“Ulusal Giz”
Dürbünü alarak balkona koştum.
Gerçekten de kıçında kocaman bir İngiliz bayrağı görünen bir savaş gemisi,
Samsun limanına demir atıyordu. Karada tutuklanma korkusuna kapılan kimi
arkadaşlara böyle bir şeyin olmayacağını anlattım. Ancak durum kritikti. Kentte
İngiliz kuvvetinin yanı sıra evlere gizlenmiş silahlı Pontus çeteleri ve henüz
hiçbir şeyden habersiz Kaygusuz Türk kalabalığı vardı. Ufak bir kahvaltı yapıp
hükümet konağına gittik. Sancak Başkanı Ethem Bey bizi odasına aldı. Türk-Rum
kavgası üzerine sorduklarıma hiçte Türkleri kayırmayarak cevaplar verdi. Ethem
Bey tam anlamıyla eskimiş bir memurdu. Samsun gibi önemli bir yerde bu adamın
zararlı olacağını düşündüğümden hemen İstanbul’a bir yazı yazarak Dâhiliye
Nazırı Mehmet Ali Bey’den onun yerine daha genç birisinin gönderilmesini
istedim. (3)
İlk düşündüğüm, ülkemizde güvenliğin
bozulmadan korunmasına kendi araçlarımızla gücümüzün yeteceğini göstermek oldu.
Aslında Canik sancağının özel durumu bu alanda en çabuk ve etkili davranışları
gerektiriyordu. Gerçekten Atina’daki ve İstanbul’daki komiteleri besleyen ve
Rumların egemenliğini, Müslümanların tutsaklığını amaç edinen bir Pontus Hükümeti
kurmak isteği, Karadeniz kıyıları ile Amasya ve Tokat çevrelerinde yerleşmiş
Osmanlı Rumlarının hayallerini çılgınca bürümüştü. Zamanında alınan önlemlerle
başarılı sonuçlar elde edildi. Ama alınan bu önlem ve elde edilen sonuçlar,
ancak buraları kapsıyordu. (4)
Çalışmaların güven içinde
yürüyebilmesi için ilk önce en yakın askeri birliğin bizden yana olması
gerekiyordu. Ama Samsundaki 15. Tümen Komutanı benim düşüncelerime karşıt
düşünceler taşıyordu. Benimle beraber Sivas Kolordu Komutanlığı için gelen
Refet Paşa’yı (Bele) Tümen Komutanlığına getirdim. Böylece Samsun artık bizim
denetimimizde sayılırdı. Samsundaki ilgili kişileri yoklamaya başladım. Polis
Müdürü Refik Bey’le hükümet doktoru tam aradığım kişilerdi. Pontus tehlikesine
karşı bir örgüt kurmaya çalışıyor ve Müdefaa-i Hukuk derneğini
destekliyorlardı. Refik Bey ve arkadaşları benim de istedikleri gibi çıkmama
çok sevinmişlerdi ve Samsun da hiç yanımdan ayrılmadılar. Artık açıktan açığa
ulusal kurtuluş propagandasına başladım. Ok yaydan çıkmıştı, bütün arkadaşlar
benim gibi inançla umut aşılamaya çalışıyorlardı.
Kurtuluş Savaşının İlk Neferi
Belediye Başkanını ziyarete giderken belediyenin
önünde bir faciayla karşılaştım. Ayaklarının parmakları patlak postallardan
dışarı fırlamış, üstü başı paramparça, açlıktan avurtları çökmüş, umutsuzluğun
tüm dehşeti gözlerine çökmüş bir Türk Askeri gördüm. O, beni görmüyor ve yüksek
sesle ağlıyordu. Önünde durdum:
–
Asker
ağlamaz arkadaş sen neden ağlıyorsun?
Asker
dilini yutmuş gibiydi sorumu yineledim:
–
Söyle
niye ağlıyorsun?
Askercik
yanık sesiyle:
–
Düşman
memleketi bastı, hükümet beni terhis etti, silahlarımızı elimizden aldılar.
Toprağıma giren düşmanı şimdi ben ne ile öldüreceğim?
–
Üzülme
çocuğum dedim gel benimle.
Sonra
Cevat Abbas Bey’e
–
Cevat
Bey dedim, biraz sonra tümen karargâhına gittiğimizde Binbaşı Mahmut Ekrem
Bey’e söyle, bu çocuğu tepeden tırnağa silahlandırsınlar. Bu bizim yeni
ordumuzun ilk askeridir. (3)
Samsundan edindiğim bilgiler pek de hoş
değildi. Samsun’a iki gün önce 17 Mayısta yüz kadar İngiliz askeri
çıkarılmıştı. Bu askerlerle gelen iki İngiliz yüzbaşının Sivas’a kontrol subayı
olarak gideceklerini öğrenmiştik. Samsun ve çevresindeki Türkler, Pontuslu
çetelerden tedirgin ve yılmıştı. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali bir
başlangıçtı. Bunun ardından İtalyanların Antalya ve Konya çevresinde işgali
genişletmeleri, Samsun ve Trabzon’a Yunan ve diğer işgal kuvvetlerinin
çıkmaları mümkün görünüyordu.
Doğu Cephesi için ayrıca endişelerim
vardı ve bu konuda bazı haberler almış, bir de suikast teşebbüsü yaşamıştım.
Devam edecek
Kaynak:
(3) Hasan İzzettin Dinamo – Kutsal İsyan
(4) 24 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açılışında: “Mütarekeden meclis açılmasına kadar geçen siyasi olaylar hakkında”
ki söylevden alıntı.