Rahmetli Prof. Dr. Ayhan Songar
Türkiye’nin en iyi Psikiyatr hekimlerinden biriydi. Aynı zamanda çok okuyan,
gezen ve yazan gerçek bir aydındı. O’nun (zannederim Türkiye Gazetesi’nde)
yazdığı bir hatırasını her seçimden sonra hatırlarım.
Ayhan Songar Hoca, 1986 yılında, Avusturya’nın
başkenti Viyana’da Cumhurbaşkanlığı binasının önündedir. Binanın önünden geçen
karayolu ile bina girişi arasındaki geniş basamaklarda diğer turistler gibi
fotoğraf çekmektedir.
Yolda basamakların başladığı yerde bir
siyah otomobil durur. İçinden bir adam iner, arabadan Bond çantasını alır ve
basamakları çıkmaya başlar. Gelen arabanın önünde ve arkasında hiçbir eskort
araba bulunmadığı gibi adamın yanında koruma veya eşlik eden herhangi biri de
bulunmamaktadır.
Songar Hoca dikkatli bakınca adamı tanır.
Nasıl tanımasın ki? Avusturya’da bir gün önce yapılan Cumhurbaşkanlığı
seçiminde aday olup seçimi kazanan Kurt Waldheim’dir gelen.
Kurt Waldheim Cumhurbaşkanı olmadan önce de Büyükelçilik
ve Dışişleri Bakanlığı gibi önemli görevlerde bulunmuştur. Ayrıca Birleşmiş
Milletler Genel Sekreterliği de yapmış dünyada tanınan bir devlet ve
siyaset adamıdır.
Seçimi kazanan Avusturya Cumhurbaşkanı,
seçimin ertesi günü işbaşı yapmaya, işe
yeni alınan sıradan bir memur gibi, makamına gitmektedir.
Ayhan Songar basamakların ortalarında iken
Cumhurbaşkanı’na yaklaşır kendisini tanıtır ve başarılar diler. Kurt Waldheim
teşekkür ettikten sonra sakin adımlarla Cumhurbaşkanlığı binasına gider.
***********************
Seçim Kutlamalarının Sebebi
Pazar günü Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı
seçimi yapıldı. R. Tayyip Erdoğan 3. Defa Cumhurbaşkanı seçildi. Erdoğan ve
AKP 21 yıllık iktidarından sonra 5 yıl daha iktidarda kalacak.
Bu hiçbir gelişmiş demokratik ülkede
görülmemiş rekor bir süre. Ancak
otokratik ve diktatörlükle yönetilen ülkelerde görülebilen bir iktidar süresi.
21 yıl sonra bile Erdoğan taraftarlarının uzun
konvoylar, coşkulu mitingler ve havai fişekli, silahlı kutlamalar yapmasını
nasıl anlayabiliriz?
Avusturya örneğinde olduğu gibi, demokratik bir
zihniyetin hâkim olduğu ülkelerde Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve diğer kamu
makamları bir görev anlamına gelir. Bu görevin gerektirdiği gücün
kullanılması sıkı kurallara bağlanmıştır. Bu kuralların uygulanması denge ve
denetim mekanizmaları tarafından denetlendiği için kamu gücü kişisel
veya grup menfaatine kullanılamaz.
Hukuk devletlerinde herhangi bir işi olanın aracıya,
torpile ihtiyacı olmaz. İşi yasalsa ve bir kanuni bir hakkı varsa zaten
yapılır. Yasal bir hakkı olmayanın, iktidar partisinden de olsa, tanıdıkları
referans da olsa yapılmaz.
Oysaki “hukukun üstünlüğü”
ilkesinin yürürlükte olmadığı ülkelerde güç belli kişi veya kesimlerin lehine
kullanılır. “Devlette dayısı olanın” sorunları tıkır tıkır çözülür.
Buralarda devlet ekonominin, hukuk
sisteminin üstünde asıl güçtür. Zengin olmanın da mevcut durumundan daha iyi
hale gelmenin de birinci yolu devleti yönetenlerle iyi geçinerek mümkün
olabilir. “Devletten geçinmeliler” denilen bir grup “yürü ya kulum”
hitabına mazhar olmuş gibidirler.
Bu dar kesimin dışındaki yandaşlar ise, “biz
gidersek, onlar gelirse vatan, millet, din elden gider” propagandası ile
belli korku ve endişeler içine sevk edilir.
Devletin sosyal yardımları ile bağımlı hale getirilmiş milyonlara, “onlar
gelirse elimdekinden de olurum” kaygısı yaşatılır.
Sonuçta her seçim sonrası demokratik
ülkelerde görülmesi mümkün olmayan “zafer gösterilerine” şahit oluruz.
Zaferi kazananlar karşı tarafı “hezimete uğratmış” olmanın keyfini
çıkarırlar.
Demokratik ülkelerde seçimlere katılma
oranı genellikle düşük olur, yüzde 40-60 civarında gerçekleşir. Çoğu vatandaş kim
seçilirse seçilsin hayatının değişmeyeceğinden emin olduğu için sandığa
gitmek istemez.
Bizde yüzde 85 civarındaki katılma
oranı “vatandaşlık bilincinin gelişmiş olmasıyla” açıklanmaktadır. Ama
belki de bu sadece aklı ve mantığı ile değil, korku ve kaygıların ağır
bastığı bir kendini koruma içgüdüsüyle oy kullandığımızı göstermektedir.
Oysaki seçimler ülkeyi daha iyi
yöneteceği iddiasında bulunan grupların medeni yarışı olması
gerekir. Seçilenler kim olursa olsun geleceğimiz için endişe duymamamız
gerekir.
İki veya üç dönemle kısıtlanmış bir
yönetim dönemi sonunda bir nöbet değişimi olabileceği inancı yerleşmiş
olursa herkes daha umutlu olur.
***********************
Takip Edeceğim
Demokrasilerde vatandaşın görevi
seçimlerde oy vermekten ibaret değildir. Seçimlerde verilen vaatlerin
takip edilmesi ve kamuoyu baskısı oluşturulması da vatandaşlık görevinin
devamıdır.
Şu konuları takip etmek hepimizin
vatandaşlık görevidir:
Depremzedelere bir yıl içinde 650 bin
konutun yapılıp teslim edilmesi gerçekleşecek mi?
Başta İstanbul olmak üzere depreme
dayanıksız konutların yenilenmesi başarılacak mı?
Enflasyon düşürülüp, paramızın değeri
korunup, alım gücümüz artırılabilecek mi?
Karadeniz’de doğalgaz ekonomik olarak
çıkarılıp, doğalgaz faturalarımız azaltılacak mı?
Gabar’da petrol çıkarılıp, kullandığımız
akaryakıt fiyatları düşürülecek mi?
Hava savunma sistemleri, F35 veya
F16’ların alınması gibi eksiklikler giderilip, ordumuzun gücü artırılacak mı?
Ege’de Yunanistan’ın işgal ve ilhak ettiği
adalarımız ne olacak?
Sığınmacılar ülkelerine gönderilecek mi?
Hukuka ve adalete güvenebilecek miyiz?
Devlette ehliyetli ve liyakatli atamalar
olacak mı? Mülakat sistemi kalkacak mı?
Gençlerimiz ve iyi yetişmiş meslek
gruplarının yurtdışına beyin göçü önlenecek mi?
Gerisini de siz ilave ediniz.