Herkes Değerlidir

100

Uzun
yıllar “üstün zekâlı” denildiğinde; IQ testinde yüksek puan alan,
“mantıksal-matematiksel zekâ” sı yüksek bireyler akla geldi hep.

Zekâ
ölçümü için Binet’in geliştirdiği, Stanford-Binet ve WAIS-R testleri kullanılmaktadır. Ancak, zekânın ne olduğunun tanımında
eksikliklerin olduğunu yine ilgililer ifade etmektedirler.

Bu
ekole göre, “üstün zekâlı” sayılan bireylerin birçoğunun, müzik, sosyal vb.
diğer zekâ türlerinde aynı yüksek performansı gösteremedikleri bir gerçektir.

 Boğaziçi, Bilkent gibi tanınmış üniversitelerin
“sayısal” ağırlıklı bölümlerinden mezun olan kişilerin, yöneticiliklerde
beklenen başarıyı sağlayamadıkları, bunun nedeninin de, fazla sosyal
olamadıkları, personeli motive edemedikleri, iş doyumunu gerçekleştiremedikleri
gözlemlenmektedir.

Artık
yönetici almak isteyen ünlü şirketler, aradıkları koşullar arasında, sosyal ve
diğer zekâ türlerinin de bulunmasını istemektedirler.

Howard Gardner tarafından Çoklu
Zekâ Kuramı
 
keşfedildikten sonra, IQ’ sü düşük olanlara “geri zekâlı” yakıştırmasının yersiz ve
haksızlık olduğu, hemen hemen herkesin, herhangi bir veya birkaç zekâ türünde
üstün olduğu anlaşılmıştır.

Ancak bu kuram
eğitime oldukça geç yansımıştır. Hala anne babalar, kimi çevreler, bazı
eğitimci ve eğitim kurumları bu inceliği anlamamış ya da anlayamamış gözükmekte,
çocuklara yersiz ve haksız yakıştırmalarda bulunmaktadırlar.

            Gardner’a göre her insanda: 1. Mantıksal-Matematiksel, 2. Uzamsal, 3. Sözel, 4. Müziksel, 5. Varoluşsal,6. Kinestetik,7. İçsel,8. Doğasal, 9. Sosyal Zekâ türlerinden biri veya birkaçı bir
arada bulunabilmektedir.

Zaten hiçbirimiz her alanda üstün
meziyetlere sahip olamayız elbette. Bazılarımızın zihinsel becerileri fazla
olmayabilir. Fakat, diğer zekâ türlerinden birkaçında üstünüzdür  büyük ihtimalle.

Çünkü hiçbir insan, her bakımdan negatif değildir. Yani her insanda mutlaka
potansiyel güç vardır ve değerlidir.

Önemli olan kapasitemizi ve gizil
güçlerimizi fark ederek, başarılı olduğumuz ve ilgi
duyduğumuz alanlara doğru yönelerek, bu dalda ilerlemek, üretmek, başarıyı
kolayca yakalayarak mutlu olabilmektir.

O zaman herkesin kendi zekâ türünde başarılı
olduğu rahatlıkla fark edilecektir. Bu yüzden hiç kimseye
“geri zekâlı” ifadesini kullanmamak
gerekir.

Bu gün ülkemizde ve
dünyada; basketbolda, futbolda, güreşte, yüzmede, atletizmde, araba
yarışlarında, dansta, edebiyatta, tiyatroda, müzikte, resimde, sunuculukta vb. isim
yapmış, zirveyi yakalamış birçok ünlünün olduğunu bilmekteyiz.

Star olmuş bu
kişilerin birçoğunun matematiği zayıf olabilir. IQ’ sü düşük çıkabilir. Şimdi biz bunlara “geri zekâlı” mı
diyeceğiz?  Elbette ki hayır. Aksine bu
kişiler, başarıyı yakaladıkları kendi alanlarında üstün zekâya sahiptirler.

Mozart, Picasso,
Ronaldo, Hidayet TÜRKOĞLU, Ajda PEKKAN, İbrahim TATLISES gibi alanının dâhileri
“matematiği az bilse, havuz problemlerini çözemese” ne fark ederdi ki?

İzlediğim bir TV programındaki
yarışmada, ünlü bir ses sanatçısına sunucu; “bir sesli harf söyle” demişti. Bu sanatçı B, Y, K diye sessiz harfleri saymaya başladı. Belli ki sesli
harfleri bilmiyordu. İzleyenler kahkahaya boğulmuştu. Şimdi bu sanatçıya “sözel
zekâsı” zayıf diye “zekâsız diyemeyiz.

Burada anne babalara, devlete
ve eğitimcilere büyük sorumluluk düşmektedir elbette. Okul, çocuğu doğru ve
zamanında yönlendirmelidir. Veliler de bilinçli hareket ederek, çocuklarının istemediği
meslekleri/alanları, O’ nlara dayatmamalıdır.

Bazı anne babalar, “rağbet
gören, akıllarına koydukları, “ya da kendileri istedikleri halde olamadıkları”
bir mesleği evlatlarına dayatmaktadırlar. Hâlbuki çocuğun bu mesleği sevmesi, zekâ
türünün de uygun olması gerekmektedir.

Birçok anne baba hala;
“müzik, resim, spor, tiyatro vb.” alanlarıyla ilgili mesleklere negatif bakmakta,
çocuklarında var olan bu tür ilgi ve istidatları görmezlikten gelerek, kendilerinin
istediği başka alanlara yönlendirmek için baskı yapmaktadırlar.

İnsanlar, ilgi
duymadıkları, sevmedikleri uğraşlarla mutlu olamazlar. O mesleğin altyapısını
oluşturacak kapasiteye sahip değilseler de asla başarıyı yakalayamazlar.

Üniversite tercihleri
çok önem arz etmektedir. “Açıkta kalmayayım da hangi bölüm olursa olsun” diyerek
ya da “başka nedenlerden dolayı”  sevmedikleri dallarda tercih yaparak eğitim
görenler, ya yeniden okumakta, ya kariyerlerinin dışında, sevdikleri başka bir
işle uğraşmakta, ya da istemeyerek seçtikleri mesleklerini, ömür boyu mutsuzlukla
sürdürmektedirler.

Gönümüzde, doktor
diploması olduğu halde, ses sanatçılığı yapan, ya da kimyager, mühendis vb. olduğu
halde başka iş alanlarına yönelen birçok ünlüyü bilmekteyiz.

Mesleğimiz ne olursa
olsun, birçoğumuz aynı zamanda anne babayız. Gelin egolarımızdan, “ben”
merkezli düşünmekten vaz geçelim.

Eğitimcilerin
rehberlikleri doğrultusunda,  “göz
nurumuz, biricik” evlatlarımızın ilgi ve yeteneklerine, seçimlerine saygı
duyalım.

Sevdikleri mesleği
edinmelerine katkıda bulunalım. Mutluluklarına vesile olalım. Göreceksiniz, O’nların
tebessümü, bizim yaşama sevincimiz olacaktır.

Unutmayalım ki en iyi
meslek, severek yaptığımız meslektir.

Sevgiyle kalın…