Fikir Damlaları (4)

105

 

      Hadiste mealen:
“Ya öğretici, ya öğrenici veya dinleyici ol. Dördüncüsü olma helâk olursun!”
deniyor. İnsan, bu üçünden hiç olmazsa üçüncüsü olabilir. Kaldı ki, konuşan
bildiğini söyler, dinleyen bilmediğini öğrenir. Yani dinleyenin bilgisi artar.
Mevlânâ’nın Mesnevîsi “Bişnev!” / “Dinle!” diye başlar. Çünkü öğrenmek için
dinlemek gerek. Nitekim kuş yavruları, yumurtalarından çıkar çıkmaz ötmezler.
Zira henüz bir şey bilmiyorlar ki, ne konuşsunlar? Ancak anneleri olan kuşu bir
süre dinledikten sonra, “Cik Cik” ötmeye yani konuşmaya başlarlar. Öğretmenin
de, öğrencilerden ilk ve tek isteği önce dinlemeleri, sonra soru sormalarıdır.
Çünkü soru sormak için, önce dinlemeleri sonra bilmeleri gerekir. Kaldı ki,
öğretmenin başarısı; öğrencilerin onu ihlâsla / içtenlikle ve sessizce
dinlemelerine bağlıdır. Çünkü Mevlânâ Hazretlerinin dediği gibi:
”Dinleyenin;  samimiyet ve içtenlikle,
konuşana kulak kesilmesi nispetinde, Allah konuşana ilham eder.” İşte iki taraf
için de, büyük birer müjde! Evet, öğrencinin öğrenmesi ve öğretmenin
öğretmedeki başarısı; her iki tarafın karşılıklı gayreti nispetindedir.

x

     Görmek büyük
nimet. Ama işitmek daha da büyük bir nimet. Çünkü gören sağır öğrenemez. Fakat
sağır olmayan kör öğrenebilir. Nitekim kör olan peygamber vardır. Fakat sağır
olan peygamber yoktur. Bu bakımdan işitmek, görmekten üstündür diyebiliriz.
Evet, işiten âmâ da olsa öğrenip anlatabilir. Sağır olan görse de, öğrenip
anlatamaz. İşte bu açılardan dinlemenin, görmekten üstün olduğunu
söyleyebiliriz. Tabii ki, her ikisine birlikte sahip oluş; nimet üstü nimettir.

x

     Genelde her
devletin Anayasa’sı o milletin aleyhine olacak maddeleri ihtiva etmez /
içermez. Ama insanlar; kendi koydukları yasa ve kanunlara, maalesef şahsî
menfaat ve çıkarları için uymayıp, ona göre hareket etmiyorlarsa; Anayasa ve
Kanunlar mı suçlanmalı? Doktorun hatasından Tıb ilmi, hukukçunun yaptığı
hukuksuzluktan Hukuk ilmini mi sorumlu tutmalıyız? Eve giren hırsız yüzünden,
kitaplıkta bulunan hukuk kitabı mes’ûl tutulabilir mi?

x

     Müslümana bakarak
İslâm hakkında menfî / olumsuz fikir beyan edenler var! Hâlbuki o kimse İslâmı
yanlış anlamış, yanlış uygulamış olabilir. Bu durumlarda kişilere değil,
kaynaklara yönelmek lâzım. Çünkü “Başkasına itimat etmeyen, nefsiyle teşebbüs
eder.” Başkasına güvenmeyen, onun doğru bildiğinden ve doğru yaptığından emin
olmayan kimse, bizzat kendisi kaynaklara yönelmeli. Bilmesi gerekenleri
kaynaklardan bizzat kendisi aramalı, bulmalı ve almalı. Ne mutlu bizlere ki,
Türkçemizde her konuda hem telif, hem de tercüme edilmiş olarak, güvenilir
sayısız ilmî / bilimsel ve birbirinden güzel eserler mevcut. Tabii görenedir
dostlar görene, köre ne?

x

     Birbirimizi
incitmek, kırmak ve gücendirmek istemiyorsak; birbirimizi itham edici,
suçlayıcı ve töhmet altında bırakacak kelime, söz ve cümlelerden uzak duralım.
Hüküm verici, hükme bağlayıcı ifadelerden sarfı nazar edelim. Meselâ dinsiz,
imansız, kâfir, ilerici, gerici, komünist, kapitalist, solcu, materyalist,
dinci ve bu gibi, hükme bağlayıcı kalıplaşmış kelime ve sözlerden uzak durmalı,
bunları birbirimize karşı sarfetmemeliyiz. Çünkü bu tarz söyleyişlerle;
karşımızdakini yargılamış  oluyor; onu o
kelime ve tabirin hücresine tıkmış bulunuyoruz! Bu durumda mes’ele hükme
bağlanmış olduğundan, geriye konuşacak bir şey kalmamış demektir! Sen sağ ben
selâmet! Öyleyse ne yapmalı derseniz, derim ki: Sadece mes’ele ve problemleri
konuşmalı. Kabul veya reddi tabii karşılamalı, bunlar hakkında yersiz
münakaşaları bir tarafa bırakmalıyız.

     Unutmayalım ki, bu
vatan hepimizin. Hepimiz bu yurdun birinci sınıf vatandaşlarıyız. Kimsenin
kimseyi hor görmeye hakkı yok. Üstelik hiçbirimizin gidecek başka bir yeri de
yok. Anca beraber, kanca beraberiz. Birbirimizi sevecek, sayacak ve birbirimizi
hor ve hakir görmekten son derece sakınacak; bu anlayışın devamı için topyekûn
samimi ve içten bir gayret içinde olacağız.

     Unutmayalım ki,
kol kırılır yen içinde. Tabii ki, birbirimizi istediğimiz kadar tenkit
edeceğiz. Ama bunu yaparken fikir ve düşüncelerimizi ortaya koyacak. Rencide
edici / kırıcı, üzücü söz ve davranışlardan daima uzak duracağız.

Önceki İçerikFikir Damlaları (3)
Sonraki İçerikMillet’in “M” Harfini Çalana Ceza Var, Yerine “Z” Harfi Koyana Yok
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.