Ebüssuûd
Efendi’nin, Boğaziçi Yayınları tarafından okuyucuya sunulan en önemli eseri, 11
ciltlik İrşâdü’l Akli’s-Selim’in ana bölümü 45. sayfada, Fâtiha Sûresinin meâli
ile başlıyor.
1-Bismi’l1âhi’r-Rahmâni’r
Rahîm. 2-Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. 3-O, Rahmân ve Rahîm’dir;
4-Din gününün mâlikidir. 5-Biz ancak Sana ibâdet (kulluk) eder ve ancak Senden
yardım dileriz. 6-Bizi sırat-ı müstakîme (doğru yol) ilet. 7-Nimetlendirdiğin
kimselerin yoluna; gazabına uğrayanların ve sapıkların yoluna değil!
Fâtih’nın
tefsir bölümüne ise Sûrenin isimleri hakkında bilgi verilerek başlanıyor. Bu
isimler: 1-el-Fâtiha, 2-Kur’ân’ın Anası (Ümmü’l-Kur’ân, 3-Kitabın Anası
(Ümmü’l-Kitab), 4-Hazine Sûresi (Sûretü’l-Kenz), 5-Hamd, Şükür, Duâ, Salât,
Şifâ Sûresi, 6-Yedili Mükerrer (Seb’u’l-Mesânî.) Bu isimlerin herbirinin
efrâdını câmi, ağyarını mâni açıklamaları var.
Okuyucunun
fikir edinmesine vesile olmak maksadıyla âyetlerin mânâsı, özetlenerek aşağıya
alınmıştır:
‘Rahmân ve
Rahîm Allah’ın Adıyla (Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Ra- hîm)…’ Fatiha sûresi
‘Besmele’ ile başlamaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm
sûrelerinin başında bulunan Besmele hakkında İslâm ulemâsı arasında şu farklı
görüşler vardır:
1-Sûrelerin başlarında bulunan
Besmelelerden hiçbiri Kur’ân’dan değildir.
2-Besmele, o sûreden bir âyet
olmamakla beraber Kur’ân’dan sayılır ve Kur’ân’ın bütününden başlı başına,
müstakil bir âyettir.
3-Besmele, başında bulunduğu her
sûrenin ilk âyetidir.
4-Besmele, yalnız Fâtiha’dan bir
âyettir. Sûrelerin başlarında bulunan Besmeleler ise o sûreye Besmele ile
başlayıp, ondaki bereket ve fazilete ermek içindir.
5-Besmele, Fâtiha sûresinden tam
bir âyettir ve diğer sûrelerde de bir âyetin bir parçasıdır.
6-Besmele, Fâtiha sûresinin bir âyetinin bir
parçasıdır; diğer sûrelerde ise tam bir âyettir.
7-Besmele, bütün sûrelerde kendisinden sonra
gelen âyetin bir parçasıdır.
8-Besmele, sûrelerin bir parçası olmaksızın,
başında bulunduğu sûreler sayısınca Kur’ân âyetleridir. 9-Besmele, Fâtiha
sûresinden tam bir âyettir; diğer sûrelerdeki Besmeleler ise Kur’ân’dan
değildir.
Besmele’nin mânâsı:
Cenâb-ı Allah’ın isminden yardım dilemek yahut
hayır ve bereket vesilesi olması için O’nunla ilgi kurmaktır. Yâni ‘Allah’ın adıyla okurum veya Allah’ın adıyla
Kur’ân okurum.’ demektir. Hayır ve berekete mazhar olmak, Allah’tan yardım
dilemektir. Yardım, bâzen Allah’ın zâtından bâzen de isminden istenir.
Birincisinin mâhiyeti, fiili gerçekleştirmek için gereken gücün bahşedilmesini
dilemektir. O güç de, usûl âlimlerimizce ‘Kulun
ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan mümkün, müyesser (teysîr edilmiş,
kolaylaştırılmış) kudret’ olarak açıklanmıştır. Fâtiha’nın ‘Biz ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım
dileriz’ meâlindeki 5. âyetinde Allah’ın zâtından yardım istemek söz
konusudur.
Allah ismi celâlinin aslı:
Allah
kelimesinin kökü ‘ilâh’tır. İlâh,
lügatte hak olsun, bâtıl olsun, ‘mabûd /
tapılan’ demektir. Sonra tevhide inananlar ilâh kelimesini genellikle ‘mâbûd-ı bi’l-hak / hak olan mâbûd’ için
kullanmaya başlamışlardır. Allah kelimesi de hak mâbûda mahsus bir isim olarak
O’ndan başkasına verilmemiştir.
Allah’ın
isminden yardım istemeye gelince; bunun mâhiyeti fiilin dinen geçerli sayılması
için Allah’ın adını zikretmektir. Yüce Allah’ın ismi ile başlamayan bir iş,
dinen yok hükmündedir.
Allah
kelimesindeki ‘a’ yı ‘e’ olarak ‘Ellah’
şeklinde okumak hatâlı okuyuştur; namazı bozar ve bu telaffuz ile sarih yemin
gerçekleşmez.
er-Rahman ve er-Rahîm’in mânâsı:
Rahmân ve
Rahim kelimeleri rahmet kökünden gelmektedir. Rahmet ise lügatte, kalbin
yumuşaması ve şefkatle dolmasıdır. Dişi canlılardaki dölyatağına ‘rahim’
denilmesi de bu uzvun, meniyi aldıktan sonra üzerine şefkatle kapanmasından
dolayıdır. Cenâb-ı Allah’ın sıfatı olarak kullanılan rahmetten maksat ise lütuf
ve ihsandır. Bu mânânın kastedilmesi, biz insanlara göre, sebebin adını -uzak
veya yakın- neticesi için kullanmak kabilinden olmaktadır. Çünkü Yüce Allah’ın
isimleri, etkilenmelerden ibâret olan başlangıçlar itibârı ile değil, fakat
fiillerden ibâret olan sonuçlar itibârı ile tefsir edilmektedir. (Zîra Cenâb-ı
Allah, her türlü etkilenmeden münezzehtir.) Rahmân’m mânâsı Rahîm’den daha
kuvvetli ve kapsamlıdır. Bundan dolayıdır ki: ‘Ey dünyada ve âhirette Rahmân olan!…’ ve ‘Ey dünyada Rahim olan!…’ denir.
Kıyas ve genel
kural göz önünde tutulduğunda ve yükselme çizgisi de aşağıdan yukarıya olduğuna
göre Rahîm, Rahmân’dan önce gelmesi gerekir iken, Rahmân daha önce
zikredilmiştir. Bunun sebebi Rahmân’ın yalnız Allah hakkında kullanılır
olmasıdır. Bundan başka Allah’ın yüksek sıfatları, nisbeten daha küçük ve tâli
derecede bulunan sıfadarından daha önce zikredilmeye lâyıktır. Besmele’de
Allah’ın sıfatlarından yalnız Rahmân ve Rahîm’in zikredilmesi, O’nun Rahmet
zincirini hareket ettirmek içindir.
Genel olarak ‘hamd’in mânâsı:
‘Hamd’ birini güzel bir vasıfla övmektir.
Bu güzel vasıf ihtiyarî olabileceği gibi tabiî de olabilir. Hamdin konusu olan
vasıf, varlığını övenin arzu ve irâdesinden alıyorsa o vasıf ihtiyarîdir.
Hamdin konusu vasıf övülende bizâtihi bulunmakta ise o vasıf tabiîdir. Hamd bu
tanımı ile medihten ayrılmaktadır. Çünkü medih, ihtiyarîlik kaydı söz konusu
olmaksızın belli bir vasfa yapılan övgüdür. Bir şeyin tabiatında bulunan bir iyilik
ve güzellik her zaman medhedilebilir. Meselâ güzel bir inci ve güzel bir kadın
methedilebilir; fakat bu güzelliklerinden dolayı onlara hamd edilmez. Ayrıca
medih, nimet veya ihsandan önce ve sonra da yapılabilir.
Bu itibarla
hamd ile medih eşanlamlı / müteradif değildir. Bununla beraber aynı kökten
geldikleri için aralarında büyük türev akrabalığı vardır. Yâni bu iki kelime
tertipteki sıra değişik olsa bile aynı harflerle yazılmakta fakat aralarında
mânâ itibâriyle tenasüb bulunmaktadır.
Hamd, mutlaka bir
ihsandan sonra yapılır. Ancak o ihsanın, hamdeden kimseye ulaşmış olması şart
değildir. Şükürde ise bu şarttır. Çünkü şükür, bir iyiliğe kavlen veya fiilen
veyahut da kalben ta’zîm ile karşılık vermektir. Bunun karşıtı da nankörlüktür.
Yalnız fiilen veya kalben yapılan şükür, ne medihtir, ne de hamddir. Fakat dil
ile yapıldığı zaman hem hamd, hem de medih olur.
‘el-Hamdü lillâhi…nin mânâsı:
‘el-Hamdü li’llâh’ demek ‘Biz Allah’a tam ve kâmil bir hamd ile
hamdederiz.’ demek gibidir. Çünkü ‘Biz
ancak Sana ibâdet eder ve ancak Senden yardım dileriz.’ İfadesi ile ‘el-Hamdü lillâh’ ifâdesi arasında uyum
sağlanması için hamd cümlesinin aslında böyle (fiil cümlesi) olması gerekir. Zîra
her iki cümlede de fail aynıdır.
Âlemlerin Rabbi’nin mânâsı:
Rabb, kayıtsız
olarak yalnız Cenâb-ı Allah için kullanılır. Başkası için ise ancak kayıtlı
olarak kullanılır. ‘Evin rabbi’, ‘hayvanın rabbi’ örneklerinde olduğu
gibi…
Âlem
kelimesinin, kâinattaki varlıkların her biri için kullanılmaması, ancak genel
kabul ve ıstılah bakımındandır. Hakîkati hâlde kâinattaki her bir varlık için
kullanılmasına hiçbir engel yoktur. Zîra bir bütün olarak kâinat ve onun
parçalarından her biri, türlerinin her ferdi, Allah Teâlâ’nın varlığına,
birliğine ve karşı durulmaz kudretine apaçık birer delildir. Çünkü bunların
hepsi, var olmak için bir ezelî ve ebedî Müessire muhtaçtır. Görülen ve
düşünülen, önemli önemsiz ve büyükten küçüğe her şey Mecîd / en yüksek şân ve
şerefe sâhip Yaradan’ın varlığına apaçık bir delil ve tevhid âlemine giden
geniş bir yoldur.
978
EBÜSUÛD
EFENDİ’NİN ŞÂİRLİĞİ – 1
Ebüssuûd
Efendi’nin şiir yazdığına dâir bilgilere sıkça rastlanmakta idi. Ancak şiirlerinin
bulunması, yakın zamanlarda mümkün olmuştur. En önemli şiiri; Kanûnî Sultan
Süleyman Han’ın vefatı sebebiyle yazdığı mersiyedir.
Aslı Arapça olan mersiye’nin Türkçe meâli
aşağıdadır.
1-Yıldırım sesi mi, yoksa Sur’a mı üflendi?
Yeryüzü (bu) Sur’un sesiyle doldu.
2-Bu
yüzden insanların başına büyük bir felâket geldi; bundan dolayı halk (Tur
dağında Musa a.s.’ın bayılması gibi) Tur baygınlığını tattı.
3-O
âfetin meydana gelmesinden dolayı dünyânın düzeni (dengesi) çöktü; ev-bark
(binalar) ve surlar (sağlam kaleler, ne varsa) yıkıldı.
4-En gözde yerleri ıssız çöle dönüştü, hiçbir yerleşim yerinde, ne bir
konak ne bir canlı kaldı.
5-Kâinatın şekli değişti, feleğin yıldızları şekilden şekile girdi.
6-Yüce
dağların zirveleri âdeta muzdarip ve korkuya kapılmış bir kalp gibi sarsılıp
titredi.
7-O yem yeşil bölgeler toz toprakla doldu, hüzünlendi; neredeyse (bütün)
yeryüzü toz ve toprakla dolacaktı.
8-İslâm
ordusundan gelen haber bütün insanları dehşete düşürdü.
9-Nice
üzgünler, gönlü mahsunlar, ağır hastalar, peşpeşe gelen üzüntülerle
inlediler.
10-Ey vah! Ürkütücü, istenmeyen, nefret edilen, kulakların tiksindiği
kara haber ulaştı.
11-Bu haberin dehşeti insanların aklını başından aldı; kimi Mecnun’a,
kimi sarhoşa döndü.
12-
Bu (kötü) haber sebebiyle kalpler param parça oldu. Nerdeyse kırık olmayan kalp
kalmamıştı.
13-(Halkın) göz yaşları, kaynağından boşanmışçasına coşan Tufan’ın ve akan
suların kaynağı gibi (aktı).
14-Göz
kapakları, gözyaşlarıyla dolmuş denizlerde yüzen kan dolu gemiler gibiydi.
15-Karanlıklara
saldıracakmış gibi, aydmlığı olmayan bir gün doğdu.
16-Yoksa bu, zamanın Süleyman’ın ölüm haberi miydi?
17-Heybeti, bütün dünyâyı dolduran, her zâlim ve kibirliye boyun eğdiren
kişinin;
18-Kendisine
karşı çıkan her ifrit’in boyun eğdiği, her zâlim ve başkaldıranın köle olduğu
bir kişinin ( ölüm haberi)!
19-(0
Sultan) dünyâ saltanatının medarı ve merkeziydi. Allah’ın halifesi olarak her
yerde meşhur olmuştu.
20-O,
(Allah nezdinde) makbul olan bir gayretle, dünyamn her tarafına Allah ‘ın
dininin ilkelerini (götüren), yüceltendi.
21-Güzel görüşlü, iyiliklere
yönelen, samîmi ve azimli, kendini merhamete adamış,
22-İhsan
ve adâlet âyetlerine sarılmış, hakça davranan ve insaflı olma hedefine yönelmiş
(bir kişiydi)!
23-Allah yolunda cihad eden ve çalışan; Kuds-i ilâhî tarafindan
desteklenmiş ve zafere ulaşmış (bir sultan).
24-O,
düşmana karşı keskin (bir kılıç); kâfirlere karşı çekilmiş bir kılıç idi.
25-O,
şerefi için dalgalanan ve (dünyânın her tarafına) yayılmış bir sancağı
kendisinde bulunduran yüceltilmiş bir bayraktı.
26-Ülkeleri
dolduran ve dünyânın her bölgesinden oluşmuş bir ordu.
27-O’nun
her tarafta meşhur olmuş savaşları vardır. (Bu savaşların) haberleri her
(kitapta, hatta her) sayfa da yazılmıştır.
28-Ey
gözlerim! Artık durmal Ağla! Ve ebediyen gözyaşlarından ve uykusuzluktan
ayrılma!
29-Uyuma yerine uykusuz
kalmayı koy! Akan gözyaşlarını kan ile değiştir (Gözlerinden yaş yerine kan
aksın)!
30-O gözyaşlarını, yaş döken göz kapaklarından akıtarak, su dolabı gibi
yanakların üzerine dök!
31-Sakın dünyâya bir göz dahi atma! Ona bir an dahi bakma!
32-Ey nefis! Sana ne oluyor da, o sultanın bu dünyâdan göçmesinden sonra
bu dünyâda geri kalıyorsun?
33-Gafil
gafil bu toprak üzerinde nasıl gezersin? O sultanın cesedi bu toprak içerisine
gömülmedi mi?