Konudan Konuya (23)

98

     Herkesin bir
vatanı vardır. Ama herkes kendi vatanını başkalarının vatanından daha çok
sever. Çünkü orası yaşadığı acı tatlı hatıraların mekânıdır. Fakat diğer
insanların kendi vatanlarını sevmelerini de, tabii karşılamalı. Onların vatan
sevgilerine saygı duymalı. Böyle yapmayıp da, “Sadece benimki vatandır!” deyip,
diğer vatanları; vatandan saymazsa, bu bir nevi ırkçılıktır.

     Herkes babasını,
diğer babalardan daha çok sever ve sevmeli. Ama diğer babalara da saygı
duymalı. Fakat “Sadece benim babam babadır!” deyip de, diğerlerini “Baba”
saymadığı için, sevgi ve saygıya değer bulmuyor ise, bu da bir çeşit
ırkçılıktır.

     İnsan annesini çok
sever. Öteki analarla kıyaslanamayacak şekilde çok sever. Sevmeli de. Fakat
diğer annelere de saygı duymalı. Onları da, kendi anası gibi sevgi, saygı ve
hürmete lâyık görmeli. Böyle yapmayıp da, “Anne deyince, bir tek ana vardır. O
da benimki! Başkaları ana sayılmaz!” derse, işte bu ırkçılıktır.

     Bu şekilde birçok
misal ve örnek verilebilir. Fakat insan, tabiri caizse, “Rabbena hep bana!”
dememeli.

     Herkes, aralarında
doğup büyüdüğü milletini sever ve sevmeli. Ama diğer milletlere de, saygı duymalı.
Mensuplarını; kendi milletinden ve din kardeşlerinden olmasa bile, insan olarak
kardeşleri olduğunu unutmamalı. Aksi duyuş ve bakış tarzları; gayri insanî /
insanca olmayan bir davranıştır.

     İşte bu
ırkçılıktır! Uzak durmalı.

     Yunusca bir tavır
sergilemeli; yaratılmışı, Yaratandan ötürü sevmeliyiz.

     Her şeyin müspeti,
mendîsi / olumlusu, olumsuzu olduğu gibi, millete bakışın da, iki yönü vardır:

     Müspet milliyet,
menfî milliyet. Biri yerinde ve doğru bir yaklaşım. Diğeri menfî, ırkçı bir
davranış olup, terk edilmesi gerekir.

     Şu hususları da,
göz ardı etmemek lâzım. İnsanın milletinden övgüyle bahsetmesi, diğer
milletleri kötülüyor ve yeriyor demek değildir.

     İnsanın vatan
sevgisini, milletine bağlılığını dile getirmesi; başkalarını rahatsız etmemeli.

     Arkadaşıyla
konuşan birinin ona “Sen ne iyi bir insansın.” dediğinde, yanındaki diğer
arkadaşının “Yani ben kötü müyüm?” diyerek, menfî bir mânâ ve anlam çıkarması;
ne kadar yanlış ve yersiz bir tepkidir. Çünkü birini övmek, diğerini yermek
demek değildir.

     İnsanın yeri
geldiğinde milletini övmesi ve bununla övünmesi karşısında; işitenin menfî
duygular edinmesine yol açması; “Yarası olan gocunur!” hükmünce, çok çirkin,
yanlış bir tepki ve davranıştır.  

  X

     “Geziye çıkmadım,
çıkamadım! Çünkü yeteri kadar param pulum yok!” diye üzülmeyin. Yolculuğa kendi
içinizden başlayın. Asıl kendinizi bilmek, bulmak, anlamak ve keşfetmek için,
kendinizden kendinize, yani iç âleminize doğru maddeten ve mânen yola çıkın.
Bakın neler göreceksiniz neler. Hem de beş kuruş harcamadan.

     “Dünyaya keşfetmek
için bakın.” denildiği gibi, siz de kendinizi keşfetmek için, kendi içinizde
seyahate çıkın. Çünkü seyrine doyum olmayan bir gezi yaparak; kendinizi fethe
çıkmış olacaksınız.

     Zaten bu fetih
gerçekleşince; çok şeyin içyüzü de anlaşılmış olacak.

     Bu maceralı
yolculukta, yepyeni bir heyecan duymak istiyorsanız, daha ne duruyorsunuz be
dostlar:

     “Haydin sefere!”

X

     Arkadaşını çok
mutlu ve sevinçli gören Erdem:

     “Seni çok neşeli, mesrur ve sevinçli
görüyorum birader! Acaba sebebini öğrenebilir miyim?” diye sormaktan kendini
alamaz. Arkadaşı:

     “Sorma birader
der. Bu gece sabaha kadar üç yüz sayfalık bir kitap okudum ve sadece bir kelime
öğrendim! İşte sevincim bu yüzden!”

     Erdem, Hz.
Ali’nin:

     “Bana bir kelime
öğretenin, kulu kölesi olurum!” anlamına gelen sözünün hikmet ve inceliğini bir
kere daha, müşahhas ve somut bir şekilde anlamış olur.

X

     “Kur’anı anlamadan
okuyorsan, hiç okuma daha iyi!” Diyenlere deriz ki:

     Elbette Kur’anın
mânası bilinerek okunması çok daha iyi.

     Fakat mânâsını
bilmese de; Kur’an İlâhî bir kelâm olduğu için, diğer kitap okuyuşlarında
olmayan ve hiçbir kitabın lâfzında bulunmayan bir müessiriyeti, etkisi ve ruha
tarifi imkânsız bir işleyişi vardır.

     Bunun içindir ki,
mânâsı bilinmese de, okumaktan vazgeçmemeli.

     Nitekim
kullandığımız ilaçların terkibini bilmeyişimiz; onları kullanmayı bırakmamızı
nasıl gerektirmiyorsa, ilâcın mahiyetini bilmeyişimiz de; ilaçtan istifademize
bir engel teşkil etmez.

     Hastaya: “İlacın
nasıl ve neden yapıldığını bilmiyorsan, o halde kullanma!” denilmez.

     Çünkü ilacın
tesiri; hastanın ilacın terkibini bilmesine bağlı değildir.  

Önceki İçerikKültür Târihçisi, Edip ve Muharrir DURSUN GÜRLEK İle ‘OKUMAK’ Hakkında Konuştuk.
Sonraki İçerikHürriyet/Özgürlük ve İstiklâl/Bağımsızlık Benim de Karakterimdir
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.