Boğaziçi Üniversitesi konulu yazımda, “Gösteri yapanlar
teröristtir, falancalar terör partisi HDP ile iltisaklıdır, dirsek
temasındadır.” sözleri, acz ifadesidir demiştim. Terörist varsa, devletin bütün
gücü elinizde. Toplayın, adalete teslim edin. Terörist parti var ise- ki var-
neden gereğini yapmıyorsunuz? Siz, iktidardan meydanda gösteri yapan
teröristleri toplamasını isteyen muhalefet misiniz? Siz, yetki sahibi
değilsiniz, iktidar teröristlerin partilerde teşkilatlanıp meclise gelmesine
göz yumuyor, siz de bunu mu tenkid ediyorsunuz?
Bu soruların makul cevabı var mı? Bunları sorduktan sonra da
devam etmiştim: Yoksa böyle olması iktidarın işine mi geliyor. Öğrenciler
arasında terörist olmasa ne diyecekler? Terörist parti olmasa muhalefeti neyle
suçlayacaklar? Onun için bırakınız kalsın. Sahi, üniversitenin bahçesinde PKK,
“Gerilla vuruyor, helikopterler düşüyor” diye halay çekerken, Ege
Üniversitesini PKK posterleriyle, flamalarıyla donanırken, Fırat Çakıroğlu
PKK’lı katillerce şehit edilirken aklınız neredeydi? Çözüm süreci
haletiruhiyesinde miydiniz? Âkil adamlığınız mı tutmuştu?
İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı’nı ciddiye alırım
Derken, Sayın Ak Parti Genel Başkanı ve Sayın İçişleri
Bakanımızla CHP İstanbul İl Başkanı arasındaki söz düellosu patlak verdi. Hem
İçişleri Bakanımız, hem de Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız, (hangi
makamdan seslendiğini bilmediğim için ikisini de yazıyorum), Sayın Canan
Kaftancıoğlu’na DHKP-C elemanı, DHKP-C’li terörist dedi.
Ne varmış bunda diyeceksiniz? Bu hep oluyor. Bazen terörist
sayısı Türkiye nüfusunun %60’larına tırmanmıyor mu? Mesela referandumda evet
oyu vermeyenler, belediye seçimlerinde su saatlerini PKK’lıların okumasını
tercih edenler…
Hayır, bu farklı. Bir kere konuşanlar abidik-gubidik
insanlar değil, koskoca yetkililer. Kimin DHKP-C üyesi olup kimin olmadığını
İçişler Bakanı bilmeyecek de, ben mi bileceğim? Ve Ak Parti ve Cumhur Başkanı
söylüyorsa ciddiye almak gerekir. Kim ciddiye alacak? Benim elimden bir şey
gelmez. Ben ciddiye alayım. Fakat asıl Cumhuriyet Savcısı’nın ciddiye alması
gerekir. Bu insanlar boş konuşmamıştır. Biliyorlardır. Delilli, ispatlı
konuşmuşlardır. Fakat hayır. Savcılıktan bir hareket yok. Yahu, insan İçişleri
Bakanı’nı, Cumhurbaşkanı’nı ciddiye almaz mı?
CHP’de 8 mevsim
Şimdi söyleyeyim, ben Canan Kaftancıoğlu sevdalısı değilim.
Ben Türk milliyetçisiyim. Kaftancıoğlu’nun, arkasındaki duvarda CHP’nin altı
oku ile oturup birilerini milliyetçilikle “itham” ettiğini hatırlıyorum. Aşırı
milliyetçilikle falan değil, sadece milliyetçilikle. Bırakın anayasayı falan, o
arkasındaki altı okun en uzunu, ortadaki ok milliyetçilikken… CHP tuhaf bir
parti gerçekten ve bir eski milliyetçi CHP milletvekilinin söylediği gibi
içinde 8 mevsim barındırıyor. Bunlardan bir kısmı da Atatürk’e Atatürk
dememeyi, milliyetçiliğe veba gibi yaklaşmayı şiar edinenler.
Ancaaak bütün bunlar, benim bugünkü iktidara başlangıçtaki
soruları sormama engel değil. Terörist varsa, DHKP-C militanı varsa, neden
gerekeni yapmıyorsunuz? Sayın iktidardaki muhalefet? Ve sayın savcılık;
İçişleri Bakanımız ile Cumhurbaşkanımızı ciddiye mi almıyorsunuz?
Benim aklım ermiyor. Eren varsa söylesin. Ben mevzu
değiştireyim
Kuyu neyin romanı?
Şimdi size pek hoşlandığım bir romandan bahsedeceğim.
Siyasete burada bir nokta koyup edebiyatla devam edeceğim. Gerçi Karar’da bu
konuyu benden daha geniş yetkinlikle yazabilenler, yazanlar var ama ne yapayım,
ben Kuyu’yu pek sevdim.
Yazarını eskiden beri severim zaten. Kuyu’yu da ancak o
yazabilirdi. Romanın kahramanı bir yanıyla Rumelili, bir yanıyla 12 Eylül
ihanetinin işkence tezgâhından geçmiş bir ülkücü. Romandaki Rumeliler, “Orası
memleket, burası vatan” diyorlar. İslamoğulları’nın ailesi de Kosova/ İpek’li.
Hepimiz gibi onda da az biraz İttihatçılık var. Ve en mühimi, ne yazarsa
yazsın, ister roman ister politika, yüreğiyle yazar Adnan. Yeniçağ’da uzun
yıllar köşe yazarıydı usta yazar.
Kuyu bir derin devlet romanı mı? Veya çoğulu, derin
devletler romanı mı? Bir ülkücü romanı mı, sol devrimci romanı mı? 12 Eylül’e
giderken ortam hazırlansın diye birkaç yüz kişiyi de kendileri katleden
Amerikan maşalarının romanı mı? Güvenliğin temini görevleriyken üstelik! Kuyu,
Türk milliyetçileri ile yine milliyetçi olabilmelerinden endişe edilen sol yerine
siyasi ümmetçileri ve FETÖ’cüleri geçirmeye çalışan istihbaratın romanı mıdır?
Yoksa bir aşk romanı mıdır? Rumelilerin romanı mıdır? Fransa’ya yolu düşmüş
Türklerin romanı mıdır?
Bunlardan herhangi birine evet demek, bir senfoniyi, “Çok
güzel davul çalıyorlar, pek başarılı bir viyolonsel” diye anlatmaya benziyor.
Kuyu yukardakilerden hepsi ve daha fazlası ve bunları canlı,
bazıları yaşayanlardan bile canlı kahramanların gözüyle, hayatıyla muhteşem bir
senfoni hâlinde anlatıyor. “Hay Allah, bitti!” diye hayıflanacağınız bir
senfoni. Fakat ne gam! Yusuf, Ender, Defne, Mehmet Selim roman bittikten sonra
da aklınızda, gönlünüzde yaşamaya devam edecek. Pek az roman bunu başarabilir.
Kaldı ki kitabın sonunda, son yazmıyor. “Birinci cildin sonu” yazıyor. Beş- on
sene sonra elimizdedir inşallah. Adnan o kadar mükemmeliyetçi ki…(Alıntı: Milli
Düşünce Merkezi)