“Hazır
ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh.”/Abdullah Molla
Azerbaycan, 28 Mayıs 1918’de
Mehmet Emin Resulzade başkanlığındaki Milli Şura tarafından bağımsızlığını ilan
etti. Ancak 2 yıllık kısa bir dönemden sonra Sovyetler Birliği tarafından işgal
edilen Azerbaycan, 70 yıl sonra Sovyetler birliğinden ayrılarak 18 Ekim 1991’de
yeniden bağımsız devlet olarak tarih sahnesinde yerini aldı.
Ermenistan, bağımsızlığını yeni
kazanmış olan Azerbaycan devletinin toparlanmasına fırsat vermeden Dağlık
Karabağ Cumhuriyetini ilan etti ve Rusların da desteği ile bölgeyi işgalle
başladı. Günlerce süren çatışmalar sonucunda, Ermeniler, Dağlık Karabağ’ın
Merkezi Hankendi’ni 28 Aralık 1991 de işgal etti.
Aslında yazının detayına girmeden
neden Dağlık Karabağ diyecek olursak; yörenin Bakır ve Altın madeni olarak
oldukça zengin olduğunu bilen Ruslar, Stalin döneminde Rusya da ve o yörede ne
kadar Ermeni varsa Karabağ’a yerleştirdiler.
Ermeniler Hankendi’ni işgal
ettikten sonra çatışmalar devam etti. Türk Milletinin kalbinde acı bir yara
olarak kalan insanlık tarihinin en vahşi ve büyük katliamı 25 Şubat 1992
yılında Hocalı da gerçekleşti.
Ancak, bu böyle gitmeyecekti tabii,
Türk milleti bu ezikliğin altında daha fazla kalamazdı. 28 Yıl sonra Avrupa’nın
ve ABD’nin şımarık çocuğu Ermeniler, alçakça bir yenilgiyle hüsrana uğradılar
ve Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünü bir defa daha teyit ettiler: “Geldikleri gibi giderler!” ve gittiler!
Hem de uyuz köpekler gibi arkalarına bakmadan tanklarını, toplarını bırakıp
kaçtılar.
1974 Öncesi Kıbrıs Türkünün
kaderi de Karabağ Türkünün kaderine benziyordu. Rumların bitmek bilmeyen katliam
ve saldırıları neticesinde 1963-1964 yıllarında 364 Kıbrıs Türkü hayatını
kaybetti. 11 Yıl boyunca Kıbrıs Türkleri adanın kuzeyinde 3 Km2 gibi
ufak bir yere sığınmışlar ve hemen hemen Türk Kızılay’ından gelen yardımlardan
başka gelirleri yoktu. EOK’nın ve Yunanistan’ın hain ENOSİS planı, 1974 Barış
harekâtıyla çökertildi ve Kıbrıs Türkü; Başta Türk ordusu, Kıbrıslı mücahitler
ve rahmetli Rauf Denktaş sayesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi özgür,
egemen bir devlete sahip oldu.
23 Ekim 2020 tarihinde Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Ersin Tatar,
rahmetli Denktaş ekolünden gelen değerli bir devlet adamıdır. Gönül isterdi ki,
10 Aralıkta Azerbaycan da yapılan Azerbaycan ve Türk askerlerince düzenlenen şenlik
ve törene Sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte Cumhurbaşkanı Ersin Tatar da
katılsın. Bu olay sayesinde hem diğer Türk Cumhuriyetleri ve hem dünya, tek Millet, üç devletin birlik ve beraberliklerine şahit olsunlar. Bu gün
için pamuk ipliğine bağlı yürüyen “Türk
Keneşi”ne dâhil ülkeler de kim bilir ileride aralarındaki safları daha da
sıklaştırırlardı.
10 Aralıkta Azerbaycan da yapılan
şenlik ve askerlerimizin geçit törenleri, inanıyorum ki dünya Türklüğünün gurur
kaynağı olmuştur. Ayrıca iki liderin dünyaya karşı verdiği samimi duruş, dosta
güven, düşmana korku salmıştır. Özellikle Türk İHA ve SİHA’larının ve
göklerdeki savaş uçaklarımızın gösterileri, tek kelimeyle harikaydı. Hakkını
yemeden söyleyeyim Cumhurbaşkanımızın konuşması çok iyi hazırlanmıştı. Gerek
Ermenistan’a gerekse dünyaya karşı güzel mesajlar verildi.
Azerbaycan zaferine büyük katkı
sağlayan Türk İHA ve SİHA’larının başarısı tartışılmaz. Ama
bu başarı bizi rehavete düşürmemeli. Dünya silah teknolojisinde ileri ABD,
Rusya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler dikkatle takip edilmeli. Onların
teknolojik silahlarına denk silahlar geliştirmeliyiz. Bugün bizim buna gücümüz
yeter. Albayrak SİHA’ların
yazılımını Kanada’dan alıyorduk, bu silahları Suriye de bulunan PKK’lı
teröristlere Libya’da Hafter güçlerine ve Azerbaycan’da Ermenistan’a karşı
kullanınca Kanada bu silahların yazılımının satış işlemini durdurdu. Anında
TUSAŞ devreye girdi ve daha iyi yazılım üreterek SİHA’larımızın ihtiyacı karşılandı.
Sözcü Gazetesinden Uğur dündar’ın
yazısından aldığım eski başbakan, hukukçu ve diplomat Suat Hayri Ürgüplü’nün
yazdığı: “BEYEFENDİ” kitabında
Mareşal Fevzi Çakmak’ın CHP Grup Başkanı Recep Peker’e söylediği şu sözlere
kulak verelim: “Bak evladım imparatorluk
yuvarlanıp baş aşağı kayarken, Gazi Mustafa Kemal, çıkmış onu uçurumun
kenarındaki bir ağacın köküne tutundurmuştur. Evvela nefesini toparlamış yavaş
yavaş düzlüğe çıkarmaya çalışmıştır. Şimdi hala o sağlam ağaç köküne yapışmış
durumdadır. Amma Atatürk’ten sonra düzlüğe çıkma gayreti yavaşlamıştır. Hazır
ağaca yapıştık ya, orada asılı kalalım diye teselli buluyoruz. Fakat bu çok
tehlikelidir. Kolunuz yorulur, aşağı yuvarlanırsınız. Ağacın kökü topraktan
kopar yine dibe düşeriz. Ne yapıp yapıp dikkatle aşağı düşmeden, düzlüğe
çıkmalıyız. Diğer devletleri takip edip onlara yetişmeliyiz. Başka
husus(kurtuluş yolu) yoktur.”
Yine bu konuda Mustafa Kemal
Atatürk’ün 1 Mart 1922 de Mecliste söylediği şu söz aynı düşünceleri
yansıtıyor: “Şayet barış istiyorsan
savaşa hazır ol.”
Sağlıklı kalın.