İki kadın konuşmaktadır: “Komşum, bir haftadır başım ağrıyor. Geçen hafta düğüne gittim, dansözün alnına para yapıştırdım. Sonra çok üzüldüm.” Muhafazakâr hayat tarzına sahip diğer kadın onu teselli etmek istiyor: “Madem üzüldün, pişmanlık duydun; tövbe edersin, Allah seni affeder.” der. Önceki kadın: “Onunla ilgisi yok, dansöz çok çirkindi, parama yazık oldu.” cevabını verir.
İki ayrı model, iki ayrı dünya görüşü ve değer yargısı… Değerlerimiz, kimliğimizi; kimliğimiz, davranışlarımızı oluşturuyor. İçinde ne varsa küpün dışına o sızıyor.
Haberi gazetelerden okudum: Siyasi tarihimizde 28 Şubat Post Modern Darbesi diye adlandırılan süreçte aktif görev alan ve bu sebeple yıllar sonra mahkeme kararıyla rütbeleri sökülen, aynı zamanda müebbet hapse mahkûm edilen altı general, sürekli yaşlılık ve kocama sebebiyle cumhurbaşkanı tarafından affedilmiş. Generallerden biri “Ben suçlu değilim; affı kabul etmiyorum.” diyerek tekrar yargılanmak üzere mahkemeye başvurmuş.
Bu, sizce nedir? Nasırlaşmış kin mi, kibir mi, değersizleştirme mi, sağlam duruş mu, tutarlılık mı, öfke mi, hazımsızlık mı?…
27 Mayıs Askeri Darbesinin üzerinden yıllar geçti, o dereden çok su aktı. Şimdilerde, o yıllar için “kara günler” deniyor, darbe yapanlar lanetleniyor, onların memlekete verdiği zararlar konuşuluyor. Darbe sonunda asılanların isimleri yollara, havaalanlarına, köprülere, okullara veriliyor. O dönemde küçümsenip cezalandırılanlar şimdi yüceltiliyor, yüceltilenler değersizleştiriliyor, tarihin çöplüğüne layık görülüyor.
Aynı olgunun, algı farklılığıyla nasıl değer kazanıp kaybettiğine tipik bir örnektir 27 Mayıs 1960 İhtilali. Lise yıllarımda Milli Güvenlik dersimiz vardı, o derste bize bu ihtilal, “Ak Devrim” diye anlatılır ve askeri darbeye muhatap olan parti yöneticileri vatan hainliğiyle suçlanır, kötülenirdi.
Olgular, algılarımızla anlam, değer kazanıyor. Algılarımızın doğruluğu veya yanlışlığı olguyu değerli ya da değersiz kılabiliyor. Algılar nasıl oluşuyor, nasıl düşünceye ve yargıya dönüşüyor?
Algı, somut bir nesnenin zihindeki yansımasıdır. Düşünme, soyut bir nesnenin zihinde oluşturduğu faaliyettir. Bu faaliyet, kanaati ve inancı doğurur. Kanaatimiz ve inancımız doğrultusunda olaylara ve eşyaya anlam yükleriz. İnancımız sevmeyi emrediyorsa severiz, dövmeyi emrediyorsa döveriz, öldürmeyi emrediyorsa öldürürüz. İsrail, Gazze’de Filistinlilere uyguladığı vahşet, katliam, cinayet emrini inancından, bozulmuş Tevrat’tan, arz-ı mevut doktrininden almaktadır. Dünya tarihinde emsali görülmemiş bu katliamın sebebini uzakta aramaya gerek yok. Sebep, “Vaat Edilmiş Topraklar” doktrinidir.
Algı, düşünce, kanaat sırayla insandaki inancı besleyen kanallardır. Akıl, inancın oluşmasında güçlü bir belirleyicidir. Aklın kılavuzluğuna inanmak da inancımızın gereğidir. Yüce Allah, Yunus suresi 100. ayetinde “Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar kılar.” der. Aklını kullanmayanların murdar kılınması, onun leş olması demektir.
Allah (C. C), değerlerin atalardan öğrenilmesini önermez. Ataların örf ve adetleriyle inanç oluşturmak bir kolaycılıktır; ancak atalar doğru kaynak değildir. Bakara suresi 170. Ayette “Onlara (müşriklere) Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, «Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?”
Dünyada huzur kalmadı. Dünya, yaşanacak yer olmaktan çıktı. Hiçbir mantığı olmayan inançların, değerlerin kılavuzluğunda insanlar, milletler arasında ilişkiler kuruluyor, kavgalar oluyor, savaşlar çıkıyor. Seven, sevilmeyen; ölen, öldüren; zalim, mazlum kendisini haklı görüyor. Herkes, bir tarafa savrulmuş, hiç kimse bulunduğu yerin izahını yapamıyor. Dünya insanlığı, rotasını kaybetmiş gemi misali. Kâğıt üzerinde varlığını bildiğimiz uluslararası kuruluşlar ya güçlülerin dümen suyuna girmiş ya da çaresizliğin bayrağını çekmiş durumda. Orman kanunlarını uyguladığını bildiğimiz aslanın bile Gazze’deki Siyonist vahşete denk bir hikayesini okumadım hiçbir kitapta.
İnsanımız ve insanlık, adalete muhtaç. İnsanlık, ekmek kadar, su kadar, hava kadar doğru bilgiye muhtaç. İnsanlık, muhtaç olduğu aklı devre dışı bırakarak sonunu hazırlıyor. İnsanlık, akılsızlık bombasını üzerinde patlatarak intihar ediyor. Bakalım, bu akılsızlık bizi hangi uçuruma atacak veya akıl, hangi uçurumun kenarında bizi yakalayacak?