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Kerküklüler (her ne hikmetse bu Türkler, yıllar sonra bugün Türkiye’de Türkmen oldular) kayıtsız şartsız, kendilerine sorulmadan Irak’a bırakıldı. Petrol hissemiz 5000 İngiliz altını karşılığında satıldı. Böylece hem candan hem maldan olduk.

Yıllar geçmiş, 1930 yılına gelinceye kadar, kaybedilen fırsatlar değerlendirilmem iş, padişah ve sülâlesi Türk vatandaşlığından çıkarılmış, Memâliki Şahane üzerindeki hak, hukuken elden gitmişti. 1933 yılına gelindiğinde üçüncü KATLİAM Irak Kralı Faysal ve Türk düşmanı, İngilizlerin sadık adamı Nuri Said Paşanın hazırlığı ile Kerkük ve Musul’da olur. Binlerce Türk öldürülür, dükkânlar, evler, iş yerleri yağma edilir. TERK EDİLEN, TÜRKLÜK HASRETİ ve AŞKI İLE YANAN BU TÜRKLERİN BUGÜNE KADAR DEVAM EDEN DUYGULARININ ve AKAN KANLARININ KARŞILIĞI KUTSAL TÜRK KANININ DÖKÜLMESİ Mİ OLMALIYDI?

1944; 2. Dünya Harbi bitmiş, petrol şirketinde çalışan işçiler, akşam iş çıkışlarında, Kerkük’ün zeytinlikle bilinen ve işçilerin güzergâhı üzerinde bulunan Gâvur Bağı yakınında, sebepsiz yere polis kuvvetleri tarafından saldırıya uğrarlar. Yine ölü ve yaralı Türkler… Neden niçin, kimse yorum yapamaz. Türk düşmanlığının altında yatan gerçeği açık olarak kimse öğrenemez. Bu bir işçi hareketi mi idi? O yıllarda böyle bir hareketten hiç kimsenin ne bilgisi ne de haberi vardı. İngiliz petrol şirketi işçileri arasında bir hayli ASÛRÎ vardı. Bunlar İngilizlerin sadık uşakları idi. Bunlar mı hâdise çıkarmıştı? Olabilir! Ne olursa olsun, ölen ve yaralananlar Kerküklülerdi; zarar gören, toprağında kanı akan yine Türklerdi. Bu katliam, Kerkük tarihindeki 4.üncü katliamdır. Gâvur Bağı katliamı olarak anılmaktadır.

1958 yılına kadar geçen zaman içersinde Bağdat Paktı’na giren Irak, dolaylı da olsa Türklere bir rahatlık sağlamış oldu. En azından Türkiye’ye tahsil için gelenler oldu. Bunlar anavatanda o günlere kadar az bilinen Kerkük’ü tanıtma imkânı buldular.

Kraliyet artık İngilizlerin işine gelmiyordu. Hâdiseler, öğrenci ve işçi olayları görülmeye başlamıştı. Bunlar bazen kanlı çatışmalara kadar varıyordu. Türkler bu olaylara karışmamaya özen gösteriyordu. Çünkü biliyorlardı ki kabak başlarına patlarsa karşılığı pahalı ödenir.

Hukuksuzluk yaratanlar Arap ve Kürtlerdi. General Kasım, 14 Temmuz 1958’de tam techizatlı ordusu ile Lübnan’a gitme emrini almıştı. Lübnan yerine sabaha karşı Bağdat’a girerek yönetime el koydu. O gün İstanbul’da beklenmekte olan Kral Faysal ve Nuri Sait Paşa öldürüldü. O güne kadar hiç tanınmayan bir general olan Kasım, Irakta ihtilâl yapmıştı. O gün bugündür Irak halkı huzura kavuşmamıştır.

On yıldır Rusya’da bulunan Molla Mustafa Barzanî af edildi. Bağdat’ta törenle karşılandı ve silâhlı adaaları ile krala ait bir kasırda yerleşti.

Kerküklülerin kâbus dolu günleri de bundan sonra başladı.

1958-1959 arasındaki zaman içersinde, Kerkük ufkunda birçok olayların ilk belirtileri görülmeye başlamıştı. Ama Türkler gözlerini açıp her nedense bu tehlikeyi göremediler. Eski tehlikeli günleri hatırlamadılar. İhtilâlin üçüncü günü ilân edilen geçici anayasada Irak Cumhuriyetinin, Arap ve Kürt ortaklığından ibaret olduğu, Türklerin, Asûrî ve Ermeniler gibi azınlık statüsünde yer aldıkları ilân edilmişti. Türk değil, Kasım’ın tabiri ile Türkmen olmuşlardı artık.

Sağlam sosyal ve kültürel temele dayanan Türklerin varlığı, sol eylemli Kasım taraftarları ve Kürtler için tehlikeli görülüyordu. Servet düşmanlığı, sınıf ayrımcılığı Türk töresinde yoktu, iltifat göremiyordu, görmemişti. Moskova’dan yeni dönen, düşüncelerine, aldığı talimatların uygulanmasına en büyük engelin sağlam yapılı Türkler olduğunu bilen Molla Mustafa Barzanî, Kasım rejimi ile bu konuda hemfikir idi. Plânlar bu doğrultuda beraber hazırlandı. Kerkük’te katliam yapılacaktı.(1) 4000’den fazla tutuklu Türk serbest bırakıldı. Kerküklüler buna bir mânâ veremediler. Halbuki en ince detayına kadar katliamın plânı hazırlanmış, silâhlı Kürtler şehre yerleşmiş, belli ve ileri gelen kişilerin ev adresleri tespit edilmiş ve komünist Türk düşmanı Garnizon Komutanı Davut El Cenabî Kerkük’ten ani olarak uzaklaştırılmıştı. Türkler iyi organize olmadan, tam birleşmeyi sağlamadan ve lidersiz olarak 14 Temmuz 1959, ihtilâlin birinci yıl şenliklerine katılırlar. İlk kurşun sesi, arkasından 3 gün sokağa çıkma yasağı, yerde sürüklenenler, elektrik direğine asılanlar, diri diri gömülenler, aileleri önünde kurşunlananlar, Ata’lar ve Osman’ların şehadeti. Her zamanki gibi de yağmalar, yakmalar, yıkmalar.

Tarihe geçen bu en büyük katliama karşı Türkiye’de ilk tepki olarak merhum Enver Yakuboğlu’nun öncülüğünde yapılmak istenen basın toplantısına güvenlik kuvvetleri tarafından müsaade edilmedi. Konuya yasak konuldu. Yasak 1960 askerî darbesinden sonra kaldırıldı. Bilgi ve katliam resimleri ondan sonra basına intikal etti. Bizler de o gün polisle tanışmış olduk. Türkiye radyoları “Kerkük’te meydana gelen olaylarda İngiliz kolonisi zarar görmemiştir” haberini verirken Kerkük’te “TURANÎ’LERE (Turancılara) ölüm, Kerkük Kürtlerin başkenti olacak” çığlıkları arasında Türkler yerlerde sürükleniyordu ve işin acı, acı olduğu kadar da düşündürücü olanı İsrail Radyosunun gerçek haberi dünyaya ilân etmesiydi. İşte Kerkük katliamının ibretle okunan kısa hikâyesi.

15 Ocak 1980: Irak Devrim Komuta Konseyi Mahkemesi huzuruna tutuklu 4 kişi çıkar. Suçları, Türk olan 3 milyon insanın insanî, hukukî haklarını, yasal çerçeve içersinde ve Irak anayasasına uygun olarak, ellerine, Kürtler gibi silâh almadan, kan dökmeden savunmaktı. Ama o ülkede Türk’üm demenin karşılığının idam olduğunu bilmelerine rağmen Türk’e yakışır vakar içersinde, biri dövülerek, 3’ü idam edilerek şehadet şerbetini içerler. Durum Türkiye’deki siyasî iktidara iletilir. Cevap: “evet, haber doğrudur, başımız sağ olsun!”. Verilen cevap aynen öyle idi: başımız sağ olsun. Daha enteresanı, 28 Şubat 1980, TV’de dış ilişkilerle ilgili bir basın toplantısında Dış İşleri Bakanımız bir gazetecinin, “5 kişinin idam edildiği, 5 kişinin daha idam edileceği haberini almaktayız, doğru mudur?” sorusuna karşılık “Türkiye bir karar vermiştir (ne kararı ise?), biz ancak iyi dileklerimizle Türk kamu oyunun hassasiyetini iletebiliriz. İlettik, ama onlar dinlemediler ve 5 Türk’ü astılar” cevabını verir. (Şehit olanlar 5 değil, Kerkük’ün lider kadrosu olan 4 kişi idi).

Katliamların en vahşetlilerinden biri de Altunköprü katliamıdır. O da özetle şöyle gelişir: Irak ordusu 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal eder. Müttefik kuvvetler 13 Ocak 1991 sabahı karşı saldırıya geçer. Bağdat bombalanır. Irak kuvvetleri perişan hâlde geri çekilir. Arkalarında kendilerine yakışır bir şekilde yağma, kan ve yangın bırakır. Ülke büyük bir kaos içine girer. Açlık ve sefaletin yanında, güneyinde Şiîler, kuzeyinde Kürtler ayaklanır, 18 Mart 1991’de Kerkük, Kürtlerin saldırısına uğrar. Kürt kuvvetleri tarafından bütün resmî yerler ve şehir işgal edilir. Tapu, nüfus müdürlükleri, kütüphane ve arşiv merkezleri yakılır, yağma edilir. 26 Mart tarihine kadar dükkânlar, evler yağmalanır. Kerkük’ün Kürtlerden kurtarılması ve ayaklanmanın bastırılması için Irak kuvvetleri harekete geçer. 26 Mart 1991’de Türk kasabası olan Tuzhurmatu’ya giren Iraklı askerler, önlerine çıkan Türkleri kurşuna dizer. Tazehurmatu bucağında da Irak ordusu, masum Türkleri kurşuna dizmekle kahramanlık gösterir. Kerküklüler, Irak ordusunun yaklaşmasından paniğe kapılırlar. Binlerce Türk Altunköprü üzerinden bir an önce Türkiye sınırına varmak için kaçmaya başlar, Irak Ordusu peşlerindedir. 27 Mart 1991’de Irak ordusu, kendi toprağı saydığı Kerkük’e girer. Her zamanki gibi gereken şiddet görülür. 28 Mart 1991’de Irak birlikleri Türk kasabası Altunköprü’ye varır. Kürtler kaçar, kahraman Irak Ordusu kahramanlığını gösterir, 100’den fazla Türkü DUVAR dibinde toplar ve kurşuna dizer. Tam bir katliam. Tarihe geçen kara, utanç verici bir leke.

Katliamlar bugüne kadar devam etmektedir.

14 Temmuz 1959 katliamı münasebeti ile bir özet sunmaya çalıştık. Yüreğimiz yandı, eski günleri hatırladık. Gelecek günler neler gösterecek? Ümitliyiz, Millî Devletimiz ve şanlı ORDU’MUZ sayesinde hasretimiz, özlemimiz, doğru teşhis ve uygulama ile yakın zamanda gerçekleşecektir. Türk’ün şanını, kutsal bayrağını Türk yurtları ve başta Kerkük hasretle beklemektedir.

Dr. Nefi Demirci

  • “Kerkük’ün Siyasî Tarihi” kitabımızda katliamın detayı yazılmıştır.