Umrunda mı Dünya?

145

Ben Anadolu tarafında, İstanbul Ümraniye Şerifali’de
oturuyorum.

Sokağımızda normal bir dairede kiralar altı ay önce 5 bin
lira iken, üç ay önce bizim sokakta boşalan bir daire 20.000 TL’ye tutulunca “piyasa
çıldırmış” falan dedi herkes. Tam seçim sathı maailine girdiğimiz günlerde ise
tam karşımızda üç artı 1 daire boşalır boşalmaz aylık kirası 27.750 TL oldu.
Böyle bir evi tutanının sanırım aylık geliri 100 Bin TL falan olması gerek.
Çünkü aidatlar ve zaruri masraflar da, buna 5 bin TL olarak eklenecek. Geçen
bizim güvenlikçi anlattı “kömürlükten bozulma bir gecekonduda da kiralar 12 000
TL imiş.”

 

Her Dönemin Bir
Edebiyatı Oluyor

Ne enflasyon, ne hayat pahalılığı, ne zamlar, ne seçim, ne
Merkez Bankasının faiz açıklamaları, ne döviz kurları, ne mülteciler ve
sığınmacılar, ne terör, ne Ukrayna savaşı, ne Kırım’ın Ruslarca ilhak ve işgalinin
sürmesi, ne güç zehirlenmesinden uzak, demokrat; laik ve sivil toplumu
uzlaştıran, En Nedha lideri ve Tunus Parlamento Başkanı, İslamcıların alim ve
bilge lideri Reşit Gannuşi’nin tutuklanması, ne İran’daki idamlar, ne körfez
ülkelerindeki yeniden dostluklar, ne stand by anlaşmaları, ne Sudan ve Suriye’deki
iç savaş, ne Moskova’nın müttefiki ülkeye nükleer silah yığması, ne ABD ve
Rusya’nın Suriye sınırında artık Türkiye’ye komşu olması, ne montajlar, ne
yalan ve iftiralar, ne de Fenerbahçe’nin onca pahalı transfere rağmen şampiyon
olması veya olamaması  kimin umrunda.

Bu dönemin henüz romanı ve şiiri yazılmadı. Ama mutlaka
yazılacak. Üniversitelerde master, doktora ve mezuniyet tezleri ayrıca dikte
edilecek. Çünkü her dönemin bir edebiyatı, sanatı, müziği medeniyet hareketi
oldu. Cumhuriyet dönemi bunun en güzel örneklerini verdi. Analtik düşünceyi de
öne çıkardı. İşte bir örneği;

 

Ne atom bombası,

Ne Londra Konferansı;

Bir elinde cımbız,

Bir elinde ayna,

Umrunda mı dünya?!

 

Lise arkadaşları Oktay Rıfat (1914-1988) ve Melih Cevdet (1915-2002)
ile birlikte sokaktaki adamın söylemlerini şiirleştirerek garip akımının
kurucusu olan Orhan Veli Kanık’ı (1914-1950) gel de hatırlama günümüzdeki
gelişmeler karşısında. Mümkünü yok. Keşke günümüzde de şairlerimiz sokaktaki
adamı görebilse, tanıyabilse, dostluk kurabilse, anlayabilse ve algılayabilse
ne dizeler, ne eserler, hatta ne romanlar çıkacak, ne filmler çekilecek? Görünecek
ortada yumruk gibi. Üstelik kafaya çivi gibi çakılmayacak, edebiyatla dondurma
gibi ağızlarda eriyecek başlar donk donk ederken.

 

Seyrantepe Mayıs Akşamları

Böyle zaman zaman sıkıntılarımı edebiyatla, şiirle, müzikle,
geziyle ve duayla gidermeye çalışıyorum. Yoksa ruh dünyam karmakarışık olacak.

Zeytinburnu Belediyesinin faaliyetleri, kültürel
etkinlikleri ilaçlardan biri. Lütfi Şen’in sergileri de öyle. Üsküdar ve
Sultanahmet’te tarihi doku ve mistik hava olmazsa olmaz işte. Hele bir de Yahya
Kemal ve Mehmet Akif ile birlikte teneffüs edersen İstanbul’u keyfine diyecek
yoktur. Ne gam ne keder; tersine katmerli tefekkür.

TURİNG de sadece gençlerin, delikanlıların ve üniversitelilerin
değil, aksakalların, akademisyenlerin, müelliflerin, düşünen adamların,
yazarların da temiz bir hava aldığı mekan. TURİNG’i ben günümüzde hep bir
akademi gibi görüyorum. Rektörü de dünyayı avucunun içine alabilen, ufku geniş
Bülent Katkak. Çalışma arkadaşları da bu koşuşturmanın içinde lokomotifin
katarları.

Yine bir Meşk Vakti’nde sanatçı Şükrü Türkmen ve Julide
Bilgi’nin solist olarak katıldıkları muhteşem bir konser izledik. Samsunlu
Şükrü Türkmen, Yönetim Bilimleri uzmanı ama önce sanatçı, sanat yönetmeni.
Yurtiçi ve dışında bir uçtan bir uca konserler vermiş bir sanatçı. Kamera çekimi
olmasa, internetten yayınlanmasa ve TURİNG müsaade etse Selim Aru’nun
dizelerini ve Şerif İçli’nin bestesi “Yine bir sızı var içimde akşam oldu
diye/Gözüm açıyor ağlarım hala bilmem niye”ye ve “Malko Çolakoğlu’nun bestesi
M.Nafiz Irmak’ın güftesi “Akşam dönüşü geçtim o esarlı bağından/ Bir gül
koparıp kalbime taktım yanağından”a iştirak edeceğim. Ama uygulama gereği içimden
söylüyorum, dudaklarımı oynatıyorum sadece.

Bununla da yetinmez Saadettin Kaynak ve Atıf Zühtü Beye
dualarla “Batarken ufukta bu akşam güneş/ Gönlünde bir acı yandı mı Leyla”sına delikanlıca
cevap vereceğim. Evet, yandı.

Bu vesileyle Avni Anıl ve hekim, besteci ve şair Cahit
Öney’i (1926-2020) “Ağla çeşmim eski lezzet kalmamış peymanede” ile andık. Hele
hele hala yeri doldurulamayan, yazar, gazeteci, şair, politikacı Orhon Seyfi
Orhon’un (1890-1972) “Ölürsem yazıktır sana kanmadan” hüzzam şarkısının bestesi
Hayri Yenigün’e ait eser bizi hülyalara götürdü.

 

Gönülülüğün Kayboluşu

İkinci solistimiz Julide Bilgi, Ethem Perveş Paşa’nın
şiirinden notaya döken Nikagos Ağa “Sevdi gönlüm ey melek sima seni/ Bu kadar
var mı seven cana seni” okudu ve sonra, acemkurdi’den Muhayyerkürdi’ye geçti
“Var mı hacet söyleyeyim ey gül tenim”.

Benim favorim seçilmiş repertuvardaki Selahattin Pınar’ın,
Fuat Edip Baksı’dan bestelediği “Bakışı çağırır beni uzaktan”. Bu şarkı bizim
kuşağın en romantik melodilerinden biriydi. Yaşayarak yazıyordu şairler,
rüyasını görerek besteliyordu sanatçılar. Bir nevi aydın sorumluluğu, yaşanmış
hayattı bu. Zaten telif de yoktu o zaman diliminde. Mesam’ın Başkanı Sanatçı
Orhan Gencebay, birlikte izlediğimiz Telif Hakları Derneği’nin son sempozyumunda
açıklamıştı tıkanıklığı ve kısırlığı: telifler yeterli olmadığından sanatçılar
eser bestelemiyor ve güfteler kaleme alınmıyor. Artık hem gönüllüğü kaybettik,
hem alın terinin karşılığı vermeyi unuttuk.

Sonra konserde Julide Bilgi Cenap Muhittin Kozanoğlu’nun
şiirinden bestelenen Refik Fersan’ın “Rüzgar uyumuş ay dalıyor, her taraf
ıssız”ı söyledi. Alkış üstüne alkış aldı. Meğer gençlik yıllarında yazıp
bestelediği Zeki Müren’in “Zehretme hayatı bana cananım/ Elemlerle dolu benim
her anım” bundan da fazla alkış alacakmış. Bu konserler iyi ki hayatımızda ve
TURİNG iyi ki var.

Aklınıza gelmesin sakın bu konserler “batıda nasıl oluyor”
diye. Hemen yaşadıklarımı anlatmakla başlayayım.

Batıda sanat ve sanatçı çok önde ve çok saygın. Konserler
ateş pahası. Viyana’da bir konsere gitmek istemiştik eşimle birlikte, biletler
altı aydan önceden satılıp tükenmişti. Fiatlar da 300 euro idi. Bir sene
sonranın biletleri de satışa çıkıyor batıda. Sadece yetişebilen alıyor. Öyle
torpil falan da yok. Ben ayakta izlerim, bir köşeye çekilir yere oturarak da
takip etmek isterim demeniz ölçü olmuyor. Herkes eşit.

 

Gençlikte Kazanılan,
Hep Yanınızda Oluyor

İstanbul Üniversitesi’nde 1960’lı yıllarda öğrenci iken
Harbiye Şan Sinemasının bir hafta halk, diğer hafta Türk Sanat Müziği konserini
kaçırmazdık. Münir Nurettin’i de, Ahmet Sezgin’i de dinlemiştik burada. Üstelik
fiyatlarda bir öğrencinin verebileceği kadardı. Rahmetli  İTÜ öğrencisi Mehmet Candemir ile burasının
tiryakisi olmuştuk. Haydi bakiym şimdi bir talebe Harbiye Açık Hava
Tiyatrosundaki konsere gitsin de görelim!. Mümkünü yok. 600 TL veremez, belli
bir zümre veriyor sadece. Ayrıca İstanbul Belediye Konservatuvarı Süheyla
Altmışdört hocanın dersleri ve konserleri de büyük alaka görürdü. Kubbealtı da
öyle idi. Sanatçı Julide Bilgi de ilk musiki ders ve çalışmalarını Çemberlitaş Kubbealtı
Musiki Cemiyeti’nde almış. Artık böyle gönüllü sivil kuruluşların sayısı çok
az, olanların da fırsatı yok denecek kadar bitmiş. İmkan için iktidardaki
yönetimin arka bahçesi olursanız fırsatlar olabiliyor. Olmazsanız kendi
yağınızda bile kavrulamıyorsunuz. Oysa sanat bir toplumun atardamarı gibidir.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu sanatçıları Şükrü
Türkmen ve Julide Bilgi, Aleko Bacanos’un “Gel ey denizin nazlı kızı nuş-u
şarab et/ Çık sahile gel sinede bir alem-i ab et”i ve alkışlar ve teveccüh
karşısında programda olmamasına rağmen 
“Fikrimin ince gülü”nü birlikte söylediler.  Mest oldu gönüller. Musiki böyle bir şey.

 

Birlikte Yaşayabilmek, Bunu Sürdürebilmek

Bu konserde önemli olan bir husus “senden olmayanları
suçlamayan bir anlayış toplumu olan Osmanlı Cihan Devleti” algısı. Aleko
Bacanos ve Nikogos Ağa gibi gayrımüslimler ile Ethem Pertev Paşa, Muallim
İsmail Hakkı Bey, Refik Fersan ve Nimet Hanım ile birlikte kavgasız, gürültüsüz
çalışabiliyorlar ve yaşamayı ne kadar güzel biliyor, üstelik bugüne kadar hep
birlikte gelebiliyorlar.

Bir başka husus da güftesi veyahut bestesi belli olmayan
eserler hala hayatımızda bizi etkilemeyi sürdürüyor. Mesela “İnleyen kalbim
senin aşkınla bilmem neylesin!” bunlardan biri. Sonra hüzzam şarkı “Aman
daylar, yol verin a beyler/ Ben silama varayım/ Sılam yeşil yaprak açmış/ A Ben
nasıl dayanayım!” güftesi ve bestesi de belirsiz. Ama bir eser olarak günümüze
kadar geliyor, gelebiliyor. “Altın tasta gül kuruttum/ Yari sinemde uyuttum” da
imzasız güfteden bestelenmiş. Günümüze kadar ilk günkü gibi taptaze geliyor,
gelebiliyor, yüreğimize girebiliyor.

Bunlar benim umrumda işte.

Evren de umurumda.

Gün gelecek umursamayanların dünyasını umursayanlar yazacak.

Hem de çok uzak değil o günler.