Alcatraz
Kuşçusu (Birdman of Alcatraz), yönetmenliğini John Frankenheimer’in yaptığı,
başrolünde ise Burt Lancaster’in rol aldığı 1962 ABD yapımı bir sinema
filmidir. Filmde, 19 yaşındayken birini öldürdüğü için 72 yıllık hayatının 53
yılını demir parmaklıklar ardında geçirmek zorunda kalan Robert Franklin
Stroud’un gerçek hayat hikâyesini anlatılmaktadır.
Robert Stroud, kendi doğruları olan
son derece sağlam karakterli ve bir o kadar da isyankâr ruhlu bir mahkûmdur.
Süleyman Pekin ağabeyin tabiriyle, gerçek anlamda bir Müslümcüdür.
Film, 1912 yılında Washington’daki
bir cezaevinde bulunan isyankâr mahkumların Kansas’taki yüksek güvenlikli
Leavonworth cezaevine trenle nakledilmeleriyle başlamaktadır. Nakil esnasında
hava çok sıcaktır ve trendeki tüm mahkûmlar kelimenin tam anlamıyla baygınlık
geçirmektedir. Ancak hiç kimse de sıcağa karşı bir çözüm aramamaktadır. Bizim
kahramanımız Stroud filmin daha bu ilk sahnesinde hemen kendini gösterir ve
trenin camlarından birini kırarak içerinin havlanmasını ve dolayısıyla da
serinlemesini sağlar. Ancak bu hareket Stroud’a pahalıya mal olur ve 30 gün
hücrede kalma cezası alır.
Stroud’un yeni cezaevindeki günleri
hattâ yılları kolay geçeceğe benzememektedir. Zira daha hücre cezası biter
bitmez annesine laf eden bir çete üyesinin boğazına yapışıp onu döver ve tekrar
tam tecrid şartlarında hücre cezasına çarptırılır. Gardiyanlar, yaka paça onu
hücreye tıkmaya çalışırken, Cezaevi Müdürü Harvey Shoemaker çıkagelir ve
mahkûma, “neden böyle yapıyorsun? İnsanlara karşı neden böyle acımasız
davranıyorsun?” diye sorar. Stroud, müdüre “çünkü bir cerahat kuyusunda
yaşarsan, ona göre davranmak zorunda kalırsın!” diye cevab verir. Bunun üzerine
Müdür Harvey’in “pekâlâ, belki hücrede 30 gün daha kalırsan aklın başına gelir,
inadın kırılır!” sözü üzerine Stroud, “hiç sanmıyorum. Bu umuda fazla kapılma!”
diyerek, hücreye girerken bile idareye meydan okur.
Aslında,
Müdür Harvey Shoemaker bildik mânâda devletin emir ve yasaklarını uygulayan
diğer devlet yetkililerinden farkı olmayan bir yönetim anlayışına sahip olsa
da, zaman zaman açığa çıkan merhamet duygusuyla kanunlar arasında kalmış bir
şahsiyettir. Gerçi, uyguladığı çoğu emirde kanunların söylediği vicdanına
galebe çalsa bile, huzursuz ve düşünceli görüntüsü, uygulamak zorunda kaldığı
kurallardan aslında pek de hoşnut olmadığını göstermektedir. Yâni, Müdür
Harvey, kanunlar ve vicdanı arasında çırpınıp durmaktadır. Zira Stroud’u
hücreye attırdıktan sonra Başgardiyan Kramer’in, “30 günlük hücre cezasının bu
kuşu adam edeceğini sanmıyorum, onu tamamen diğer mahkûmlardan tecrid edelim!”
diye teklifte bulunmasına sinirlenerek, asabî bir ses tonuyla, “ben hiçbir
insandan bu kadar kolay vazgeçmem Bay Kramer!” diyerek karşılık verir.
Stroud, hücre cezasını çektikten sonra tekrar
normal koğuşuna konulur. Fakat irili ufaklı yaptığı isyan ve idareye tavır alma
teşebbüsleri neticesinde defalarca hücre cezası almaktan kurtulamaz. Öyle ki, o
cezaevinde bulunduğu ilk yılların büyük bir bölümünü hücrede geçirmeye başlar.
Fakat hücrede geçirdiği aylar Stroud’u uslandırmamaktadır. İdareye karşı bir
harekette bulunurken, bu eylemin sonunda hücre cezasına çarptırılacağını bile
bile, geri adım atmayan tavrından taviz vermez. Cezaevi yönetiminin ona ceza
diye verdiği hücre hapsi, artık onun için bir mânâ ifâde etmemeye başlar. Çünkü
zihninde hücrenin kötü bir yer olduğu düşüncesini bertaraf etmiştir. Bir
hareket yaparken, o hareketin neticesinde bir ceza alacağı korkusunu yenerek
yapmıştır bunu. Bir yönetimin, kanunlarını, yasaklarını, cezalarını yerle
yeksan eden tek şey, Stroud’un yaptığı gibi umursamazlık tavrıdır. Kanun
koyucular için en tehlikeli insan tipidir Stroud gibiler. Nitekim insanları
yıldırmak ve itaatkâr yapmak için hâkim gücün elindeki en etkili silah
“cezalandırma”dır. Peki, karşınızdaki insan için vereceğiniz cezanın bir hükmü
yoksa, iradesi o cezaya boyun eğmiyorsa, ne yapabilirsiniz? Hiçbir şey! Burada,
gerçek hayattan alınma başka bir film kahramanı, “V for Vendetta” kod adlı Guy
Fawkes’in sözleri geliyor aklıma: “İnsanlar hükümetlerden korkmamalı;
hükümetler korkmalıdır insanlardan. Çünkü fikirlere kurşun işlemez!”. Fikirlere
işlemeyen kurşunu, zihinlere işlemeyen kurşun olarak da okuyabiliriz burada.
Neyse…
Çok geçmeden Stroud’un ceza ile yola
gelmeyeceğini anlayan Müdür Harvey, inadından vazgeçer ve ona insanî bir
tavırla yaklaşmaya çalışır. Onu diğer mahkûmlar ile birlikte ortak alana
çıkarır. Çamaşırhânede çalışmasına izin verir. Yâni âmiyane tabirle, onu
kazanmaya çalışır. Stroud, artık diğer mahkûmlar gibi cezaevi günlerini olağan
bir biçimde geçirmeye başlar. Bu, onun zaferidir. İdareye boyun eğmeden, yazılı
kanunlara itaat etmeden, cezaevindeki tüm sosyal haklarını geri kazanmıştır.
Bir gün, Stroud’un dört yıldır
görmediği annesi, ülkenin diğer ucundan kalkıp ziyaretine gelir. Fakat Stroud’a
karşı gizliden gizliye husumet besleyen başgardiyan Kramer, işgüzarlık yapıp
görüş şartlarının oluşmadığı bahanesiyle bu ziyarete izin vermez. Bunu haber
alan Stroud, başgardiyanı hücresinin önüne çağırarak neden izin vermediğini
sorar. Kramer, “bu cezaevinin bazı kuralları var, herkes bu kurallara uymak
zorunda” der. Bunun üzerine Stroud, Kramer’e şu cevabı verir: “Yüreğindekilerin
tümü bu mu? Kurallar. Senin yüreğinde kurallardan başka bir şey yok mu?”
Aynı gün akşam yemeğinde Stroud,
yemek esnasında gardiyan Kramer’in yanına gider ve kendisini rapor etmemesini
söyler. Kramer ise rapor konusunda ısrarlıdır. Bunun üzerine Stroud, Kramer’a
kendisini rapor etmemesi konusunda ısrar eder. Kramer’ın bu ısrar karşısındaki
hareketi, jopunu havaya kaldırıp Stroud’un kafasına indirmeye teşebbüs etmek
olur. Ancak o anda hiç beklenmedik bir şey yaşanır. Stroud, kendisinmi korumak
amacıyla cebinden bir “emanet” çıkartır ve ani bir hareketle gardiyan Kramer’ın
göğsüne saplar. Kramer ölmüştür.
Stroud’un ikinci yargılaması çok
hızlı gerçekleşir. Stroud idama ve idam edileceği tarihe kadar da hücre
cezasına çarptırılır. Stroud, idam için gün sayarken annesi bu durumu
kabullenmez. Strooud’un annesi Washington’a gider ve bir senatör aracılığıyla
ABD Başkanı Wilson’un eşine ulaşır.Bayan Stroud’un First Lady’ya karşı ısrarlı
ricası sonuç verir ve ABD Başkanı Wilson, Stroud’un idam cezasını affeder.
Stroud, ömür boyu cezaevinde kalacak ve cezası da bir hücrede tek başına infaz
edilecektir.
Müdür Harvey, idam cezasının
durdurulduğunu Stroud’a söylemek için hücresine geldiğinde, üzerinde psikolojik
baskı oluşturmak için şunları söyler: “Bir süre sonra idam edilmediğin için
pişman olmaya başlayacaksın. Çünkü kalan hayatını bu delikte geçireceksin.
Burası tüm hayatın boyunca senin evin olacak. Düşün bunu. Volta atmak için bile
öteki mahkûmlarla bir araya gelmene izin verilmeyecek. Hayatın boyunca yemeğini
yalnız yiyeceksin. Ve yapacak işin olmayacak. Tek işin, saatleri, günleri,
yılları saymak olacak. Ve öldüğün zaman yanında kimse olmayacak.” Kahramanımız
Stroud, Müdür Harvey’e tek kelime ile cevap verir: “Bundan daha kötüsünü de
yapamazsın ya. Bak şu ânda benim için yapılan darağacını söküyorlar.”
Stroud, bu düşünceler içinde boğuşup
hücrede hayatta kalmaya çalışırken, havalandırmaya çıktığı yağmurlu ve
fırtınalı bir akşam, yerde yaralı hâlde yatan yavru bir kuş bulur. Aslında o
minik serçe, o saatten sonra ömrünün sonuna kadar onu ayakta tutacak ve tüm
duygu dünyasını değiştirecek zincirin ilk halkası olacaktır. Fakat Stroud,
henüz bunun farkında değildir. Stroud’un amacı; ilk başta o minik kuşun
yarasını tedavi edip karnını doyurduktan sonra salıvermektir. Ama o kuş
sayesinde hayata tutunduğu için o kuşu bırakmaya gönlü elvermez. Minik kuşun da
onu terkedip gitmeye niyeti yoktur esasında. Şimdiye kadar insanların kaçtığı
ve ön yargılı davrandığı bu katilin yüreğine, bu minik serçe dokunur. Stroud,
minik kuşun hayatını kurtarmış, minik kuş da Stroud’u hücrede hayata
bağlamıştır. Birbirlerine canlarını borçludurlar bir bakıma.
Başka bir cezaevine tayini çıkan Müdür
Harvey’in yerine gelen yeni Müdür Younger mahkûmları tanımak için hücreleri
gezerken, Stroud’un hücresindeki kuşun bir insan gibi yaptığı hareketleri
görünce, hayretler içinde kalır ve o zamana kadar yasak olmasına rağmen
mahkûmların kuş ve evcil hayvan beslemelerine izin verir. Hücrelerde kuş ve
evcil hayvan beslemenin serbest bırakılmasıyla o günden sonra cezaevi
koridorlarındaki ölüm sessizliği yerini kuş cıvıltılarına bırakır. Kahramanımız
Stroud’un sayesinde, cezaevi adeta kuş cennetine döner.
Bir süre sonra cezaevi
koridorlarında yankılanan kuş cıvıltıları azalmaya gitgide sesleri kesilmeye
başlar. Zira kuşlar daha önce teşhisi ve tedavisi olmayan bir çeşit salgın
hastalığa yakalanmaya başlamıştır. Hastalık bulaşan her kuş bir süre sonra
ölmektedir. Stroud, bu ölümler karşısında boş durmaz ve umutsuzca da olsa
cezaevi kütüphanesinde bulunan tüm tıp üzerine yazılmış kitapları karıştırmaya
başlar. Dahası gardiyanlara dışarıdan getirmek için akademik kitap siparişleri
verir. Okuduğu kitaplardan çıkardığı bazı sonuçların ve cezaevi şartlarının
verdiği imkânlar dâhilinde terkipler yapmaya, deneme-yanılma yoluyla formüller
ve ilaçlar hazırlamaya başlar. İlkokul 3. sınıftan terk olan kahramanımız,
verdiği uğraşlar sonunda, daha önce tıb dünyasında bulunmamış bir hayvan
ilacının buluşunu yapar. Ve o buluşu sayesinde kuşların ölümünü durdurur.
Şöhreti, cezaevi dışındaki tıb çevrelerine kadar ulaşır. Ona “kuş doktoru”
demeye başlarlar. Bulduğu ilaç hakkında dergilerde yazılar, makaleler yayınlanmaya
başlar.
Fakat Stroud için başdöndürücü bir
hızla gelişen bu güzel günler Washington’un dikkatini çeker ve yeni kurulan
Federal cezaevleri birimi Leavenworth cezaevine bir yazı yollayarak,
mahkûmların kuş beslemesinin yasaklanacağını bildirir. Mahkûmlara hücrelerinde
olan kuşları idareye teslim etmeleri için 60 gün süre verilir. Fakat Stroud’un
kanunlar karşısında pes etmeye niyeti yoktur. Annesi ve eşinin yardımıyla
dışarıda bir kamuoyu oluşturarak sivil toplum kuruluşlarının harekete geçmesini
sağlar. STK’ların yaptığı eylemler ve gazete yazarlarının yoğun kamuoyu
baskısından bunalan Washington yönetimi geri adım atarak yapılan eylemleri
durdurması için anlaşma yapmak üzere Stroud’un hücresine eski bir tanıdık olan
Müdür “Harvey Shoemaker”i gönderir. Stroud, yandaki hücrenin duvarının
kırılarak kendi hücresine katılması şartıyla antlaşmayı kabul eder. Stroud, pes
etmeyen iradesi sayesinde bu işten de kârlı çıkmıştır. Yakın zamana kadar,
elindeki tüm kuşlardan olacakken, şimdi kuşlarını daha da çoğaltmak için iki
hücrelik mekâna kavuşur.
Stroud, tüm dünyaya kapalı o küçük
hücresinde, artık kendini kuş ve hayvan hastalıklarını tedavi etmek için
çalışmalar yapmaya adar. Sitoloji, morfoloji, biyokimya alanında yazılmış
neredeyse tüm kitapları okumuş ve okuduklarını hücresindeki kuşlar üzerinde
tatbik etme yoluna gitmiştir. Bu çalışmaları sonucunda, Hemorajik septisemi,
kuş difterisi, aspergillos, kuş kolerası gibi daha adını söylerken bile dilinin
dönmediği kuş hastalıklarının tedavisini bulur. Hattâ daha sonra milyonlarca
tavuğun telef olmasını önleyecek tavuk felci aşısını icat eder.
O daracık hücreye, iki insanın canını alan
bir katil olarak giren Stroud, şimdi milyonlarca canlının hayatını kurtaran bir
bilim adamıdır. Tüm çalışmalarını “Stroud’un Kuş Hastalıkları” adlı yedi yılda
yazdığı bir kitapta toplar. Yazdığı kitap, o zamana kadar hayvan hastalıkları
dalında yazılmış en kapsamlı kitaptır.
Cezaevi Müdürü, revir doktoruna, Stroud’un
yazdığı kitapın zırvalık mı yoksa ilmî bir kitap mı olduğunu sorar. Kitabı
inceleyen doktor, Stroud’un bir dahi olduğunu söyler. Bu durumu kabullenmekte
zorlanan müdür, “neden dahi; topu topu kuşlar hakkında bir kitap yazdı diye
mi?” der. Bunun üzerine doktor şu cevabı verir müdüre: “Hayır, bu yüzden değil.
3. sınıf bir eğitimle, kan bilimi, doku bilimi ve anatomi konularında uzman
oldu. Bu çalışmalar üniversitede laboratuarlarda, profesörler eşliğinde bile
zorken, bir hücrede kendi başına yapması hayal bile edilmesi zor bir başarı.”
Fakat hücrede yatan bir katilin şöhreti
devleti rahatsız etmeye başlar. Stroud’un kurulu düzenini yıkmaya karar
verirler. Cezaevinde yatan bir mahkûmun düzenini yıkmanın en bilindik yolu da
onu başka cezaevine sevk etmektir. Devlet de öyle yapar. Bir gece yarısı
Stroud’un hücresine giren sevk memurları sadece kıyafetlerini bir torbaya koyup
hazırlanmasını isterler. Artık kuşlara veda vaktinin geldiğini anlayan Stroud,
gözü yaşlı hâlde bir yandan kıyafetlerini toplarken, bir yandan da geride
bırakacağı kuşlarının ilaçlarını vermeye çalışır. O hâlde bile kendi durumunu
değil, geride bırakacağı kuşlarını düşünmekten vazgeçmez. Zira o kuşlara bir
minnet borcu vardır. O kuşlar sayesinde hayata tutunmuş, bilime yaptığı
katkılarla insanlara kötü biri olmadığını isbat etmiştir. Bir bakıma, yeniden
insan olduğunu hatırlamayı hayvanlardan öğrenmiştir.
Stroud, şimdiye kadar hiç kimsenin kaçmaya
muvaffak olamadığı, ABD’nin en güvenli hapishanesi olan San Fransisco’daki
Alcatraz ada cezaevine nakledilir.
Aranızdan “bu yazının 19 Mayısla ne alakası
var?” diyenler çıkabilir. Bu soruyu, Stroud’la Türk gençliği arasındaki kader
ortaklığını keşfeden değerli dostlarım cevaplasınlar lütfen. Bu kadar uzun
yazdıktan sonra bir de cevap yetiştirmek zorunda bırakmayın beni.
(Filmin hikayesinin anlatıldığı
kısmın önemli bir bölümü Sabahattin Arslan’ın https://akademyadergisi.com/birdman-of-alcatraz-alcatraz-kuscusu/#:~:text=Kahraman%C4%B1m%C4%B1z%20Robert%20Franklin%20Stroud%2C%2070,cezaevi%2C%20onun%20son%20dura%C4%9F%C4%B1%20olacakt%C4%B1r. linkinde yayınlanan
Birdman of Alcatraz – Alcatraz Kuşçusu adlı yazısından alınmıştır. Filmin
detaylı hikâyesini bu linkten okuyabilirsiniz)