Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. ve Araştırmacı Yazar KENAN ERZURUMLU, KÜRTLER Ve ZAZALAR’ı Anlattı…

127

Oğuz Çetinoğlu: Kürt varlığının nereden geldiğini, ne olduğunu
belirlemekle röportajımıza başlayabilir miyiz?

 

Prof. Dr. Kenan
Erzurumlu:
Kürtler; Türkiye, Irak, İran ve Suriye başta olmak üzere yaygın
bir coğrafyada birbirlerinden farklı sosyolojik gruplar hâlinde yaşayan feodal
topluluklardır.

 

Çetinoğlu: Kürt denilen insanlar topluluğu mütecânis bir grup mudur?

 

Prof. Erzurumlu:
Hayır! Gerek etnik, gerek sosyolojik ve gerekse dil olarak birbirinden çok
farklı gruplardan oluşmaktadır.

 

Çetinoğlu: Târihî geçmişleri hakkında neler söylenebilir?

 

Prof. Erzurumlu: Bilinen
en eski yazılı Kürt kaynağı, 1597’de Bitlisli Şeref Han tarafından kaleme alınan
Şerefnâme’ isimli esserdir.
Şerefnâme’ye göre, Kürtler’in soyu Oğuz Han’a dayanmaktadır. Şerefnâme’de, ‘Kürtlerin Büğdüz soyundan gelen Asya kökenli
bir halk
’ olduğu iddiasına yer verilmektedir. Şöyle deniliyor: ‘O sırada,
Türkistan’ın en büyük hükümdarlarından biri olan

Oğuz Han, Medine-i Münevvere’de -onun sâkinine en üstün
selâm olsun- bulunan, Peygamberlerin övüncü ve yaradılmışların Efendisine, bir
heyet gönderdi. Bu heyetin başında da Kürt büyüklerinden ve ileri gelenlerinden
Buğduz adlı bir kişi vardı. Kendisi çirkin görünüşlü, kaba, ele avuca sığmaz bir
kişiydi. Çirkin görünüşlü, iri yapılı bu elçi Peygamber’in –sâlât-ı selâm onun
üzerine olsun- gözüne görününce, Peygamber’in canı sıkıldı ve ondan şiddetle
nefret etti. Kürtler’e beddua ederek şöyle dedi: ‘Yüce Allah bu topluluğu, kendi arasında ittifaka ve birleşmeye muvaffak
etmesin; yoksa birleştikleri takdirde, onların elleriyle dünya yok olur
.’

 

Çetinoğlu: Şeref Han’ın ifâdeleri, eserinin târihî hakîkatlerden çok
masalımsı efsâneleri yansıttığı intibaını uyandırıyor. Ayrıca Peygamber
Efendimiz’in tab’ı, Cenab-ı Allah’ın yarattığı bir âdemoğlunu, çirkin görünüşü
sebebiyle kınamaz. Ayrıca ‘nefret’ kirli bir duygudur. O’nun kalbinde kirli
duygulara asla yer yoktur. Peygamber Efendimiz beddua da etmez. O, rahmet
peygamberidir. Bütün bunlara zıt beyanlar, Şeref Han’ın güvenirliliğini yok
ediyor. Peki efendim! Başka neler var?

 

Prof. Erzurumlu: Aynı
kaynak, Kürtlerin cin olduğu; ayrıca insan ve cinin birleşmesinden ürediği efsâne
ve masallarına da yer vermektedir. Şeref Han’a göre bazı düşünürler de, ‘Kürtler, Allah’ın üzerlerinden perdeyi
kaldırdığı bir cin topluluğudur
.’ demişlerdir. Bazı târihçiler de,
cinlerin, Havva’nın kızlarıyla evlendiklerini, onlardan da Kürtlerin doğduğunu
öne sürmüşlerdir.

 

Kürt ideologlarından Mûsâ Anter (Nusaybin 1920-Diyarbakır
1992), sırf bu ifâdeleri sebebiyle Şeref Han’ı, ‘Kürt milletinin yüz karası’ olarak göstermektedir.

 

Çetinoğlu: Mûsâ Anter haklı. Az bile söylemiş. Başka kaynaklarda
Kürtler hakkında hangi bilgiler var?

 

Prof. Erzurumlu: Türkiye’de,
Kürt meselesi ile ilgili ilk yayınlanan kitaplardan birisi M. Şerif Fırat’ın ‘Doğu İlleri ve Varto Târihi’dir. Yazar,
Varto’nun Kasman (Köprücük) Köyü’ndendi. Kitabın yazım Târihi 1945, ilk yayımlanması
1949’dur. İlk yayımlanmasından bir hafta sonra, bilinmeyen kişilerce, yazarı
öldürülmüş; kitaplar piyasadan toplattırılmıştır. İkinci baskısı, 1961 yılında,
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in sunuşu ile Millî Eğitim Bakanlığı tarafından
yapılmıştır. Üçüncü baskı, 1970 târihli olup, daha sonra da baskıları
yapılmıştır.

 

Kürt meselesini derli toplu olarak ele alan ve ayırtmaların
faaliyetlerine ciddî mânâda karşı çıkan ilk çalışmadır. Şerif Fırat, söz konusu
çalışmasında, Türkiye’deki Kürtleri, Kırmançolar. Zazalar, Babakürdiler olarak
3’e ayırmaktadır.

 

Çetinoğlu: Ümit ederim
işe yarar bilgiler vardır…

 

Prof. Erzurumlu: Kırmançların
Oğuz Türkleri (aşiretleri); Zazaların Horasan Türkmenleri, Babakürdiler’in,
İslâm öncesinde bölgede bulunan eski Türklerin devamı olduğunu ileri
sürmektedir. Şerif Fırat’a göre; Zazalar, milattan önce 5. yüzyılda İran
üzerinden Doğu Anadolu’ya gelen Partlar’ınn torunlandır. Zazalar, Kürt
kimliğini kabul etmemekte ve kendilerini ‘Horasan
Türkmeni
’ olarak tanımlamaktadır. Türkdoğan’ın araştırmalarına göre,
Zazalar, Ahmet Yesevî Ocağı’na bağlıdır; Oğuz kökenli olduklarına inanmaktadır
ve Zazaca, Çuvaşça’nın özelliklerine sâhiptir.

 

Fırat’a göre: Babakürdiler, Hitit-Hatti Türklerinden kopan
Haltiler’in M.Ö. 2000 yıllarında Orarto havalisine yerleşenleridir ve Fars
dilinin etkisinde kalmışlardır. ‘Kurtbaba’ ismini taşıyan bu grup, daha sonra
Babakürdi olarak anılmaya başlanmıştır. Hatta Kurtbaba isminin 1514’te Yavuz Sultan
Selim Han tarafından ‘Babakürdi’ye
çevrildiği
’ de ileri sürülmüştür. Öte yandan, Babakürdi lehçesi, % 40
oranında eski Asya Türkçesi’nden gelen kelimeler içermektedir. Kalanı ise,
Farsça ve Arapçadır. Günümüz Kırmançları’nın kullandığı lehçe ise % 60 oranında
eski Türkçe kelimelerden oluşmaktadır.

 

Kürtlerin menşei konusunda ilgi çekici bir tespit de Orta
Doğu’daki çalışmaları ile tanıdığımız meşhur İngiliz casusu Lawrence’e aittir.

 

Lavvrence, hatıratında, ‘Doğudaki
Türklerden olan bu Kürt aşiretleri Orta Asya geleneklerinin hüküm sürdüğü bu
dağlı Türklerin birlik şuurlarına bizzat şâhit oldum
.’ ifâdesini
kullanmıştır.

Kürtçe’nin lehçeleri konusunda farklı yorumlar yapılmaktadır.
İki temel lehçeden biri olan Kurmaçca, daha çok Türkiye ve Suriye’de kullanılmaktadır.
İkincisi olan Soranice ise, daha çok İran ve Irak’ta kullanılmaktadır.
Türkiye’de kullanılan Zazaca ile İran’da konuşulan Guranice birbirlerine yakın
olmakla birlikte, Kurmanca ve Soranice’den tamamen farklı lehçelerdir.

 

Lehçe ve dil olarak da geçerli olan bu görüş; son zamanlarda
yapılan araştırmalarda tespit edilen Şıhbızm (Şexbizin) dili (lehçesi)
açısından eksiklik taşımaktadır. Türkiye dışındaki Kürtler ise, ‘Kurmanc’,
‘Soran’, ‘Goran’ veya ‘Lor’ olarak feodal kabile topluluklarından oluşmaktadır.
Şerefnâmeye göre, Kürtler, dil gelenek ve sosyal durumları yönünden dört büyük
kısma ayrılmaktadır: Kurmanç-Goran-Kelhur-Lor.

 

Kürtlerin kökenleri konusundaki tartışmalar devam
etmektedir. Burada, Kürtler ile Kürtleşen grupları birbirinden ayırmak gerekmektedir.
Sosyal antropoloji açısından farklılıklar gösteren bu ayrım, açık bir
gerçektir. Nitekim, ülkemizde, ‘Gerçek Kürtler sarışın-renkli gözlü olurlar’
görüşü bu görüşü desteklemektedir. Öte yandan, fizik özellikleri itibârıyla,
Kırmançların büyük kısmının ve Zazaların, Oğuzlara (Yörük-Türkmen) fizikî
benzerlikleri dikkat çekicidir.

 

Çetinoğlu: İran, Irak ve Suriye’deki Kürtlerin durumu nedir?

 

Prof. Erzurumlu: İran,
Irak ve Suriye’deki Kürtler söz konusu
olduğunda, genel kabul görmüş görüş şöyledir: kökenleri İranî olsa da Kürt
toplulukları homojen bir yapıdan uzaktırlar. Dil-lehçe farklılıklarının
yanında, etnik köken anlamında da farklılıkları vardır. Atsız Hoca’nın da; ‘Hayır! Kürtler kardeş değildir. Türk
değildir. Kürtler, Farstır
.’ görüşünde olduğunu vurgulayalım.

Bununla birlikte, târihte, kökenlerinin Arabî olduğunu,
Asurlular’a, Babilliler’e, Urartulara, Medler’e veya Persler’e dayandığını
savunanlar da olmıştur. ‘Demirci Kaıva Efsanesi’nin ilk defa Firdevsi’nin Şehname’sinde
geçmesi bu iddialara örnek gösterilmektedir.

 

En çok kabul gören iddia ise, Kürtlerin, Arabî-Farsî başta olmak
üzere çeşitli etnik grupların (Ermeni, Çerkeş, Gürcü, diğer Sami grupların)
birleşimiyle oluştuğudur. Ancak bu iddialar ülkemizdeki kürtler için,
kesinlikle geçerli değildir.

 

Çetinoğlu: Bizim için önemli olan da bu husustur. Lütfeder misiniz?

 

Prof. Erzurumlu: Türkiye’deki
Kürt Aşiretleri ve Kökenleri araştırıldığında değişik gruplarla karşılaşılır:

 

Abdallı (Abdalân) Aşireti: Afganistan’dan gelerek Anadolu’da
muhtelif yerlere yerleşen Türkmen aşiretidir. Akdeniz ve Orta Anadolu
bölgelerinde yaşayanlar Türkçe; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde
yaşayanlar Kırmançi lehçesini konuşurlar.

 

Akkeçililer Aşireti: Osmanlı Tahrîr Defterleri’nde ‘Yörükân
Tâifesi’nden gösterilmiştir…

 

Alank Aşireti: İran menşeli, Türkleşmiş ‘Alanlar’ın bir
koludur… Çok geniş bir sahaya yayılan kadim Alanların, Anadolu’da bıraktıklan
izler bilinmektedir… Anadolu’da, Türkçe konuşan Alanlardan başka, bugün
Kürtler arasında Kurmançça konuşan bir Alanlı aşiretinin Tunceli’de yaşadığı
bilinmektedir…

 

Çetinoğlu: Kürtlerin inanç dünyâlarına da bakabilir miyiz?

 

Prof. Erzurumlu:
Türkiye’deki Kürtlerin tamamı Müslüman olup, büyük kısmı Sünnî (Şafî,-Hanefî),
bir kısmı da Alev’îdir. Şiî Kürtlerin sayısı yok denecek seviyededir. İnanç
açısından değerlendirmeler yapılırken, göz önünde tutulması gereken grup, Alevî
Kürtlerdir.

Alevî Kürtler konusunda, Türk Târih Kurumu eski Başkanı
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun ifâdesi çok tartışıldı. Art niyetli bazı gruplar,
bu açıklamayı çarpıtarak bir bardak suda fırtına koparmaya çalıştılar.

 

Çetinoğlu: Kısaca özetlemeniz mümkün mü?

 

Prof. Erzurumlu:
Yusuf Halaçoğlu’nun görüşüne katılıyorum. Şöyle ki, bugün Alevî Kürt kimliğini
ileri sürenler, 2 gruptan oluşmaktadır. Büyük çoğunluğu 1400-1700 yılları
arasında, Orta ve Batı Anadolu’dan doğuya iskân edilen Alevî Türkmen
aşîretleridir. Alevî Zazalar da bu gruptandır. Alevîlik anlayış ve kabulleri,
aynen Alevî Türkmenler gibidir. Dahası, Köktanrıya inanan ve Şamanlıktan gelen
kültür kalıntıları, aynen Alevî Türkmenlerdeki gibi devam etmektedir.

 

İkinci grup mensupları ise, 1915 yılında, Türklerin
katledilmesi olaylarına karışan Ermeniler, kendilerini gizlemek isteyen Türk
olmayanlar ve gayri Müslim gurupların, dağlarda saklanıp, daha somaki
dönemlerde, -kirnliklerini saklayarak- kendilerini Alevî Kürt olarak
gösterenlerdir. Prof. Dr. Halaçoğlu’nun kastettiği grup bunlardır. Bu grubun
Alevîliği, Türkmen Alevîliğinden çok farklıdır.

 

 

Çetinoğlu: Şimdi de Efendim, geçmişte ve günümüzdeki Kürtlerin
sosyal yapısına bakabilir miyiz?

 

Prof. Erzurumlu: Kürt
(veya Kurdeşen) aşiretlerde, feodal yapı sosyal hayata hâkimdir. Şıhların veya
aşiret ağalarının mutlak hâkim oldukları, kültür seviyenin alt düzeyde
bulunduğu, genç nüfusun fazla olduğu bir topluluktur. Bir diğer özellik de,
aşirete âidiyet duygusunun çok kuvvetli olmasıdır. Geçmişten gelen bu özellik,
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki hâtıralarını anlatan, Osmanlı’nın çeşitli
devlet kademelerinde önemli vazifeler üstlenen ve eseler veren Mehmet Ârif
Bey’in (Erzurum 1845-İstanbul 18979) ‘Başımıza
Gelenler
’ isimli kitabında acı bir şekilde anlatılmıştır: “Halbuki bunlar, ne emir ne kumanda
dinliyorlar, başına buyruk hareket ediyorlar. Bunun sebebi Mûsâ Paşa’dan
sorulunca: ‘Kumanda ettiğim süvariler muntazam, askerî bir topluluk olmadığı
gibi emir dahi dinlemiyorlar. Hemen her ferdi kendi başına buyruk. Ayrı ayrı
çeşitli kabilelere mensupturlar. Her kabile kendisini diğerinden üstün bilir ve
başka kabileden olan bir âmirin, kumandanın veya subayın emrini dinlemezler
.”

 

Osmanlı döneminde, Kürtlere, bir çeşit özerk beylikler
verilmişti. Osmanlı, Sünnî (Şafiî-Hanefî) Kürtlerle ilişkileri iyi tutmaya
gayret etmiştir. Feodal yapının son derecede etken olduğu bölgeye, devletin ve
askerin girmesi mümkün olmamıştır. O kadar ki, imar işleri istenmemiş
(önlenmiş), silâhlarına dokunulmamış ve devlete vergilerini pazarlık usûlü ile
vermişlerdir. Cumhuriyet döneminde de, aynı durumun devamı istenmiştir.

 

Şeyhler, Beyler ve Ağaların elinde kalan bölge halkı, devlet
ve feodalite arasında sıkışmış; bu yüzden de devletle çatışır olmuşlardır.

 

1937 isyanı üzerine girişilen askerî harekâtı yöneten Genel
Vâli Abdullah Akdoğan Paşa, harekâtın yapılmaması için ‘on beş elebaşının
teslimini’ istemiştir. İsyancılar, on iki kişiyi vermeyi kabul etmiş, ancak,
aralannda Seyit Rıza’nın da olduğu üç kişiyi teslim etmeyeceklerini
bildirmişlerdir. Paşa’nın ‘olmaz’ demesi üzerine; ‘Paşam, nidek, olmazsa olmaz’ demişlerdir. Paşa, sebebini
sorduğunda, çaresiz kalan Dersimli, bölgenin esas problemini açıkça ortaya
koyan şu cevabı vermiştir: ‘Bir kadının
tek kocası olur. Şimdi siz hükümetsiniz. Askeriniz var. Bugün buradasınız.
Bunları size veririz, alır gidersiniz. Biz yarın yine onların elinde kalırız.
Bunlar, bu ağalar bizim külümüzü attırırlar. Siz, Dersime giremiyorsunuz.
Jandarmanızı sokamıyorsunuz
. Biz, onlara mecburuz…’

 

Feodal yapının korunması maksadıyla, 1806’da, Babanzâde ayaklanması
ile başlayan isyanlar, zamanla dış devletlerin desteği ve güdümüyle Osmanlı’yı
sırtından vuran ihânetler hâline gelmiştir. Acıdır ki, aynı hareketler günümüze
kadar devam etmiştir.

 

İngiltere’nin 1919 Haziran’ında Kürt ayaklanması çıkarmak
için görevlendirdiği Binbaşı Noel, bu iş için Bedirhanî ailesini seçmişti.
İngilizler ile Bedirhanîleriin ilişkisi, Fransız istihbaratının 1920’deki bir
raporunda şu şekilde geçiyor:

 

Botan aşiretinden
Bedirhan ailesi, İngiliz ajanları ile anlaşmış ve İngiliz mandasını kabul
etmiştir
.’

Nasturî (Süryânî) isyanında (1924), ayaklanmayı bastırmak
üzere görevlendirilen Cafer Tayyar Bey’e Süvari Alayı’na, Musul’dan kalkan üç
İngiliz uçağı ateş açmıştır.

 

Çetinoğlu: Verdiğiniz bilgilere çok teşekkür ederim. Bu noktada ve
röportajın son bölümünde, bazı çevrelerce, zaman zaman gündeme getirilen Dersim
İsyanı’na değinmemiz faydalı  olacaktır.

 

Prof. Erzurumlu: Benden
bir yaş büyüktü. Çocukluğumuz berâber geçti. Oyunlarımız ortaktı. Zaman zaman,
Bizim aslımız Dersim kürdü’ derdi.
Hiç umursamazdık bile…

 

Zaman geçti. Büyümeye başladık. Yeni gençlik, delikanlılık
çağlarımızda da beraberdik. Yaşlıların bir sohbetinde bizim arkadaşın nenesinin
Dersim’den geldiğini (sürgün edildiğini) öğrendim. Yine de önemsemedim.
Üniversite çağlarında iken ‘Kürt isyanlarını’ duyduğumda kafama takıldı.
Eskilere sordum. Aldığım cevap beni şok etmişti: ‘O’nun nenesi Dersim isyanında 4 Türk askerini öldürdüğünü övüne övüne
anlatırd
ı.’

 

O arkadaşımın kardeşlerinden biri, daha sonradan silâh kuvvetlere
girdi. Astsubay olarak görev yaptı.

 

Esasında haksız da sayılmazlar (?). Onlara göre; Dersimlilere
haksızlık yapılmıştır. Seyit Rıza’nın etrafında toplanan, ellerinde çiçek ve
kalemden başka hiçbir şeyleri olmayan bir sürü insan, ordumuz tarafından itlaf
edilmiştir. Dersimli mâsûm çocuklar-gençler, askerlere vermek üzere dağlara
çiçek toplamaya çıkmışken, Atatürk’ün manevî kızının da aralarında bulunduğu
uçaklar tarafından bombalanarak vahşice öldürülmüşlerdir (!). İsyan söylemleri
de, resmî makamların uydurduğu bir hikâyedir. Dersimliler, asla isyan
etmemişlerdir. Türk askerlerine kurşun sıkmamışlardır. Hattâ onları, çiçekle
karşılamışlardır. Seyit Rıza ve yandaşları, günahsız masumlardır. (?)

 

Dersim, (Malatya-Elazığ-Erzincan üçgeninde kalan bölge,
bugünkü Tunceli); Osmanlı’dan beri feodal yapının hüküm sürdüğü; kontrol
edilemez bir bölge olmuştur.  Bu olay,
çocukluk çağımızın hâtırasıdır.

 

Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde Dersimliler sayısız
isyana ev sâhipliği yapmıştır. İlk isyan, 1847’de gerçekleşmiştir. Bölge; vergi,
askerlik ve merkezi idareye itaat hususlarında problemlidir. Bununla beraber,
bütün isyanların dış güçler tarafından desteklendiği de bir gerçektir.

 

1935 yılına gelindiğinde, Türkiye, Hatay meselesi ile
uğraşmakta iken, İngiliz ve Fransız destekli hareketler tekrar başlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk 1936 yılındaki TBMM açılışındaki konuşmasında konuyu
şöyle özetlemiştir:

 

Dâhili işlerimizde
mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dâhilde bulunan iş bu yarayı, bu
korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi, ne pahasına
olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete
tam ve geniş salahiyetler verilmelidir
.’

 

Çetinoğlu: Dersim İsyanı’nın dış bağlantıları hakkında söyleyecekleriniz
vardır mutlaka…

 

Prof. Erzurumlu:
Dersim İsyanı’nın zamanlama olarak, Türkiye’nin Hatay meselesi ile uğraştığı
döneme denk gelmesi dikkat çekicidir. Nitekim, Dersim isyanının elebaşısı Seyid
Rıza, ‘Dersim Generali’ imzasıyla 30 Temmuz 1937 târihinde İngiliz Dışişleri
Bakanı’na yazdığı mektupta şöyle diyordu:

 

‘Sayın Bakan,

Yıllardan beri Türkiye Hükümeti Kürt halkını asimle etmeye
çalışmakta, gazete ve yayınlarını yasaklamakta, anadillerini konuşanlara eziyet
ederek, Kürdistan’ın bereketli topraklarından gidenlerden büyük bir bölümünün
telef olduğu Anadolu’nun çorak topraklarına mecbûrî göçler düzenleyerek bu
insanlara zulmetmektedir. Son olarak Türkiye hükümeti kendisiyle yapılan bir
antlaşma sonucu bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine de girmeye
kalkışmıştır.

Bu olay karşısında Kürtler göçün uzak yollarında can vermek
yerine kendilerini korumak için 1930’da Ararat Tepesi’nde, Zilan ve Beyazıt
Ovası’nda olduğu gibi silâhlara sarıldılar.

 

Üç milyon Kürt, sesimden ekselanslarına sesleniyor ve
hükümetinizin mânevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham
ediyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.’

 

Çetinoğlu: … Ve sonra isyan başladı. Devamını başka bir röportajda
konuşuruz. Efendim, çok teşekkür ederim.

 

Prof. Dr. KENAN ERZURUMLU:

     Amasya İli’nin Suluova İlçesi’nde 1952
yılında doğdu. 1962 yılında Merzifon’da Cumhuriyet İlkokulu’ndan, 1968
yılında Merzifon Lisesi’nden, 1974 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nden diploma aldı. 1981 yılında Genel Cerrahi Uzmanı, 1991 yılında
Doçent, 1996 yılında Profesör oldu.

     1976’dan 1981 yılına kadar ABD’de Genel
Cerrahi alanında çalıştı. Tokat’ın Turhal İlçesi Devlet Hastahânesi’nde
Başhekim olarak tâyin edildi. 1991 yılında Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Tıp Fakültesi’nde Genel Cerahi Uzmanı olarak göreve başladı. 1996 yılında
aynı üniversitenin Uygulama Hastahânesi Baştabibi oldu. 2011 yılında Cerrahî
bölüm başkanlığına terfi etti. 2019 yılında yaş haddidinden emekli oldu.
Hâlen Samsun’da serbest hekim olarak faaliyet göstermekte, kitaplar yazmaya
devam etmektedir.

     Prof. Erzurumlu, evli, 2 evlat
babasıdır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.

Yayınlanmış kitapları:

     Koca Reis Fahri Uzun, Mustafa Kafalı,
Devlet, 21. Yüzyılda Türk Cihan Hâkimiyetinin Jeopolitiği, Geçmişten Günümüze
Mistisizm ve Tasavvuf, Türklüğe Bakış, El Neştere Değince, Gerçeğe Hu diyelim
/ Alevilik ve Bektâşiliğe Farklı Bir Bakış, Ne Amerika, Ne Rusya, Ne Çin /
Her Şey Türklük İçin.   

 

Önceki İçerikOlay ve Şahıslara Bakış
Sonraki İçerikBen Bilmem Kralım Bilir
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.