Oğuz Çetinoğlu: Osmanlı
Cihan Devleti’nde fethedilen toprakların
iskânı konusu hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Prof. Dr. Mehmet İnbaşı: Osmanlılar, yeni
fethedilen yerlerin güvenliğini sağlamak maksadıyla iyi hazırlanmış bir iskân
yöntemi kullanmışlardır. Başıboş göçebeler veya bir köyün ve kasabanın
problemli halkı, Osmanlı Devleti’nin uzak bir bölgesine kaydırılırdı.
Fetihlerin devam ettiği ilk yıllarda Osmanlılar, Anadolu’nun her tarafından
akın akın kendi topraklarına gelen Müslüman Türk halkın, Balkanlara gönüllü
göçünü sürekli teşvik etmiştir. Nüfus fazlasını yerleştirme amacının yanı sıra,
askerî ve malî şartlarda, bu iskân politikasını mecburî kılıyordu. Ordunun
büyük bir kısmını azab (*) ve yaya adlarıyla, şehirlerden ve
köylerden askere alınan Türklerin oluşturduğu Osmanlı Devleti’nin ilk
dönemlerinde, Türk nüfusun askerî açıdan büyük bir önem taşıdığı muhakkaktır.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın
iskân politikası ile ilgili bilgilere kayıtlarda rastlayabiliyor muyuz?
İnbaşı: Süleyman Paşa’nın (*)
Gelibolu’ya yerleşmesinden sonra, fethettiği yerlerde emniyeti temin etmek
maksadıyla Anadolu’dan Türkmenler getirterek iskân ettirdiği bilinmektedir.
Bununla ilgili olarak kaynaklarda benzerlik arzetmekle birlikte pek çok kayıt
bulunmaktadır. Bu kaynaklardan ilki olan Âşıkpaşazâde’de; (*)
‘Gaziler geçdi kâfir mülküne hoş
Nice kâfir sarayı etdiler boş
Çün Rumiline geçdi Müsülmân…
Atası Orhan Gazi’ye haber gönderdi kim devletinle
himmetinle Rum ili feth olunmağa sebeb olundı. Kâfirler gayet zebundur, imdî
şöyle malum ola kim, bu tarafdan feth olunan hisarlara vilâyetlere ehl-i
İslâmdan çok âdem gerekdir. Bu feth olan hisarlar içün içine komağa ve hem
yarar gaziler gönderin. Orhan Gazi dahi kabul etdi. Vilâyetine göçer Arab
evleri gelmiş idi. Anları sürdi Rum-iline geçirdi. Birinci zaman Gelibolı
nevâhisine sakin oldılar…’
Şeklinde yer alan
kayıtlardan Süleyman Paşa’nın (*) iskân faaliyeti hakkında bilgi
edinmek mümkündür.
Benzer bilgiler
diğer kaynaklarda da yer almaktadır. Bunlardan Hadîdi’de;
‘…Bir iki gün içinde daşınub er
İki binden ziyade geçdi leşger, …
Hem alduk Rumeli’nin üç hisarın
Tekturtağı, Gelibolı diyarın,
Gaza içün bize leşger gerekdür.
Hisarın hıfzı içün er gerektür…’
Şeklinde manzum
bir kayıt yer almaktadır. Aynı şekilde Neşrî’de (*) de;
‘…Süleyman Paşa (*) Rum-ili’ne geçti, evvel atası Orhan Gazi’ye
haber gönderdi kim devletli sultanımın himmetiyle Rum-ilini fethetmeye sebep
olundu. Küffarın gayrette zebunluğu vardır dedi. Ve bu tarafta feth olan
hisarlarda konmağa çok âdem gerek. Lütf edip yarar yoldaş gönderesiz dedi.
Orhan Gazi dahî bu sözü işitip ferahnak oldu. Karesi (*) vilâyetinde göçer arab olurdu. Göçer
evlerle gelmişlerdi. Anda olurlardı. Anları Orhan Gazi sürüp, Rumiline geçirdi.
Bir zaman Gelibolu nevâhisinde sâkin oldular… Yevmen fe-yevmen durmadan feth
içinde oldular. Ve bu taraftan Karesi (*) vilâyetinin halkı dahi gelir oldular ve gelenler yurt tutup gazâya
meşgul oldular…’
Şeklinde yer alan
kayıt, Âşıkpaşazâde’nin (*) verdiği bilgilerle hemen hemen aynıdır.
Diğer kaynaklardan
Lutfi Paşa, Anonim Tevârih-i Âl-i Osman ve Kâtib Çelebi’de de benzer bilgiler
yer almaktadır. Süleyman Paşa’nın (*) 1357’de vefatından hemen sonra
da, Rumeli’ye göç devam etmiş, Rumeli’deki uç güçlenmiştir. Orhan Bey’in oğlu
Süleyman (*) için Bolayır’da yaptırdığı imarete ait 1360 yılına ait
vakfiyede, bu bölgede Türkçe adlar taşıyan birçok köy ve çiftliğin kurulduğu
görülmektedir. Yunan kaynakları da bu göçü doğrulamaktadır.
Çetinoğlu: Anadolu’dan
Rumeli’ye nüfus iskânı yaparken yerli halkın durumu ne idi?
İnbaşı: Osmanlı fetihleri devam ettiği sürece
şehirler dışında yaşayan Hıristiyan halk, Balkanların daha iç bölgelerine ve
dağlık kesimlerine doğru hareket etmişlerdir. Fütuhat sırasında köy ve
kasabalarını terk ederek başka bölgelere kaçanların yerlerine, Anadolu’dan
büyük ölçüde Türkmen unsuru nakledilmiştir. Bu göç harekâtı daha ziyade
Bulgaristan’a doğru olmuştur. Köylü nüfusunu ayrıntılı olarak veren mufassal
tahrir defterlerinde (*), Doğu Balkanlarda, Varna’dan Tuna’ya kadar
uzanan bölgede Yörük köylerini, yerli Hıristiyan Bulgar köylerinden ayırt etmek
kolaydır. Her şeyden evvel aslı Anadolulu olan Türk köylerinde, köy adları,
baba-oğul adları, Müslüman-Türk adlarıdır ve bu köyler, yerli Hıristiyan-Bulgar
köylerine göre genellikle daha ufak ve fakir köylerdir. Bulgar köylerinde
birkaç Müslüman haneye rastlanmaktadır. Bunların İslâmiyet’i yeni kabul eden
yerli Bulgarlar olduğu, baba adının Abdullah yazılması ile anlaşılmaktadır.
Genel olarak Müslüman olan Bulgarlar, yine kendi köylerinde yaşamaktadırlar.
Türklerin bölgeye göçleri ve yerleşmesi, Balkanların nüfus ve ekonomik şartları
sebebiyle hızlı bir şekilde gelişmiştir.
Çetinoğlu: İskân
politikasının iktisâdî boyutu düşünülüyor muydu?
İnbaşı: Osmanlı Devleti’nde devletin gelirlerini
artırmak amacıyla ve eski bir idarecilik ananesinin tecrübelerine dayanan basit
ve pratik usullerle reayayı (*), en verimli sahalarda ve rasyonel
bir şekilde çalıştırmak maksadıyla yapılan tehcir (*) ve iskânların
yanında, yeni fethedilen harap bir memleketi şenlendirmek, askerî sevkıyatı ve
erzak tedarikini kolaylaştıracak şekilde, yollar boyunca köyler ve kasabalar
kurarak nakliyat ve seyahati teşkilâtlandırmak ve nihayet yabancı bir
memlekette diğer düşman unsurlar arasına yerleştirecek Türk ve Müslüman
muhacirler ile, siyâsî ve askerî emniyeti sağlamak gibi gayeler ile de,
devletin sürgün usulüne sık sık müracaat ettiği görülmektedir. Rumeli’nin
iskânı hususunda alınmış olan tedbirlerin içinde en dikkati çekeni, bu bölgeye
daha ilk günlerden itibaren külliyetli konar-göçer unsurların aktarılmış
olmasıdır.
Çetinoğlu: İskân
edilen nüfus üzerinde devletin gözetimi söz konusu mudur?
İnbaşı: Osmanlılar, Balkanlara nakletmiş
oldukları bu gruplarla, yakından ilgilenmişlerdir. Eski Osmanlı kroniklerine (*)
göre, Süleyman Paşa (*) tarafından Gelibolu ve havalisine
yerleştirilen Türkmenler daha ziyâde Karesi (*) bölgesinden
getirilmiştir. Balkanlara adım atan Osmanlıların hızlı bir şekilde ilerlemesini
kolaylaştıran sebep, coğrafî olduğu kadar siyâsî olaylardı. Tuna vâdisi boyunca
Osmanlıların ilerlemesi kolay olmuş ve kısa sürede Eflak ve Moldovya’ya kadar
fetihler uzanmıştır. Bunun yanında Bizans’ın gücünü kaybetmesi, Bulgar kralları
arasındaki saltanat mücadelesi ve Duşan’ın ölümünden sonra Sırbistan’ın
Balkanlardaki nüfuzunu kaybetmesi gibi siyâsî olaylar, Osmanlı ilerlemesini
hızlandırmıştır.
Çetinoğlu: Fetihlerin
yalnızca askerî güçlerle gerçekleştirilmediği, başka etkenlerin bulunduğu
iddialarını değerlendirir misiniz?
İnbaşı: Balkan yarımadasındaki hâkimiyetin hızlı
gelişmesinin sosyal, kültürel ve siyâsî sebepleri vardır. Zira Osmanlı Devleti,
Bizans ve Haçlıların getirdiği feodal (*) toprak rejimi ortadan
kaldırarak araziyi mîri (*) esaslar dâhilinde işletmeye koymuştur.
Ortodoks halka geniş imtiyazlar tanımıştır. 16. asra kadar Balkan
yarımadasındaki halkın çoğunluğu gayr-i Müslim idi. Ama bu yapıya rağmen
ideolojisi İslâm’dı ve İslâm için savaşıyordu. Nitekim Balkanların Boşnak ve
Arnavut gibi iki önemli grubu 15. Yüzyılın ikinci yarısında İslâm dinine
geçtiler.
Çetinoğlu: Dinî
faktörlerin rolü oldu mu?
İnbaşı: Balkanların fethinden sonra bir tarafta
doğu Müslüman ve Grek Ortodoks dünyası, diğer tarafta batıda Katolik dünyası
olmak üzere aralarında çok güçlü bir rekabet vardı. 14. yüzyılın ikinci
yarısından beri, bilhassa bu bölgeleri kontrolleri altında tutan Katolik
güçler, Osmanlı yayılması ve yerli halk ile birleşip bütünleşmesi karşısında
şaşkına döndüler. Bu şartlara göre Balkan Hıristiyanlarının Osmanlılarla barışı
ve yakınlaşması politik bir durumu da ortaya çıkardı. İslâmî kurallara göre
sadece Müslümanların değil, Batı Hıristiyan dünyasının üç ana kolundan birisi
olan Ortodoksların da bu birlikte yer alması, Osmanlıların Avrupa’daki
yayılmasında etkili olmuştur. Fatih’in kendisini Ortodoksların hâmisi ilân
etmesi ile bu politika, daha da güç kazandı.
Çetinoğlu: Bosna’daki
Hıristiyanların özel bir durumu vardı…
İnbaşı: Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı
Üsküp’te (*) Grek Ortodoks kilisesinin yanı sıra, Yahudiler ve
Katolikler de bir arada yaşamaktaydılar. Nitekim Bosna’da bulunan Fransisken
Papazlarına temel insan haklarını veren ve onların Bulgaristan’da faaliyetine
hoşgörü ile yaklaşan Fatih Sultan Mehmed Han idi.
Çetinoğlu: Rumeli
fetihleri, Osmanlı gelişmesine nasıl tesir etti?
İnbaşı: Osmanlıların Avrupa’ya çok erken geçip
yerleşmeleri, devlet bünyesinin kuvvetlenmesinde büyük bir âmil oldu. Boş ve
zengin topraklar bulup buralarda yerleşmek maksadıyla birçok göçebe unsurlar,
fakir köylüler, Rumeli’nin zengin topraklarını elde etmek isteyen sipahiler,
Orta Anadolu’dan ve Karesi (*), Saruhan, Aydın ve Menteşe gibi sahil
beyliklerden Trakya’ya geldiler. Böylece Osmanlı Devleti Rumeli’den aldığı
güçle devamlı kuvvetini artırdı.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın
Rumeli’de hızla yayılmasını sağlayan özel sebepler var mıydı?
İnbaşı: Osmanlı fetihlerinin Balkanlarda bu kadar
hızlı yayılmasının diğer bir sebebi de, bunun gerçekleşmesinde önemli rol
oynayan tarikat şeyhleri ve halkla daha yakın temasta bulunan dervişlerin
faaliyetleridir. Bu dervişlerin rollerini üç noktada toplamak mümkündür:
1-Fetihteki
rolleri; Bu insanlar geçimlerini sağlamak için gönüllü olarak sefere
katılıyorlardı. Bunlar Osmanlı Beyliği’ne gelerek bey ile ilişki kurup
yanlarındaki, bazen 50-60 bazen de 150-200 kişilik derviş gruplarıyla beraber
Bizans topraklarında birtakım fetihlere katılıyorlardı. Bunun en güzel
örneklerinden birisi Geyikli Baba’dır. (*)
2-Türkleştirme ve
İslâmlaştırmada etkin rol oynuyorlardı. Bu dervişler geçimlerini temin ederken
yerleştikleri yerlerde zaviyeler kuruyorlardı. Bu zaviyeler, ya kendileri
tarafından veya beyler tarafından yaptıkları fetihlere karşılık olmak üzere,
toprakları kendilerine vakfediliyor ve bu şekilde orada yerleşiyorlardı.
3-En önemli
fonksiyonları ise, Osmanlı hâkimiyetinin meşrulaştırılmasıdır. Bu insanlar
maiyetlerindeki dervişlerin dışında çok büyük kitlelere hitap ediyorlardı.
Hatta Osmanlı yüksek bürokrasisi, yüksek askerî erkânı içerisinde de bunların müritleri
olan kişiler vardı. Bu şeyh ve dervişler, Balkanlarda kurmuş oldukları zaviye
ve tekkeler vasıtasıyla bölgenin gayr-i Müslim halkını etkiliyor ve âdeta
Osmanlı ordusunun gelip bölgeyi fethetmesinden önce bir anlamda, halkı
psikolojik olarak fethe hazır hâle getiriyorlardı. Bu zaviye şeyhleri, dindeki müsamahalı
tutumlarından dolayı Hıristiyanların daha kolayca ihtida (*)
etmelerini sağladıkları gibi, fetih hareketlerine de katılıyorlardı.
Çetinoğlu: Fetihler,
Türk-İslâm kültürünün yayılmasını sağladı mı?
İnbaşı: Osmanlılar tarafından iskâna tâbi tutulan
Türkmenler, Anadolu’dan Rumeli’ye dillerini ve kültürlerini de getirdiler.
Bunların çoğu yeni isimler altında, yeni köyler ve yerleşim birimleri kurdular.
Bu yönüyle Osmanlı fetihlerinin geçici macera ve çapulcu hareketi değil, kesin
bir yerleşme ve yurt tutma gayesini hedeflediği aşikârdır. Dolayısıyla
Balkanların fethi sırasında buradaki bazı muayyen bölgeler, yoğun bir göç ve
iskân hareketine sahne olmuş, kurulan iskân birimleri ile boşalmış topraklar
şenlendirilmiş ve işlenmeye başlanmıştır. Buralara iskân edilen Türkmenler,
zamanla buralarda han, hamam, köprü, medrese, zâviye (*), imaret (*),
tekke, cami ve mescit gibi Türk-İslâm eserleri inşa etmişler ve böylece
Balkanları bir Türk yurdu haline getirmişlerdir.
Sultan Birinci
Murad’ı müteakiben Yıldırım Bâyezid döneminde Rumeli’nin Türkleşmesi amacıyla
daha büyük ölçüde Türkmen unsurun nakledildiği bilinmektedir. Bu nakil
sırasında, devlet tarafından kendilerine zengin topraklar verilmek, bütün akrabalarıyla
göçecek olanlara yurtluk (*), toprak, tımar (*) gibi
imtiyazlar tanınmak suretiyle muhaceret teşvik edilmiştir. Yıldırım Bâyezid
devrine ait ilk iskân kaydı 1400-1401 yıllarında tuz yasağına uymayan
aşiretlerin nakledilmesi ile ilgilidir. Bu hususta Âşıkpaşazâde’de; (*)
‘…Saruhan ilinin göçer halkı var idi.
Menemen ovasında kışlarlar idi. Ol iklimde duz yasağı varidi. Anlar ol yasağı kabul
etmezler idi. Bâyezid Han’a bildirdiler. Han dahi Ertugrıl’a haber gönderdi
kim. Ol göçer evleri her ne kadar var ise iyice düzene alasın. Yarar kullarına
ısmarlayasın. Filibe (*) yöresine gönderesin. Ertuğrıl dahi atasının
sözlerini kabul etdi. Ol göçer evlerü gönderdi. Geldi Filibe (*)
yöresine kondurdular. Şimdiki dem de Saruhan
Beğlü dedikleri anlardır. Paşa Yiğit Beğ (*), o kavmin ulusu idi. Ol zamanda anlarun ile bile gelmiş idi.’
şeklinde bir kayıt vardır. Bu bölgeye yapılan iskân neticesinde, 1516 yılına
bir Tahrir Defterinde (*) merkezi Tatarpazarı olan nahiyenin Saruhan
Beyli adıyla kaydedilmesi, kuruluş aşamasında buraya yoğun bir Türk unsurunun
yerleştirilmiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Yıldırım Bâyezid,
Rumeli’nin Türkleşmesinde büyük gayret sarf etmiştir. Nitekim Üsküp (*)
ile Niş arasındaki araziye Müslüman Türkleri yerleştirmiştir. Timur’un
Anadolu’yu istilasından sonra da göçler yoğunlaşmış, fetret devri (*)
sırasında kuvvetli ve nüfuzlu Türk unsurlarını kendi yanlarına çekmek isteyen
taraflar vasıtasıyla da, Rumeli’ye Türkmenler sevk edilmişlerdir. 1397’de
Mora’da Argos’un fethinden sonra Anadolu’dan bir kısım Türkmen ve Tatar
göçmenleri getirilerek Üsküp (*) ve Teselya civarına
yerleştirilmişlerdi. Rumeli’ye nakledilenler arasında Tatarlar da
bulunmaktaydı. Nitekim Kırım’da iktidar mücadelesini kaybeden Aktav Han / Aktay
Han, kendine tabi akraba ve kabilesi ile Tuna’yı geçip Sultan Bâyezid’e iltica
etmiş ve onun tarafından Filibe (*) havalisine yerleştirilmişti.
Speros Vryonis bunu ‘tipik bir askerî
fetih, fakat sayıca oldukça fazla etnik bir göçebe hareketi’ olarak
yorumlamaktadır.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın
sevk ve iskân politikasının özelliklerinden söz eder misiniz?
İnbaşı: Osmanlıların Balkanlardaki faaliyetleri
ile ilgili olarak, meşhur târihçi Lorga’nın ‘şaşılacak kadar hızlı tempolu’ dediği ilerlemesine, o çağların en
önemli sosyal belirleyicisi olan din açısından bakılacak olursa, devletin
topraklarında Avrupa’ya nazaran tercih edilecek bir hoşgörünün bulunduğu
görülebilir. Nitekim Osmanlılara esir düşen Selanik başpiskoposu Grigorios
Palamas, mektuplarında bâzen kendi girişimi ile önde gelen devlet ve din
damları ile yapmış olduğu dinî tartışmaları anlatır. Bu tartışmalara hoşgörü ve
uzlaşma havasının egemen olduğu görülür. Kaynaklardan anlaşıldığına göre, 14.
yüzyılın ortasından beri Osmanlı Beyliği’nde hüküm süren atmosfer,
Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında uzlaşmacı ilişkilere bütünüyle
elverişlidir ve Palamas tarafından resmedilen ortamı da doğrulamaktadır.
Nitekim Balkanlar’daki şehirleşme sürecinin temel faktörünü, büyük Balkan târihçisi
Konstantin Jirecek; ‘Osmanlı rejiminde,
küçük Balkan devletleri arasındaki sınırlar kalkmış, dolaşım ve ticaret
kolaylaşmıştır.’ şeklinde ifâde etmektedir. Osmanlının kendi egemenlik
iddiası dışında bu milletler için istediği ortak bir din, dil, kültür iddiası
olmamıştır. Eğer Balkanlarda Hıristiyan topluluklarda İslâmlaşma, kültür
bakımından Osmanlılaşma olmuş ise, bu süreç bir zorlama yahut devlet politikası
sonucu değildir. Bu hoşgörü, müellifler tarafından istimâlet olarak
isimlendirilmektedir.
Çetinoğlu: Fetihler
yalnızca kılıç zoru ile mi gerçekleştirildi?
İnbaşı: Osmanlı yayılışında kılıç kadar, belki
ondan da ziyade istimâlet politikası denilen bir uzlaştırıcı politika, temel bir
faktör olarak hesaba katılmalıdır.
Çetinoğlu: ‘İstimâlet politikası’ açıklamasını
lütfeder misiniz?
İnbaşı: Osmanlı kaynaklarında siyâsî bir terim
olarak kullanılan istimâlet, kendine meylettirme, kendi tarafına kazanma
anlamına gelir. Osmanlı Sultanları bir memleketi kendi ülkelerine ilhak etmeden
önce başlıca iki yöntemle hareket ederlerdi. Bir taraftan uç dedikleri serhat
bölgelerinden uç beylerinin önderliğinde yapılan gazâ akınları ile hudut ötesi
halkını yıldırırlar, direnme gücünü kırarlar, sonra o devlet veya halkı
istimâlet yoluyla kendilerine yaklaştırırlardı. Bulgaristan, Makedonya,
Arnavutluk, Sırbistan ve Yunanistan’da yerli askerî sınıftarı Osmanlıya sâdık
kalmış olan unsurlar, Osmanlı askerî kadrolarına alınır, onların fetih öncesi
dönemde tasarruf ettikleri pronia (*) ve baştinaları (*),
Osmanlı idaresince kendilerine tımar (*) olarak verilirdi. Böylece yerli askerî sınıf,
Osmanlı hizmetine alınırdı. Bu da istimâlet politikasının, idârece askerî
sınıflara teşmili anlamına gelirdi. Böylece fethedilmemiş yerlerin askerî
sınıfları, bu gibi garantilerle Osmanlı egemenliği altına girmeye teşvik
edilirdi. Bu şekilde Osmanlı askerî kadrolarına girmiş olan yerli elemanlar,
birçok sancakta Hıristiyan tımar (*) erleri olarak 15. yüzyıl tahrir
defterlerinde (*) sık sık rastlanmaktadır. Bundan başka
Balkanlardaki Osmanlı egemenliğini kabul etmiş olan topluluklar, madenci,
tuzcu, derbendci (*), çeltikçi (*) vb. gibi çeşitli
görevleri de yapmaktaydılar.
Çetinoğlu: Osmanlı’nın
fetih ve istimâlet politikasının çok başarılı olduğunu görüyoruz. Başarıda
zirveye ulaşılan dönem olarak hangi zaman dilimini göstermek doğru olur?
İnbaşı: Her dönemde başarılı idi. Bu fetih ve
iskân politikası, Sultan 2. Murad Han ve Fatih Sultan Mehmed Han döneminde de
başarıyla devam ettirilmiştir. 1453’te İstanbul’un fethiyle birlikte
Balkanlardaki Ortodoks halk tam manasıyla Osmanlı teb’ası durumuna gelmiştir.
Yine Fatih Sultan Mehmed zamanında, Kastamonu ve Sinop’un fethinden sonra,
İsfendiyaroğulları Beyliği’nin başında bulunan İsmail Bey de, bütün cemaati ile
birlikte Filibe (*) havalisine iskân edilmişlerdir.
Çetinoğlu: Rumeli’deki
iskân politikası hangi târihe kadar devam etti?
İnbaşı: Rumeli’deki bu nüfus artışı, 16. yüzyılda
da devam etmiş ve yüzyılın başında 37.435 nefer daha bölgeye nakledilmiştir.
1520-1530 yılları arasında Balkanlardaki 77.268 olan göçebe sayısı, 1570-1580
yıllarında % 51 artarak 116.219’a yükselmiştir.
17. yüzyıldan
itibaren ise savaşların uzaması ve devletin Balkanlardaki kontrolünün
zayıf