Geçen yazımda, toplumun kural koyması ve bu kurallara
uyulması, insanın fıtratında, yani genetiğinde var demiştim. Bakınız, ünlü
siyaset bilimci Fukuyama, 2014 tarihli Siyasî Düzen ve Siyasî Çözülme kitabında
bu hâli şöyle anlatıyor:
İnsanlar, doğaları gereği, norm yaratan ve normlara uyan
yaratıklardır. Kendileri için toplumdaki münasebetleri düzenleyen ve grupların
birlikte hareket etmesini sağlayan kurallar koyarlar. Bu kurallar gerçi
rasyonel bir şekilde tasarlanabilir veya tartışılabilir, fakat normlara uyma
davranışı genelde mantığa değil gurura, suçluluk duygusuna, öfke ve utanca
dayalıdır. Çoğu zaman normlara bizatihi bir değer, hatta kutsiyet atfedilir.
Birçok farklı toplumun dinî kanunlarında olduğu gibi… Kurum, zaman içinde
sürekliliğe sahip bir kuraldan ibarettir; bundan dolayı insanların
davranışlarını kurum hâline getirmeleri de doğal bir eğilimdir. Kurumlar, bizatihi
kendilerine bir iç değer atfetmenin olağanlığından ötürü, kurumlar son derece
muhafazakârdırlar, yani, değişmeye direnirler. (Farrar, Strauss ve Giroux, 2104
baskısı, sayfa, aynı konu için https://bit.ly/2TnfsvC bağlantısına ve oradaki
atıflara da bakabilirsiniz.)
Nereden biliyorsun?
Böyle hükümlere, bir büyük adam böyle dedi diye inanılmaz.
Fukuyama’nın sözleri bir ispat değil, bir tasvirdir. Fakat yukarıdaki gibi
kocaman iddialar yığınla sosyoloji ve psikoloji araştırmasına dayanır.
Bunlardan sadece iki psikoloji deneyini nakledeceğim.
Geçen yazılarımdan birinde bahsettiğim, Joseph Henrich’in,
Başarımızın Sırrı (The Secret of Our Success, Princeton, 2016.) kitabının, 186.
sayfasında, bir kukla- çocuk deneyi var. Deneyde rol alan çocuklar 9 yaşındadır.
Hikâyenin bir kahramanı da Max adlı kukladır. Masanın üstünde değişik şekillere
sahip bir grup cisim yer alır. Önce, kendine güvendiği ve bu işteki ustalığı
hareket ve tavırlarından anlaşılan bir psikolog gelir ve çocuğun gözlerinin
önünde cisimleri belli bir düzene koyar ve gider. Sonra cisimler tekrar
dağıtılır ve düzene koyma sırası kukla Max’ındır. Max, daha önce uygulanan
süreçten azıcık saptığında çocuklar, onu derhal uyarır. Max’ın sapmaları sonuca
etki eden sapmalar değildir. Fakat çocuklar için gördükleri adımlar hemen
kurala uyma içgüdüsünü tetikler ve Max, art arda azarlanır: “Hayır öyle
değil!“, “Şunu kullanmalısın!“, “Hayır oraya koyma!” Resimde, bu deneyden bir
sahne görüyorsunuz.
Daha da ilginç bir deney Max’sız yapılıyor. Bir kabın içinde
lezzetli bir meyve var. Fakat onu alabilmek için belli kapakların açılması,
kabın belli bir yöne çevrilmesi falan gerekli. Önce bir usta kaptaki meyveyi
alıp yiyor. Ancak bu alıp yeme eylemi sırasında gerekli hareketlerin yanı sıra,
sonuca etki etmeyecek, gereksiz hareketler de yapıyor. Bu sefer olan biteni
sadece bizim 9 yaş çocuklarımız değil, bir şempanze de izliyor. Ardından çocuğa
ve şempanzeye içinde meyvesiyle aynı kap veriliyor. Çocuk, tıpkı ustanın
yaptığı gibi davranıyor. Gerekli hareketleri de gereksiz hareketleri de yapıyor
ve meyveye ulaşıyor. Şempanzenin davranışı farklı. O ödüle ulaşmak için sadece
gereken hareketleri yapıyor. İnsan yavrusu şempanzeden daha mı az akıllı?
Hayır. Ama insan yavrusu kurallara uymada şempanzenin ilerisinde. Çünkü insan
şempanzeden daha sosyal, daha toplum odaklı. Bu onun genetiğine yazılmış. O
kod, şempanzede yok. İnsanı insan yapan, toplum yaratığı yapan da bu…
Geçen yazımda şahsım menfaati ile toplum menfaati arasındaki
gerginlikten söz etmiştim. Burada da bir ikilem var. İnsanı insan yapan, onun
toplumunu bir arada tutan ve ona güç veren kurallar. Kuralların yaşatıldığı
kurumlar. Şahsım menfaati, toplum çıkarını çiğnerse, kurallar hiçe sayılırsa
“Başarımızın sırrı” ortadan kalkıyor. Bir hayvan topluluğuna dönüşüyoruz.
Kadim ve cedid
Fakat madalyonun bir başka yüzü daha var. Kurallar ve
kurumlar, belli çevre şartları içinde, onlar göz önüne alınarak va’z ediliyor.
Topluluk, insanın fıtratından gelen eğilimle kurallara uyuyor, kurumlarına
saygı duyuyor. Buraya kadar güzel. Başarımızın sırrı bu işte. Ancak… Şartlar
değiştiği zaman ne olacak? Kuralların, yeni şartlara göre değişmesi gerek.
Mecelle müellifi Ahmet Cevdet Paşa, kaleminden çıkan 39. maddede ne demiş:
“Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tebeddülü inkâr olunamaz” (Zamanların
gayrılaşması ile hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz.)
Şimdi zıt yönde iki kuvvet çekişecek. Bir tarafta yeni
şartlara uyum gereği; diğer tarafta insanın kuralları kutsallaştırma içgüdüsü.
Ahmet Cevdet Paşa, değişme gereği diyecek, selefi de olmaz, bu küfürdür diye
onun önüne dikilecek. Ceditçilerle kadimciler… Bir bakıma Osmanlı’nın ve bütün
Müslüman âleminin boğuştuğu çekişme.
Kuralların hiçe sayılması da kuralların kutsallaştırılması
da toplumu çökertiyor.( https://millidusunce.com/kurallar-kurumlar-muhafaza-ve-degisim/)