1903 yılında
Kara Harb Okulu’nda yüksek tahsili tamamlayıp Piyâde Teğmeni olarak çalışma
hayatına başlayan Ömer Seyfeddin, 1911 yılında Ziya Gökalp’in yönlendirmesiyle
mecbûrî hizmet tazminatını ödeyip fikir hayatını ve yazarlığı tercih etti. Aynı
yıl Ali Cânip Yöntem ile birlikte yayımladığı Genç Kalemler Mecmuâsı’nda yer
alan ‘Yeni Lisan’ başlıklı yazısı ile
adını duyurdu. 36 yaşında iken vefat ettiği 1920 yılına kadar, Türk Klâsiklerinde
kale gibi sağlam yapılı ve ölümsüz hikâyeleri, şiirleri, piyesleri, fikrî
yazılarıyla şöhreti, her geçen yılda daha yükseklere çıkarak günümüze kadar ulaştı.
Çok sade bir dille yazdı. Temelinde İslâm bulunan Türk kültürünün gelişmesine
hizmet eden, Türk milletinin duygularına tercüman olan eserleriyle, çok sevdiği
milleti tarafından da çok sevildi ve gönüllere yerleşti.
Akıl Fikir Yayınları; ebedî hayata
intikalinin 100. yılında Ömer Seyfeddin hakkında, her biri yekdiğerinden
değerli 4 adet eser ile kadirşinas hizmetlerine bir yenisini ekledi. Mart
2020’de İsmâil Ceylân imzâlı ‘Ömer Seyfeddin’den
Seçme Hikâyeler’, Temmuz 2020’de Mehmet Nuri Yardım’ın derlediği ‘Cancağızım Ömer’ ve Ağustos 2020’de
Aydil Erol tarafından kısa notlar ve açıklamalarla hazırlanan 2 ciltlik ‘Bir Destan Adam: Ömer Seyfeddin / Bütün
Eserleri’ okuyucuya sunuldu.
İsmâil Ceylân hazırladığı esere Ömer Seyfeddin’in:
Kaşağı, And, İlk Namaz, Pembe İncili Kaftan, Başını Vermeyen Şehit, Kütük,
Vire, Forsa, Diyet, Primo Türk Çocuğu ile Bahar ve Kelebekler isimli 11
hikâyesini almış. Ömer Seyfeddin’i ‘çocuk
hikâyecisi’, ‘kahramanlık hikâyeleri yazarı’
veya ‘korku ve cinâyet hikâyeleri uzmanı’
gibi farklı türlerin dar sınırlarına hapsetmeye çalışanlara mükemmel bir cevap
verilmiş. Yerli ve millî olan her esere, kusur ve noksanlık izâfe edebilmek
için çalı diplerini eşeleyip araştırma çabaları da hükümsüz kılınıyor. Ömer Seyfeddin,
yaşadığı dönemin her hâdisesini, her yaştaki okuyucunun hâfızasına ve şuuruna;
renkli, yerine göre keskin, yerine göre kadife eldiven giydirilmiş cümlelerle
yerleştiriyor.
Mehmet Nuri Yardım; dostlarına ‘Cancağızım’ diye hitap eden Ömer Seyfeddin’in
hayatı, sanatı, hikâyeciliği, şâirliği, fikirleri, nükteleri, hâtıraları
günlükleri ve yazdığı gazeteler, dergiler hakkında bilgiler veriyor. Üslûbunu,
sanat ve milliyetçilik anlayışını, hikâyelerindeki konuları, kişiler ve konular
hakkındaki görüşlerini tahlil ediyor, hakkında yazılanlardan ve mektuplarından
örnekler sunuyor. Uzun ve yorucu çalışmaların ürünü olan 216 sayfalık eserinin
son bölümlerinde; Ömer Seyfeddin’in kısa ömrünün uzun kronolojisi, Ömer Seyfeddin’in
kitapları, hakkında yazılmış olan ve ondan bahseden kitaplar, eserde yer alan
ve kullanımdan düşmüş veya az bilinen kelimeler için sözlük ile Ömer Seyfeddin
ile alâkalı fotoğraflar yer alıyor.
Ömer Seyfeddin
hakkında bilinmesi gereken hususların hemen tamamını ihtiva eden kitap, her
evin kitaplığında bulunması, yazarlığa istidadı ve hatta meyli bulunanların sık
sık başvurmaları gereken kaynak kitaptır. Hazırlayana ve yayınlara tebrik ve
teşekkürler…
Aydil Erol, tecrübeli ve satıhlarda
oyalanmayan derinlikli bir yazardır. Ömer Seyfeddin gibi yerli ve millîdir. 2
ciltte, 296 + 310 = 606 sayfalık eserinin başına yerleştirdiği ‘Bir Destan Adam: Ömer Seyfeddin’
başlıklı yazıda Ömer Seyfeddin’in fikrî ve bedenî yapısını kelimelerle inşa
edilmiş heykel haşmetiyle okuyucuya sunuyor:
Edebiyatımızda
Kutup Yıldızı gibi parlayan, dünya durdukça da parlamaya devam edecek olan Ömer
Seyfeddin gibi bir abide şahsiyet hakkında ansiklopedik bilgi vermek yerine,
onun gönül v e fikir dünyasına ışık tutacak özelliklerini dile getirmeyi daha
uygun görüyoruz.
Kısacık ömrü bir destan adam: Ömer Seyfeddin…
Askerî öğretmen, subay, muharip gazi, tahammülsüz, daima maddî sıkıntı çekmiş
bir genç… Genç olmadan yaşlanmış bir ömür, boşanmayla biten bir evlilik…
Şair bir mizaç, ince bir zekâ…
Zayıfça, fakat sağlam bir bünye… Taş
gibi pazular… Adaleli ve atletik bir yapı… Ortadan uzun bir boy… Hafifçe
çiçek bozuğu bir yüz… Uçları az kıvrık sarı bıyıklar… Bir noktada duramayan
iki damla mavi ışık: Gözler… Çiçek hastalığından dökülen kirpiklerden kalan
birkaç zayıf sarışın tel… Uzun kırmızı, hafifçe gaga bir burun… Bitmez bir
hayretle kalkık, seyrek ve altın kumralı kaşlar… Saçlar da öyle… Zarif
eller… Zekâdan taç giymiş çıkıntılı bir alın…
Zaman zaman yazamayan, çok zaman da
önemsiz bir olaydan bir hikâye, bir roman çıkaran kalem… Çok kıskanılan,
lâkin kıskançlık nedir bilmeyen, yetenekli gördüklerini koruyup kollayan,
teşvik eden bir yazar… Açık seçik, net ve kısa ifâdeler. Berrak ve temiz bir
söyleyiş. Yer yer şâirâne, pırıl pırıl bir üslûp…
Dünya nimetlerine değer vermeyen bir
şahsiyet, arkadaş canlısı bir insan. Bir başka güzelliği de inanılamaz
boyutlara varan vefâsıdır. Yakınlarının kara gün dostudur; hikâyelerindeki
Muhsin Çelebi’dir…
Düşüncelerini
yumuşak ve tatlı bir edayla savunmasını, ustaca telkin etmesini, sevdirmesini
bilen bir öğretmen… Öğrencilerine karşı gönülden sevgi gösteren bir hoca…
Çok keskin bir
mizahçı ve hicivci…
Sözünü
dudaktan, gözünü budaktan esirgemeyen bir karakter. ‘Şehirde dost elleriyle
kırılan bir kalp’. Sert davranışları asker olan atadan gelir; ‘sanata ve rûhen
sivil oluşa’ yatkınlığı da anadan.
Keder ile neşe
arasında raks eden bir ruhî yapı.
Hikâyeyi
hayatla birlikte yaşayarak götürüş, bütün olaylara mizah açısından bakış.
Felsefeden, târihten,
Batı edebiyatından Şeyh Galib’e, Naîmâ’ya, Peçevî’ye, Hammer’e, Evliya Çelebiye
uzanan bir merak. Çağdaşlarını gölgede bırakan bir edebî ve felsefî kültür sâhibi.
Başkaları sözde alçak
gönüllüdür; o ise gerçekte…
Onca eser 36 yıla,
daha doğrusu: 10 yıla nasıl sığdırılabilir!.. Akıl havsala alacak iş değildir:
Ne zaman okudu, ne zaman ve nasıl yazdı?.. Sırasında, kullandığı bir cümlenin
ardında sıradağlar gibi fikir, engin denizler gibi bir bilgi birikimi olduğu
göze çarpar…
Yalnız zekâsı değil, kalemi de, kılıcı da, dili de keskindir…
Yeri gelir kalemi konuşur, yeri gelir kılıcı… Ateş saçan dilinin oklarından
kurtulan görülmez.
‘Mademki Türk’üz, o
hâlde bir Türk gibi görür, bir Türk gibi düşünür, bir Türk gibi duyarız ve bir
Türk gibi yazarız’ diyen Ömer Seyfeddin ‘Lisan
öyle bir vatandır ki, bozulursa ne millet kalır, ne devlet.’ dedikten sonra
şöyle devam eder: ‘Lânet milliyetini,
târihini, mâzisini inkâr edenlere.’
‘Memlekete Mektup’ hikâyesinde yeni bir
kurtuluş umuduna, Anadolu’dan doğacak bir umut ışığına bağlandığı görülür: “Bizim bir ruhumuz var ki, ölüm ona kanat
geremez. Bizim bir ruhumuz var ki, ‘Öldü!.. Öldü!..’ sanılır da yine ölmez. En
umulmadık zamanda birdenbire dirilir. Bugünün İstanbulluları bizim bu ölmez ruhumuzu
bilmiyorlar. Türkleri, komşu milletler gibi sanıyorlar. Anadolu’yu,
Azerbaycan’ı Buhara’yı dolduran fertlerin dîni bir, dili bir kardeş olduklarını
İstanbullular anlamıyorlar…”
Aydil Erol’un Ömer Seyfeddin’in
hikâyelerinden ve makalelerinden seçerek ‘Ömer
Seyfeddin’den nükteler’ başlığı altında okuyucuya sunduğu küçük hacimli 7
adet metin, kitaba ayrı bir hususiyet kazandırıyor. Tadımlık bir bölüm:
Derslerinde
programa pek bağlanmaz, buna karşılık elinden geldiğince çok metin okutur.
Canlı, içten, çocuklara bağlı, orijinal bir hocadır. Sınıfta okuma yapılırken
sâde dilin önemini çocuklara iyice anlatabilmek için onların sordukları lügat,
tamlama, terimli ifâdeleri söyle cevaplandırır:
-Ben
de anlamıyorum çocuklar… Belki yazanlar da anlamamışlardır!
AKIL FİKİR YAYINLARI
Alemdar Mahallesi,
Alayköşkü Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/3 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul
Telefon: 0.212-514 77 77
e-posta: bilgi@akilfikiryayinlari.com www.akilfikiryayinlari.com
MEHMET
NURİ YARDIM:
Edebiyatçı, yazar, gazeteci. 23 Nisan 1960 tarihinde Siirt’te doğdu.
Temel eğitiminden sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1985’te mezun oldu. İlkokul yıllarında edebiyata
duyduğu ilgi zamanla arttı. İlk şiiri, 13 yaşında bir gazetede yayımlandı.
Okumaya ve yazmaya devam etti.
1978’de Bâbıâli’ye geldi, basın mesleğine intisap etti. Değişik
gazetelerde muhabir, redaktör, editör, bölüm yönetmeni ve köşe yazarı oldu.
2001 yılında basından emekli olduktan sonra Kubbealtı Akademisi Kültür Sanat
Vakfı bünyesinde çıkan Kubbealtı Akademi Mecmuası’nın yazıişleri müdürlüğü
görevine 15 yıl devam etti. 10 Ağustos 2006 tarihinde kültür sanat sitesi
www.sanatalemi.net’i kurdu. Site, TYB tarafından 2007 yılında ‘elektronik yayıncılık’ dalında
Türkiye’nin ‘en başarılı sitesi’
seçildi. Muhtelif kültür sanat kuramlarına üye oldu. 4 Mart 2008 tarihinde bazı
yazar, şair ve sanatçı dostlarıyla birlikte oluşturduğu Edebiyat Sanat ve
Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER’nin Kurucu Başkanıdır. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu üyeliği yaptı. On bir
yıl bazı kurumlarda “Yazı, Editörlük ve Medya Dersleri” verdi. 2017’de
Haldun Hürel ile birlikte TRT İstanbul Radyosu’nda ‘İstanbul Masalları’ programını
sundu. Milat Gazetesi’nde, Şehir ve Kültür Dergisi’nde yazdı.
Ödülleri bulunan yazar, ‘Mezarı
Kayıp Şâirler’ başlığıyla Ahmet Haşim ve Ziya Osman Saba’nın mezarlarının
kayıp olduğunu duyurduğu haberi dolayısıyla ‘2000 Yılı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Kültür Sanat Başarı Ödülü’ne
lâyık görüldü. ‘Kayıp İstasyon’
isimli kitabı ile, TYB tarafından ‘yılın yazarı’ seçildi.
Yeni Dünya Vakfı’nda Perşembe günleri ‘Bâb-ı Âli Enderun Sohbetleri’ni
düzenliyor. Bâzı yayınevleri için kitap dizileri hazırladı, editörlük yaptı. 29
Mayıs 2016 târihinde kurulan Mihrâbad Yayınlarının Yayın Yönetmenliği’ görevine
2020 yılına kadar devam etti. Hâlen araştırmalarına ve yazılarına devam
etmektedir. Biyografi, çocuk kitabı, portre,
ve röportaj türünde yayınlanmış 60’tan fazla kitabı vardır. Son ktabı
‘Kedinâme’ adıyla yayınlandı. Bunların dışında 10 adet eseri de yayına
hazırlamıştır.
DERKENAR:
ÖMER SEYFEDDİN ve ‘YENİ LİSAN DÂVÂSI’:
‘Yeni Lisan Dâvâsı’, ‘Türkçenin sâdeleştirilmesi, yazı dili ile
konuşma dilinin aynılaştırılması hareketi’ olarak açıklanabilir.
Türkçede ilk
sâdeleştirme hareketinin lüzumu 1871 yılında Ahmed Mithad Efendi tarafından
ileri sürüldü. O dönemde, konuşulan dille yazmak ayıp sayılıyordu. Yazı dili
ile konuşmak ise mümkün değildi. Türk kültürüne, zevkine ve anlayışına tâmamen
aykırı bulunan yazı dilinden rahatsız olan Ömer Seyfeddin ve Ali Cânip Yöntem,
tarafından, o dönemde Türk vatanının bir parçası olan Selânik’te yayınlanan
Genç Kalemler Dergisi’nin 11 Nisan 1911 târihli birinci sayısında ‘Yeni Lisan’ başlıklı bir makale
neşredildi. İsim belirtilmemiş olmakla birlikte yazının, Ömer Seyfeddin
tarafından kaleme alındığı biliniyordu.
Makalede; kökeni ne
olursa olsun Türkçeleşmiş kelimelerin kullanılmasına devam edilmesi, Arapça ve
Farsça terkiplerin ise kullanılmaması teklif ediliyordu. Teklif kısa zamanda
benimsendi. Fâruk Nâfiz (Çamlıbel), Hâlid Fahri (Ozansoy), Orhan Seyfi (Orhon),
Yusuf Ziya (Ortaç), Refik Hâlid (Karay), Reşat Nuri (Güntekin), Yahya Kemal
(Beyatlı.), Mehmet Âkif (Ersoy), Süleyman Nazif gibi dönemin şâir, yazar ve
fikir adamları kısa zamanda tavsiyeye uygun eserler vermeye başladılar. Böylece
yazı dili ile konuşma dili arasındaki fark, giderilmiş oldu. Sâde Türkçe ile
konuştukları halde eserlerini ağırlaştırılmış Osmanlıca ile yazanlar, evde ve
sokakta konuştukları dille yazmaya başladılar.
Böylece dil inkılâbı
gerçekleşmiş; güzel, zevkli ve herkesin anlayabileceği bir dil, hem konuşma hem
de edebiyat dili hâline gelmişti.
Cumhuriyetin ilk 10 yılına kadar bu dil kullanıldı.
Ömer Seyfeddîn’in, dâvâsını
ortaya koyuşunda, bugün bile yeterince anlaşılamayan esaslı unsurlar vardır: O,
dil mes’elesini sırf kendinden ibâret bir mes’ele gibi ele almıyor; bu
mes’eleyi millî kültür ve medeniyet, gelişme ve yükselme, milletin var olması
ve istiklâli gibi’ hayâtî dâvâlarla irtibâtını işâret ederek, milliyetçi dünyâ
görüşünün esaslı bir parçası hâlinde ortaya koyuyordu.
O dünya görüşü ile Kurtuluş
Savaşı’na girildi ve dünya durdukça yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti
kuruldu.
Ömer Seyfeddin, ateşli bir
Türkçüdür. Bir ülkü adamıdır. Milliyetçilikle alâkalı 3 broşürü vardır.
Ancak 9,5 yıl devam edebilen yazı
hayatında; 135, ‘roman’ olduğu söylenenlerle birlikte 138 hikâye, 6 sahne
oyunu, ‘Günlük’ adı ile anılan hâtırâlarına ait bir kitabı, iki tânesi yarım
kalan Fransızca’dan tercümeleri, 68 adet manzumesi, 2 adet büyük plânlı manzum
destan denemesi, 1 masal, ve 100’den fazla makalesi vardır.
AYDİL EROL:
25 Mayıs 1938 tarihinde İstanbul’un Çengelköy semtinde doğdu. İlkokulu
Çengelköy’de bitirdi. 1951 yılında Beyoğlu Erkek Orta Terzilik Okulu’nun 2’nci
sınıfında, yani ortanın ortasında iken geçirdiği trafik kazası yüzünden bir yıl
kadar yürüyemedi. İyileştikten sonra, istemeyerek gönderildiği bu okulu bırakıp
çalışmaya başladı. Okulu bıraktı ama okumayı değil! 20 yıl kadar trikotajcılık
yaptı. İlk yazısı 1958’de Milliyet’te çıktı. Karakedi, Millî Yol, Tarla,
Toprak, Ötüken, Kardaşlık, Bilgi, Türkiye, Defne, Tercüman, Devlet, Yeni
İstanbul, Babıâli’de Sabah, Son Havadis, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk
Dünyası Târih Dergisi, Türkeli, Kurultay, Ayyıldız, Dil, Türk Kültürü, Türk
Edebiyatı, Türk Dili, Azat, Polemik, Şafak, Alkış, Yeni Çağ, Ufuk Ötesi ve benzeri
yayım organlarında şiirleri, yazıları yayımlandı.
Hafız Yusuf Cemil Ararat, Nihâi Atsız, Ârif Nihat Asya, Prof. Dr. M.
Kemal Özergin’den görmüş olduğu unutulmaz teşvik ve yardımları minnetle
anmaktadır.
1974 yılında Yeni İstanbul gazetesinde günlük fıkra yazarı olarak
gazeteciliğe başladı. 16 yıl Tercüman gazetesinde düzeltmen olarak çalıştı.
1977-1978’de Hergün gazetesinde günlük fıkra yazdı Hamamizade İsmail Dede
Efendi’nin İstanbul’un Akbıyık semtindeki evinin onarılıp Dede Efendi Müzesi hâline
getirilmesi 1978 yılında ilk defa onun tarafından teklif edildi.
Yayınlanmış eserleri: 1-Şarkılarla Şiirlerle Türkülerle ve Tarihî
Örneklerle ADLARIMIZ (1989, 1992,
İstanbul 1999), Türk Dünyasında sahasının en kapsamlı eseridir. 2-Horyatlar (1990,
2000), 3- Mehmet Âkif Ersoy (2002), 4-Ahmet Hâşim (2002), Nutuk Sözlüğü (2011),
Bam Teli (Röportajlar (2018)
Yazı hayatının kırkıncı yılı olan 1998’de sevenlerince AYDİL EROL
ARMAĞANI çıkarıldı.
2002 yılında Türk Dil Kurumu’nun adlar
koluna üye alındı.
Aydil Erol’un 3 şiiri, tanınmış
bestekârlar tarafından, Segâh, Hicazkâr ve Nihavent makamlarında bestelenmiştir.
Bir şiirinden küçük bir bölüm:
‘Bazen ney olur,
bazı da safi mey olurduk
Gâhi neye meyler katarak hey hey olurduk
Baş
eğmedik asla feleğin kahrına bir gün
Biz istemiş olsaydık eğer her şey olurduk