Ebüsuûd Efendi ve Tefsiri – 1 Ebüssuûd Efendi’nin Hayatı – 1

116

Hoca Çelebi’ olarak da anılır. Tam adı: ‘Ebüssuûd Muhammed ibn Muhammed el-İskilîbî,
el-İmâdî
’dir. Kendisine uygun görülen diğer unvanlar: ‘Müftilenâm, şeyhülislâm, sultânü’l-müfessirîn, hâtimetü’l-müfessirîn,
muallim-i sânî, allâme-i kül, Hoca Çelebi, Ebû Hanîfe-i Sânî
’ olarak
bilinmektedir.  ‘Ebüssuûd’ ismiyle anılsa
da asıl adı Muhammed’dir.

Osmanlı
yükselme döneminin büyük hukuk ve İslâm âlimidir. H. 17 Safer 896 / M. 30
Aralık 1490 târihinde Çorum’un İskilip ilçesine bağlı İmâdlı, günümüzdeki adı
ile ‘Direklibel’  köyünde dünyâya geldi. Bâzı kaynaklarda
İstanbul’un Metris köyünde doğduğu belirtilmektedir.

Ebüssuûd Efendi
ilk tahsilini babasının yanında yaptı. Ondan Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin kelâma
dâir Hâşiyetü’t-Tecrîd ve Şerhu’l-Mevâkıf, belâgata dâir Hâşiye ale’l-Mutavvel
adlı eserleriyle çeşitli tefsir kitaplarını okudu. Babası, vefat edinceye kadar
O’nun yetişmesi için gayret gösterip, ders vererek eğitip, terbiye etmiş ve
icâzet vermiştir. Babasından sonra, meşhur Osmanlı âlimlerinden Müeyyedzâde
Abdürrahmân Efendi’den, tefsir ve hadis ilimlerini öğrendi. Âlim Karamanlı
Mevlânâ Seyyid Süleyman’dan dersler aldı. Son olarak da bâzı kaynaklarda
belirtildiğine göre meşhur Osmanlı âlimi Müftiyyü’s-Sakaleyn İbn-i Kemâl
Paşa’dan da dersler almıştır. Hocası Mevlânâ Seyyid Süleyman’ın kızı Zeyneb
Hanım’la evlendi. Bu evlilikten Ahmet, Mehmet, Mustafa adlarını verdiği üç oğlu;
Hatice, Rahime ve Kerime adlarını verdiği üç kızı oldu.

Ebüssuûd
Efendi’nin oğullarından Ahmed Efendi Şehzade Medresesi’nde müderris iken yirmi
altı yaşında vefat etmiş, daha sonra babasının gömüldüğü hazireye
defnedilmiştir. Diğer oğullarından Mehmed Çelebi, Halep kadılığına kadar
yükselmiş, Mustafa Çelebi de Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapmıştır.
Kızlarından Kerime Hâtun, Rumeli kazaskeri Kafzade Mustafa Feyzullah Efendi’yle
evlendi. Hatice Hâtun, hemşirezadesi ve babasından icazetli ve şeyhülislâmlığa
kadar yükselen Abdülkadir Efendi’yle evlendi. Rahime Hâtun, Zenbilli Ali
Efendi’nin oğlu Fudayl ile evlendi.

 Ebüssuûd Efendi, çocukluk ve gençlik yıllarından
itibâren babasından zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil etmiştir. Ebüssuûd
Efendi’nin babası Şeyh Muhyiddîn, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın oğlu Şehzâde  Bayezit’in Amasya sancak beyliği sırasında
sevgisini ve dostluğunu kazanmıştı. Bayezit’in padişah olmasından kısa bir süre
sonra İstanbul’a dâvet edilmiş ve Fâtih semtinde, Sultanselim civârında kendisi
için bir tekke inşa ettirilmiştir. (bu tekke daha sonra Sivâsî Tekkesi diye
tanınmıştır)

Hünkâr Şeyhi’ olarak bilinen, Ali
Kuşçu’nun talebesinden olup O’nun ölümünden sonra tasavvuf makamına geçmiş
bulunan Muhyiddîn Yavsı ibn Mustafâ el-İmâdî el-İskilîbî, annesi de Ali
Kuşçu’nun yeğeni veya bir rivâyete göre kendi kızı Sultan Hâtun’dur. Bu ikinci
ihtimâle göre Ebûssuûd Efendi, Ali Kuşçu’nun torunu olmaktadır.

İmâdî
nisbesine bakarak Ebûssuûd’u kürt asıllı gösterenler olmuştur. Bu yüzden
bâzıları O’nun, Güneydoğu Anadolu’da bulunan, şimdi Irak toprakları içinde
kalan İmâdiye’li olduğunu zennetmiş bâzıları da İmâd’ı, Âmid ile karıştırarak
O’nun Diyarbakırlı olduğunu yazmıştır.

Âlî Mustafa
Efendi ve Peçuylu İbrâhim’in İmâd’ı İmâdiye ile karıştırarak Ebüssuûd Efendi’yi
Kürt asıllı göstermeleri de yanlıştır. Zira Ebüssuûd Efendi’nin ailesinin şimdi
Irak topraklarında kalmış bulunan İmâdiye ile hiçbir alâkası yoktur. En büyük
hayratı İskilip’tedir.

Ebüssuûd
Efendi ilk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde 1516’da Çankırı Medresesi’ne,
buraya gitmekte tereddüt göstermesi üzerine de İnegöl İshak Paşa Medresesi’ne
tâyin edildi. 1520’de buradaki görev süresi sona erince ertesi yıl Dâvud Paşa
Medresesi’nde, bir yıl sonra 1522’de Mahmud Paşa Medresesi’nde görevlendirildi.
1525 yılında Vezir Mustafa Paşa’nın Gebze’de inşa ettirdiği medreseye tâyin
edildi. Bir yıl sonra Bursa Sultâniye pâyesine lâyık görülen Ebüssuûd Efendi
1528’de Medâris-i Semâniyye’den Müftü Medresesi’ne müderris oldu. Beş yıl bu
vazifede kaldıktan sonra önce Bursa, Kasım 1533’te İstanbul kadılığına
getirildi. 1537 yılında Rumeli Kazaskerliği’ne yükseltildi ve hemen sefere
katıldı. Kara Boğdan, Estergon ve Budin seferlerinde padişahın yanında yer
aldı. Budin’in fethinden sonra şehirde ilk cuma namazı O’nun tarafından
kıldırıldı. Sekiz yıl Rumeli kazaskeri olarak görev yapan Ebüssuûd Efendi Ekim
1545’te Fenârîzâde Muhyiddin Efendi’nin yerine şeyhülislâm oldu.

Ebüssuûd
Efendi kazaskerliği ve şeyhülislâmlığı sırasında özellikle ilmî rütbe, mevki ve
kademeleri sistematik bir düzene kavuşturmaya çalıştı. O’nun Rumeli
kazaskerliğine kadar sistemli bir mülâzemet usulü yoktu. Bu durum birtakım
şikâyetlere yol açınca Kanûnî’nin emriyle meselenin halli için görevlendirildi.
Ebüssuûd Efendi önce her pâyede âlimlerin ne kadar mülâzım vereceklerini tesbit
etti, daha sonra da yedi yılda bir mülâzemet usulünü kanunlaştırdı.
Medreselerden mezun olan dânişmendlerin kazaskerlerin meclisindeki ‘matlab’
veya ‘rûznâme’ denilen deftere kaydolarak sıra beklemeleri şartını getiren bu
usul bazan ihlâl edilmişse de uzun yıllar düzenli şekilde uygulanmıştır.

Osmanlı
şeyhülislâmları arasında daha çok verdiği fetvalarla tanınan Ebüssuûd Efendi,
özellikle Batınîliği benimseyen mutasavvıflara karşı koydu.

Başarılı
olduğu için Kanûnî’nin vefatından sonra, oğlu Sultan İkinci Selim Han döneminde
de şeyhülislâm olarak vazifesine devam etti. Osmanlı Devleti’nde şeyhülislâmlık
makamına getirilmiş 131 kişinin içerisinde, en uzun müddetle hizmet gören
kişidir. Aynı zamanda, hazırladığı kanunnamelerle Sultan Süleyman Han’a ‘Kanûnî’ lâkabını kazandıran
şeyhülislâmdır.

Hanefî fıkhı,
Türk örfi hukuku, hâkanın, devletin yüksek menfaatleri için koyma hakkı ve
vazifesi olan hukûkî düzenlemeler ve Osmanlı Cihan Devleti’nin ihtiyaçlarını en
iyi şekilde, hatta birkaç asır boyunca karşılayacak kanunlar hazırladı. Hükümdar
ile bu hususta, tam bir âhenk içinde çalıştı. Sultan Süleyman Han da bu
kanunları onaylayıp yürürlüğe koydu ve aynen uygulanmasına titizlik gösterdi.
Bu bakımdan Türk milletinin yetiştirdiği en büyük hukuk dehâlarından biridir.
Aynı zamanda Osmanlı şâirlerinin içinde seçkin bir yeri vardır. ‘En mükemmel Arapça şiir yazan Türk
olduğu belirtilir.

Kendisi gibi
âlimler yetiştirdi: Kanûnî Sultan Süleyman Han ve Sultan İkinci Selim Han
dönemlerinde Şeyhülislâmlık yapan Ebüssuûd Efendi,  Sultan Üçüncü Murad Han ve Üçüncü Mehmed Han
dönemlerinde şeyhülislâmlık, kazaskerlik yapan ve diğer ilmî mevkilerde bulunan
birçok âlimin hocası olmuştur. Şeyhülislâm Mâlulzâde Seyyid Mehmed, Abdülkadir
Şeyhî, Hoca Sâdeddin, Bostanzâde Mehmed ve Sun‘ullah efendilerle Bostanzâde
Mustafa, Cenâbî Mustafa Efendi, Şâir Bâkî, Hâce-i Sultânî Atâullah, Tezkireci
Âşık Çelebi ve Kınalızâde Hasan Çelebi, Ebülmeyâmin Mustafa Efendi ve Ali
Cemâlî Efendi’nin oğlu Fudayl Çelebi gibi âlimler bunlar arasında sayılabilir.

Verdiği
fetvâlarla Kanûnî’nin, günümüzde ‘Ezidîler
olarak da anılan Yezidîlere karşı hareketlerini ve İkinci Selim Han’ın Kıbrıs
seferini destekleyen fetvâlar verdi. Verdiği fetvâların arasında dikkat çekici
olarak Karagöz oyunları gösterileri ve o zaman yeni olarak Osmanlı ülkesine
girmekte olan kahve içilmesi konuları bulunmaktadır.

Bâzı
kaynaklarda kem kalem erbabı, Kıbrıs’ın fethini, Sultan’ın şarap düşkünlüğü ile
irtibatlandırır. Güya Kıbrıs’ta yetiştirilen üzümlerden dönemin en kaliteli
şarapları elde edilirmiş… Osmanlı’da padişahlık makamı, mutlak otoritenin
kaynağıdır. Bunda şüphe yok. Fakat bu otorite, ilgili mercilerde kesin karar
alındıktan sonra geçerlidir. Eüssuûd Efendi, yeri geldiğinde, Kanûnî Sultan
Süleyman Han’a bile karşı koymuş, bildiği doğrulara aykırı hiçbir harekete izin
vermemiştir. Bu durumda, üzüm ve şarap meselesi, iftiranın ötesinde bir mânâ
ifâde etmiyor.

Diğer
taraftan, Kıbrıs, mevki itibariyle günümüzde de dünyanın en stratejik
bölgelerinden biridir. Sultan, Ebüssuûd ve karar mekanizmasındaki diğer zevat, 5
asır öncesinden bu hakîkati tespit etmişler. Bir devlet, ancak ileriyi gören
yönetim kadrolarıyla cihan devleti hâline gelebilir.                                                                                                                     

                                                                                                                              
(DEVAM EDECEK)

 

 İRŞÂDÜ’L AKLİ’S-SELİM – 1

 

Tefsirin tam adı; ‘İrşâd-ı akl-ı selim ila mezâvay-ı Kitabil Kerim’dir. Türkçe
karşılığı; ‘Kur’ân-ı Kerîm’in
meziyetlerinin aklıselim’e açıklanması
’ olarak ifâde edilebilir.

Boğaziçi Yayınları tarafından 19,5 X 27,5
santim ölçülerinde 11 ciltte 5.359 sayfa hacimle basılan eserin künyesi: *Proje
ve Koordinasyon: Ergun Göze. *Tercüme: Ali Akın (Diyânet İşleri Başkanı E.
Danışmanı) *Redaksiyon: H. Necati Demirtaş. *Teknik Hazırlık: Mesut Zeybek.
*Kapak ve İç Tasarım: Harun Tan. *Yapım: Yazıevi. *Baskı: Enes Matbaası. *İstanbul,
2021.

492 sayfa hacimli 1. Ciltte, yer alan bölüm
başlıklarından bâzıları: *Yayınevinin Sunuşu (s: 17-38), *Müellifin Önsözü:
(39-44), *Fatihâtü’l-Kitab Sûresi (45-69), *El-Bakara Sûresi (71-478), İndeks:
(s: 479-492)

Âyetlerin önce meali, sonra tefsiri veriliyor.
Bu disiplin, son sayfaya kadar aynen devam ettirilmektedir.

Büyük İslâm İlmihali’nin yazarı Türk din
âlimi ve Cumhuriyet döneminin 5. Diyânet İşleri Başkanı Ömer Nasuhî Bilmen
(1882-1971), Ebüssuûd Tefsiri’nin yazılışından 500 sene sonra kaleme aldığı ‘Tabakattü’l Müfessirin / Tefsir Yazarları
isimli eserinde Ebüssuûd Efendi’nin eseri hakkında şunları yazıyor:

 Merhum Ebüssuûd; Keşşâf ile Envâr’üt-Tenzil’i
esas tutmuş, bunların bütün güzelliklerini bir araya toplamış, bunları yeni
yeni düşüncelerle ve işâretli nüktelerle bir kat daha yükseltmiştir.

Ebüssuûd Efendi bu
iki tefsiri kaynak olarak kabul etmiş, bâzen banların ibârelerini aynen bile
almış olmakla beraber birçok yerlerde Zemahşerî’nin sözlerininin hasta
taraflarını göstermiş ve tenkit etmiş, bunların tefsirlerinde o kadar izah
edilememiş olan bir nice mühim meseleleri derinliğine incelemiş ve
açıklamıştır.

Bu büyük müfessir,
son asırlarda guruba varmış gibi görünen ilim ve irfan güneşinin tekrar
inkişafına güzel bir hizmet etmiş, Türk âleminin yüzünü güldürmüş, ma’rifet ve
fazilet çehresini yeni şeref hâlesiyle tezyin eylemiştir.

Bu girişten sonra Ömer Nasuhî Hoca, muhterem
allâme, büyük bir vukufla bu üç tefsiri kıyaslamış ve değerlendirmiş, her
birisinin diğerine üstün olan taraflarını büyük bir tarafsızlıkla belirttikten
sonra son hükmünü de açıkça ortaya koymuştur. Tefsirler arasında yaptığı mukayese
sonuçlarını madde sırasıyla vermiştir. Buna göre dört noktada Kaazî Beyzavî, Ebüssuûd
Tefsirinden üstündür.

-Kaazî Tefsiri,
kıdemli, yâni daha eski olduğu için kendinden sonrakilere tabiî bir kaynak
olmuştur. Bu dirâyet tefsiri selis ve latiftir.

-Kaazî Tefsirinde
Zemahşerî’nin kendi kabuğuna çekilmesi sebebiyle ileri sürülmüş düşüncelerin
tashihi yoluna gidilmiştir.

-Kaazî Tefsiri,
ulemânın çok bulunduğu bir devirde onların tasvibine mazhar olmuştur.

-Kaazî Tefsiri kıraat
cihetiyle de alâkalı olup, hikmet ve tasavvuf yönü de olduğu için tedrise
elverişli bulunmuş ve Ebüssuûd merhum da bu tefsirden faydalanmıştır.

İşte bu gibi
hususlardan dolayı Kaazî Tefsiri, Ebüssuûd Tefsirinden üstündür.

Bu düşünceleri tam bir tarafsızlıkla serd
ettikten sonra Bilmen Hoca şimdi Ebüssuûd Tefsirine dönmekte ve şu noktaları
tesbit etmektedir.

-Ebüssuûd Tefsiri
Kaazî Tefsirinden tafsilatlı olup muhteviyatı daha çeşitli, düşünceleri daha
isâbetli ve faydalıdır. Diğerlerinden daha sonra yazılmış olduğu için Kaazî
Tefsiri ve Keşşâfın muhteviyatına, onlara lüzum bırakmayacak derecede sâhiptir.
Üstelik ilâveten onlarda bulunmayan bir hayli bahse de mâliktir.

-Ebüssuûd Efendi,
dirâyet hususunda büyük bir başarı göstermekle beâraber, rivâyet yolunu da
Kaazî’den daha fazla kullanmış, tefsirini birçok hadîs-i şeriflerle donatmaya
çalışmış, itikaadî, fıkhî, târihî mesele ve olaylarla daha fazla alâkadar
olmuştur.

-Ebüssuûd Efendi de
Kaazî gibi, Keşşâfın topluluktan ayrılmasına temas eden noktalarını ıslaha
çalışmış, Keşşâfın tevillerine zıt bir tevil tarzı ihtiyar etmiştir. Bu hususta
Ebüssuûd merhumun ihtiyar ettiği tevil tarzı Kaazî’ninkinden daha kuvvetli ve
daha derin inceleyen durumdadır.

-Ebüssuûd merhumun
tefsirinde, söz dizimi disiplini, edebî tahliller daha çoktur. Âyetlerin
arasındaki münâsebet ve insicam gösterilmiştir. Bu tefsirin yazılışındaki
belâgat, tertibindeki ahenk, üslûbundaki ulviyet, ifâdesindeki nezâhet insanı
büyüleyecek derecededir. Ayrıca, ibâreleri açık olduğundan, okunması kolay olup
hâşiyelere ihtiyaç göstermez.

-Ebüssuûd Tefsiri,
Kaazî Tefsiri hakkında ileri sürülen tenkitlerden sonra yazılmış olduğu için
Kaazî’nin uğramış olduğu suçlamalardan uzaktır. 

O kadar ki Kaazî’nin
müsamaha gösterdiği bazı yerlerde Ebüssuûd karşı düşünceler ortaya koyarak
gerçeğin yüzündeki perdeyi kaldırmıştır.

-Kaazî, Şafiî
mezhebinde ve Eş’arî itikadındadır. Ebüssuûd ise Hanefi mezhebinde ve Maâürîdî
itikadındadır. Bu sebeble fıkha, akaide ait ihtilaflı meselelerde Ebüssuûd
mensub olduğu mezhep ve itikadın yolunu takviye etmiş, âyât-ı celileyi o vadide
tefsir ederek gerekli mütalâaları ortaya koymuştur.

Binaenaleyh bu gibi
hususlardan dolayı da Ebüssuûd Tefsiri bizce Kaazî Tefsirine üstün gelmektedir.

Hulasa-i kelâm Kaazî
Beyzavî’nin tefsiri pek güzel, pek faydalı, fevkalâde mühim olmakla beraber
mütalâa erbabını Ebüssuûd Tefsiri’nden müstağni* edemez, fakat Ebüssuûd
merhumun tefsiri Kaazî Tefsiri’nden müstağni edebilir.

*müstağni: İhtiyaç hissetmemek.

Muhterem Ömer Nasuhî Bilmen Hoca bu kat’i
hükmüyle meseleyi bağladıktan ve hem Kaazî Beyzavî’ye hem Zemahşerî’ye rahmet diledikten
sonra bu fikrini açıklayacak iki misal de vermektedir ki bunlardan birincisi:

Cenâb-ı Hakk’ın, 9.
sûrenin 43. âyetinde, Resûl-ü Ekrem’e sitemini anlatırken müfessire gerekli
olan, nezâket ve nezâheti göstermediğidir. Gerçekten Zemahşerî tefsirinde 9.
sûre (Tevbe) 43. âyetteki ‘Afaallahü
Anke…
’ ibâresini, ‘Hatâ ettin, ne
fenâ yaptın
’ tarzında yorumlamıştır. Halbuki burada söz konusu Resûl-ü
Ekrem’in Tebük Gazvesi’ne iştirak etmemek için mâzeret beyan edenlerin
mâzeretlerini kabul etmesinden ibâretti ve tevbih edilecek bir şey olmayıp
şer’i tâbiriyle ancak bir ‘terk-i evlâ
/ uygun olmamakla birlikte, haram ve
günah sayılmayan uygulama
)  idi. Bu bakımdan
böyle bir ifâde Zemahşerî gibi beliğ bir allâme için bir noksan olarak görülmüş
ve bu yüzden İmam Sübkî gibi âlimler Keşşâfi okutmaktan el çekmişlerdir.

Bu böyle iken Kaazî
Beyzavî de Zemahşerî’ye uymuş ve o da edebî bir nakisa irtikap etmiştir. Muhaşşi
(haşiyeci) Şihap diyor ki ‘Kaazî için lâzım idi ki, buna benzer yerlerde
Zemahşerî’ye uymasın.’

Hasılı Kaazî, bu
âyet-i kerîmenin tefsirinde, kendisi gibi mütefekkir edib bir müfessirden
beklenilen hâkimane tetkikatı îfa ve nezaheti beyânı muhafaza edememiştir.

Buna mukabil, Ebüssuûd
Efendi, bu konuda hem gerekli nezahet ve hem de nezâketi göstermiştir şöyle ki:

‘Aleyhisselatı
Vesselam Efendimiz, cihada iştirak etmemek için izin isteyenlerin, mâzeretlerine
mebni kendilerine izin vermiş, hakikati hâlin incilâ ve inkişafına teennide
bulunmamıştı. Bu ise evlâ ve efdal olanı terkten başka bir şey değildir. İşte
‘Afaallahü anke’ nazm-ı şerifi Resûl-ü Ekrem’den sudur eden bu terk-i evlâ’dan
dolayı afv-ı İlâhîye mazhar olduğunu sarahaten göstermektedir.

BOĞAZİÇİ YAYINLARI:

Alemdar Mahallesi Çatalçeşme
Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer:
0.212-526 09 77  e-posta:
bogazici@bogaziciyayinlari.com
//   www.bogaziciyayinlari.com.tr  

(DEVAM EDECEK)

 

Önceki İçerikKara Gün Sakın Ola ki Tekrar Etmesin!
Sonraki İçerikEmirdağ Güvecindeki Vatan Mutfaktaki Vatan-II
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.