Oğuz Çetinoğlu: Sık sık ikaz ediyorsunuz.
Tabiatın hiçbir karşılık beklemeden bize verdiği imkânları usulüne uygun olarak
kullanmıyoruz. Sizinle bu konuyu konuşmak istiyorum. Giriş mahiyetinde
açıklamanızla başlayabilir miyiz?
Prof. Dr. İbrâhim Ortaş: Tabiat felsefesi konusunda yazılmış en
açık ve öğretici metinlerin başında Kızılderili Squamish kabilesinin Reisi
Seattle’nin 1854’te, kendisinden toprak satın almak isteyen ABD başkanı
Frenklin Pierce’e yazdığı ‘Bir Vahşinin Mektubu’ gösterilebilir.
Reis Seattle toprağın, suyun, havanın, güneşin önemini kavramadan tabiata
yapılacak en küçük bir olumsuz etkinin, sonunda insana olumsuz olarak
döneceğini belirtiyordu. Ne yazık ki 175 yıl önce mektupta belirtilen o özlü
ifâdeler bugün insanın bozduğu tabiatın tepkileri iklim değişimleri,
Covid-19 türü salgınlar ve gıda güvencesizliği olarak hayat bularak
insanlığın karşısına çıkmıştır.
Canlılar
içinde sâdece insan, beynini kullanma özelliğini tabiatın
sırlarını çözmeye ayırdı. Ancak bu arada bazı
paragözlerin, açgözlülükle, maalesef tabiatın bazı
mekanizmalarını kullanarak tabiata belki de onarılması
çok güç zararlar verdikleri görülüyor. Yaşar Kemal 2007 yılındaki bir
söyleşisinde ‘Bütün yüreğimle inanıyorum
ki tabiatı yok etmek suçların en büyüğüdür’ diyordu.
Artan nüfus ve
teknolojinin enerji ihtiyacını karşılamak maksadıyla yeraltında milyonlarca
yılda birikmiş olan petrol, gaz, kömür ve madenlerin
plansız ve tabiata zarar verecek şekilde çıkarılması ile bir bütün olarak
toprak ve de atmosfer de kirletilmiş oldu.
Cetinoğlu: Şehirlerde de çarpık
yapılaşmalar var…
Prof. Ortaş: Şehirlerde yükselen gökdelenler hava akışını engellediği
için şehirler yaşanamaz duruma gelmiş. Yerleşim yerlerinin genişletilmesiyle
oksijen üreten ağaçlar yok edildi, şehirler nefes
alamaz oldu. Büyük iş makineleri ile tahrip
edilen bitkilerin toprağı yerinde tutma gücünün ortadan kaybolması
sonucu toprak erozyona uğradı. Beraberinde şehirlere inen kum
fırtınalarından çevre büyük zararlara mâruz kalmıştır.
Çetinoğlu: Nerede hatâ yapıldı?
Prof. Ortaş: Çevre ve iklim değişimi konuları, şahıs ve toplum
bazında, tabiattan yana anlayışlar ile ele alınmalıdır. Problemler, ABD
başkanına mektup yazan Reis Seattle’ın ‘tabiat insana ait değil, insan tabiata aittir’ yaklaşımı
ile aşılacağı açıktır. Buna rağmen, insan tabiata hâkim oldukça
yapısını bozdu ve bugün çok daha şiddetli çevre problemleriyle karşı karşıyayız.
Tabiatta her
bitkinin hayat döngüsündeki rolü anlaşılsa, tabiatta ne kadar
mükemmel mekanizmaların işlediğini ve öğrenilecek pek çok konunun
olduğunu kavrayacağız. Ancak ‘bildiği yanıldığına yetmeyen’, ama kendini
tabiatın efendisi sanan insan kendi geleceğine de zarar vermektedir.
Çetinoğlu: Karşılaşılabilecek
tehlikeler nelerdir?
Prof. Ortaş: İngiltere Kraliyet Botanik Bahçesi (RBG, KEW
garden) raporuna göre bitki türleri yok olma tehlikesi ile
karşı karşıyadır. Raporda 42 ülkeden 210 ilim insanı, kayıpların ana
sebebi olarak, tarım alanları oluşturmak için yabanî hayat
alanlarının tahrip edilmesini gösteriyordu. Tabiî bitkilerin aşırı
hasatı, inşaat sektörünün toprakları betonlaştırması, istilacı türlerin
yayılması, çevre kirliliği gibi faktörler ve de iklim değişimlerinin etkileri
kayıpların sebepleri olarak gösterilmektedir.
Çetinoğlu: Problemin çözümü
için tekliflerinizi lütfeder misiniz Hocam?
Prof. Ortaş: Problemler, felsefi tartışma ile aşılabilir.
Covid-19 ve iklim
değişimleri tabiatın yeniden irdelenmesini gerekli
kılmaktadır. İnsanın tabiat ile ilişkisi bugün tartışmaya açık olup geçmişte
yarattıkları ile ciddî anlamda sorgulanması gerekiyor. Çevre ve iklim
değişimleri konusunda felsefenin söyleyeceği çok şey var. Felsefe tabiatı
gereği hayatı ve gelişmeleri irdeler, analiz eder, soru sorar, cevap arar.
Felsefe hiçbir zaman değişmez kabul edilen ve çok
önceden belirlenmiş görüşleri savunmaz. Felsefe devingenliği ve tabiî
çelişkinin içinden çıkan bilgiye bakar.
İnsan sorgulayan bir
canlı olarak kendisini, çevresini ve nereden gelip nereye
gittiğini sorgular, kafası sürekli binlerce soru ve tartışmayla meşguldür.
Bu bağlamda bunca problemin altında çoğu zaman hayat zor gelebilir. Diğer
taraftan sorgulamadan, hayatı olduğu gibi kabullenmek daha kolaycı gelebilir.
Prof. Dr. Uluğ Nutku ‘İnsan
tabiattan malzeme edinir, fakat bunu yapmakla öyle böbürlenir ki kendisini tabiatın
efendisi sayar’ diyor.
Ancak bilim ve
felsefe bu meselenin de felsefe ile çözülebileceğini biliyor ve tartışıyor.
Felsefe bize temelde yol göstericimiz, içimizdeki ses olacaktır. Eflatun ‘erdem ve mutluluğun felsefî bilgiyle
gerçekleşeceğine’ işâret etmişti. Bütün yaşadığımız sosyal ve çevre ile
alâkalı problemler ve bu konulardaki ilmî çalışmalar ancak bağımsız ve hür
ortamda yapılacak tartışmalarla aşılabilir.
Varoluşumuzun temel meselelerini inceleyen felsefe aynı zamanda kişiye
kazandırdığı kritik düşünme ile insanın hürriyetini de sağlamaktadır.
Çetinoğlu: Karşı karşıya
bulunduğumuz problemlerle alakalı kök sebep biliniyor mu?
Prof. Ortaş: Günümüzde yaşanan birçok problemin temelinde tabiatın
yeterince anlaşılmamış olduğu görülüyor. Tabiattaki çiçeklerin
renkliliği ile buluşmayan hiçbir düşünce farklılıkları anlayamaz. Son
dönemlerde insanların birbirlerini yok saymaları ve anlamamalarının gittikçe
artığını görüyoruz. Farklılıkları tabiî görmeden, karşıdakine var olma duygusu
ile yaklaşılmadan problemleri çözülemeyeceği de anlaşılacaktır. Tabiat
felsefesinin kavranması aynı zamanda insanın ne olduğunun da fark edilmesi
anlamına gelecektir.
Çetinoğlu: Pratik bir çözüm
teklifiniz var mı Hocam?
Prof. Ortaş: İnsanın medenîleşmesi, birbirine katkıda bulunması
ancak tabiat kanunlarının anlaşılması ile sağlanır. İnsanın kavranmasının insan
haklarının kavranmasına da katkı sunacağını düşünüyorum. Bu hususta
Seattle’ın mektubu bize rehber olabilir.
Çetinoğlu: Mektup metnini lütfedebilir misiniz?
BEYAZ SARAYDAKİ BÜYÜK
BEYAZ REİSE:
Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl
satın alabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bu toprakların her
parçası halkım için mukaddestir. Çam ağaçlarının pırıldayan iğneleri,
vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanlar ve
sabahları çayırları örten buğu, halkımın hâtırâlarının ve geçirdiği yüzlerce
yıllık tecrübelerinin bir parçasıdır. Ormanların, ağaçların damarlarında
dolaşan su, atalarımızın hâtırâlarını taşır. Biz buna inanırız. Beyazlar için
durum böyle değildir. Bir beyaz ölüp yıldızlar evrenine göçtüğü zaman, doğduğu toprakları
unutur. Bizim ölülerimiz ise doğduğu toprakları unutmaz. Çünkü
Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğunu bilir.
Washington’daki Büyük Beyaz Reis bizden
toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için çok büyük bir fedakârlık olur.
Büyük Beyaz Reis, bize, rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize
babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise, O’nun çocukları olacağımızı
söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz ama yine de önerinizi kabul
etmemizin kolay olmayacağını itiraf etmek mecburiyetindeyim. Çünkü topraklar
bizler için mukaddestir. Derelerin ve ırmakların suyu, bizim için, yalnızca
akıp giden su değildir, atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size
satarsak bu suların ve toprakların mukaddes olduğunu çocuklarınıza
öğretmemiz gerekecek. Biz, dereler ve ırmakları, kardeşimiz gibi severiz. Siz
de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize?
Biliyorum, beyazlar bizim gibi
düşünmezler. Beyazlar için bir parça toprağın ötekinden farkı yoktur. Beyaz
adam, topraktan almak istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü
toprak, beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam, topraktan istediğini
alınca başka serüvenlere atılır. Beyaz adam, anası olan toprağa ve kardeşi olan
gökyüzüne, alınıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar.
Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip
bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu şehirleri de
anlayamayız biz Kızılderililer. Bu şehirlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz
adamın kurduğu şehirlerde bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı
sesler, bir kelebeğin uçarken çıkardığı kanat sesleri duyulmaz.
Belki vahşi olduğum için anlayamıyorum,
ben ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su
birikintisinin çevresinde toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve tabiatın
seslerini duymadıkça hayatın ne anlamı ne değeri olur? Biz Kızılderili’yiz ve
anlamıyoruz. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgârın
sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanlarının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla
yıkanıp gelmiş meltemleri severiz.
Hava önemlidir bizler için, Ağaçlar,
hayvanlar ve insanlar aynı havayı solur. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur.
Ancak size bu toprakları satacak olursak; havanın temizliğine önem vermenizi öğrenmeniz
gerekecek. Çocuklarınıza havanın mukaddes bir şey olduğunu, havanın temizliğine
önem vermek gerektiğini öğretmelisiniz. Hem nasıl mukaddes olmasın
hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini, ölürlerken de son
nefesleri bu hava ile alıp vermişlerdi.
Toprak satmamız için yaptığınız teklifi
inceleyeceğim, eğer teklifinizi kabul edecek olursak bizim de bir şartımız
olacak. Beyaz adam bu topraklar üstünde yaşayan bütün canlılara
saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka
düşünemiyorum… Yaylalarda cesetleri kokan
binlerce bufalolar (yabani sığır) gördüm. Beyaz adam trenle geçerken
vurup vurup öldürüyordu. Dumanlar püskürten demir
atın bu bufalolardan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz
Kızılderililer, yalnızca yaşayabilmek için öldürürüz hayvanları… Tüm
hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların
yok edildiği bir dünyada, insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor
bize. Unutmayın, bugün canlıların başına gelen, yarın insanın başına
gelecektir. Çünkü bunlar arasında bir bağ vardır.
Şu gerçeği iyi biliyorum: Toprak
insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her
şey, bir ailenin bireylerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve
birbirine bağlıdır. Bu sebeplerle dünyanın başına gelen her felaket,
insanoğlunun da başına gelmiş demektir.
Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin
Tanrınız, bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının
yarattıklarıyız. Beyaz adam, bir gün belki bu gerçeği anlayacak ve
kardeş olduğumuzun farkına varacaktır. Siz, Tanrımızın başka olduğunu
düşünmekte serbestsiniz. Ama Tanrı, hepimizi yaratan Tanrı için, Kızılderili
ile Beyazın arasında fark yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer
verir. Toprağa saygısızlık, Tanrı’nın kendisine saygısızlıktır.
Beyaz adamı bu topraklara getiren ve ona,
Kızılderili’yi boyunduruk altına alma gücü veren Tanrı’nın kaderini
anlamıyorum. Tıpkı bufaloların öldürülüşünü, ormanların yakılışını,
toprağın kirletilişini anlamadığım gibi…
Bir gün
bakacaksınız, gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş,
yaban atları evcilleştirilmiş ve her yer,
insanoğlunun korkusuyla dolmuş. İşte o gün, insanoğlu için
hayatın sonu, varlığını devam ettirebilme savaşının başlangıcı gelip çatmış
olacak