“Devletin hava ülkesindeki
(sahasındaki) egemenlik sahasının sınırsız olduğu görüşü uzay hukuku kuralları
ile değişmiştir. Uzayın bilimsel anlamda tanımı, atmosferin dikey sınırı
meselesi açısından da son derece öneme sahiptir. Çünkü uzay, devletlerin kara
ve deniz ülkesi üzerinde yükselen hava tabakalarının aksine, insanlığın ortak
malı olarak kabul edilmektedir. Diğer yandan pozitif uluslararası hukuk
bakımından uzay kavramı, yalnız uzay boşluğunu değil, aynı zamanda dünya ve
onun atmosferi dışındaki tüm gök cisimlerini (insan yapımı uydular hariç) de
kapsamaktadır.” (1)
Uzay, Ay ve diğer gök cisimleri,
egemenlik iddialarına ve milli iktisaba konu olamazlar. Ancak uzaya fırlatılan
cismi (uydu vb.) sicile kaydedilmiş olan Devlet, bu cisim ve üzerindeki
şahıslar üzerinde uzayda iken yetki ve kontrolünü muhafaza eder.(2)
Birleşmiş Milletler Online
Endeksi’ne göre bugün (15 Mart 2022) itibariyle dünya yörüngesinde 8576
bireysel uydu bulunuyor. Bu alanda ABD 4364 adet uydu ile başı çekiyor. ABD’yi
1553 uydu ile Rusya, 655 adet ile Çin ve 524 adet ile İngiltere (Birleşik
Krallık) izliyor. Türkiye’nin uydu sayısı ise 16. En son 13 Ocak 2022 tarihinde
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi tarafından eğitim ve araştırma amacıyla
üretilen Grizu-263 ile Türkiye’nin uydu sayısı 16’ya yükselmiş durumda. (3)
Neden Bu Kadar Çok
Uydu Var?
Uydular çeşitli kullanım amaçları
ile üretilip uzaya gönderilmektedirler. Bunlar arasında iletişim, dünya gözlem,
teknoloji geliştirme ve sergileme, navigasyon ve konumlandırma, uzay bilimi ve
gökbilimi, yerbilim gibi muhtelif amaçlar yer almaktadır. Uyduların yer altı
kaynaklarının (maden vb gibi) tespitinden tutun, meteorolojik gözlemlerin
yapılmasına, küresel seyahat ve lojistik ağının sağlanması ve denetimine kadar
pek çok ekonomik amacı bulunmaktadır. Ancak bu kadar çok uydu gönderilmesinin
asıl amacının istihbarat sağlamak ve askeri amaçlar olduğunu bilmek lazım.
Bugün sıradan kullanıcıların bile Google Earth sayesinde oturduğu yerden
dünyanın bir ucunda havuz başında güneşlenen bir insanın fotoğrafını
çekebildiğini göz önüne alırsak, devletlerin uydular vasıtasıyla nasıl bir
istihbarat gücüne sahip olduklarını daha iyi anlayabiliriz. Ancak savaş
uçaklarının, savaş gemilerinin, kara birliklerinin, binlerce kilometre uzaktaki
pireyi gözünden vuran füzelerin elinin, ayağının, gözünün ve kulağının uydular
olduğunu bütün bu devasa askeri düzeneğin uydular sayesinde faaliyet
gösterdiklerini bilmek lazım.
Ülkelerin hava kontrol ve savunma
sistemlerinin, kara ve deniz kontrollerinin uydular sayesinde ayakta
kaldıklarını da bir kenara yazmak lazım. Yine uydular aracılığıyla herhangi bir
ülkenin konusu yazılım olan herhangi bir savunma sisteminin rahatlıkla devre
dışı bırakılabileceğini de bilmek gerekmektedir. Bu manada uzayda uydu
hakimiyeti olan bir ülkenin istediği herhangi bir ülkenin hava savunma
sistemleri başta olmak üzere genel olarak bütün savunma sistemlerini oturduğu
yerden kilitleyebilmesi mümkündür.
Bir ülke kendi uyduları vasıtasıyla
başka ülkelerin savunma sistemlerini bertaraf edemese bile, en azından o
ülkenin uydularını saf dışı bırakarak uydusuz kalan bir ülkeyi kör, sağır ve
hatta elsiz-ayaksız bir rakip haline getirebilir. Bu nedenle, uzayda fazla
sayıda uydu bulundurmanın yanı sıra, diğer devletlerin uzaydaki uydularının
sayılarını, hareketlerini denetleme ve gerektiğinde bunlara müdahale
edebilmenin yollarını aramak Türkiye için gerçek anlamda bir ulusal güvenlik
meselesidir.
Nitekim hafızam beni
yanıltmıyorsa 2002 veya 2003 yılında (Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanı olduğu
dönemdi) TSK bünyesinde dördüncü bir kuvvet olarak Uzay Kuvvetleri Komutanlığı
kurulması için bir planlama yapılmaktaydı. Ancak ülkedeki siyasi iktidarın
vizyonu böyle bir projenin önemini anlamak için yeterli olmadığından proje
hayata geçmedi.
Burada bir parantez açarak kısa
bir açıklama yapalım. Evrenin oluşumu hakkında bugün için kabul edilen en genel
geçer teori olan Big Bang Teorisi’ne göre evren evren sonsuz küçüklükte ve
sonsuz sıcaklıkta bir noktanın patlamasıyla meydana gelmiştir. Bu büyük
patlamanın meydana getirdiği merkezkaç gücün etkisiyle genişlemeye başlamıştır
ve bu genişleme hala devam etmektedir. Ancak bu teori de akıllara başka başka
sorular getirmektedir. Evren neyin içinde genişliyor ve evrenin içinde
genişlediği “şeyin” içinde başka evrenler de var mı? yine o evrenin içinde
genişlediği “şey” de başka bir “şeyin” içinde mi ve ondan da başka “şeyler” var
mı?
Konumuza dönecek olursak uzay
çalışmaları Türkiye için olmazsa olmaz derecede hayati bir konudur. Bu nedenle
Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir” sözüne iyi kulak vermek ve buradaki “gökler”
kavramını sadece kuşların uçtuğu hava sahası veya uyduların döndüğü alan ve
hatta uzay boşluğu olarak bile kabul etmemek lazım. “Gökler” kavramını geniş
anlayıp gözümüzü ve ufkumuzu evrenin içinde genişlediği “şeye” ve hatta o şeyi
de içinde barındıran “şeye” genişletmek lazım. Bu yazıda genel olarak
uydulardan ve onların kullanım alanlarından bahsetmeye çalıştık ama bu konuyu
sadece uydular ile kısıtlı olarak görmemek gerekmektedir. Uzay ne kadar büyük
ve geniş bir saha ise bu alanda yapılabilecek çalışmalar da o kadar büyük ve
geniştir. Zamanın izafiliğinden mekanın bükülebilmesine, oradan moleküler
transportasyona kadar her türlü çalışmayı bu kapsama dahil edebilirsiniz.
Ama bunların boş işler olduğunu
düşünüyorsanız; ihale kovalamak, kamunun imkânlarıyla finanse edilen projeleri
kullanarak zenginleşmek, küçük siyasi menfaatlerin peşinden koşmak, doktorlara
çatmak daha cazip ve önemli geliyorsa buna yapabileceğim hiçbir şey yok.
“Kul innemâ enâ munżir(un)(s) vemâ
min ilâhin illa(A)llâhu-lvâhidu-lkahhâr(u)” der geçerim. Vesselam…
(1) Gündüz, Arslan:
Milletlerarası Hukuk, Ed: Günel, Reşat Volkan, Beta Basım, 11. Baskı, İstanbul,
2021, s. 434.
(2) Arslan, s. 435.
(3) https://www.unoosa.org/oosa/osoindex/search-ng.jspx?lf_id=