Kur’an’ın İlk Emri : “Oku!”

102

     Hayvanlar, dünyaya
geldiği zaman, sanki başka bir âlemde tekemmül etmiş / mükemmelleştirilmiş gibi
istidat, kabiliyet ve yeteneklerine göre mükemmel / tam ve eksiksiz olarak
dünyaya gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün
hayat şartlarını ve kâinat / evrenle olan münasebet / ilgi ve alâkalarını,
hayat / yaşam kanunlarını öğrenirler. Meleke / alışkanlık ve kabiliyet sahibi
olurlar.

     İnsanın yirmi
senede kazandığı hayat gücünü ve iş yapabilme meleke ve kabiliyetini; serçe ve
arı gibi hayvanlar yirmi günde elde eder. Yani onlara ilham olunur / Allah’ın
bildirmesi, içlerine doğurmasıyla onlar kendilerine gereken davranışları
edinirler. Demek, hayvanların asıl vazifesi taallüm / öğrenmeyle tekemmül etmek
/ mükemmelleşmek ve olgunlaşmak değil. Marifet / bilgi kesb etmek / edinmek ve
kazanmakla terakki etmek / ilerlemek de değil. Aczini / güçsüzlük ve
beceriksizliğini göstermekle medet / yardım istemek hiç değil.

     Belki vazîfe ve
görevleri; istidat / kabiliyet ve yeteneklerine göre taammül / yaratılışlarının
gerektirdiği amel / fiil ve işleri yapmak, ubudiyet-i fiiliyede / fiilî kulluk
ve ibadetlerini yani yaratılışlarının gereğini yerine getirmektir. Çünkü onlar,
âdeta kurulmuş birer robot hükmündedir.

     İnsan ise, dünyaya
gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç / ihtiyaç içinde, hayat kanunlarına cahil;
hattâ yirmi senede tamamen hayat şartlarını öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne /
ömrünün sonuna kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet / son derece âciz / güçsüz,
beceriksiz ve zayıf bir surette dünyaya gönderiliyor.

     Bir iki senede
ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaatlerini / faydalı
şeylerini fark ediyor. Beşer / toplum hayatının muaveneti / yardımıyla ancak
menfaat ve faydalı şeyleri kendine celp edip çekebiliyor. Zararlardan
sakınabiliyor. Demek ki, insanın fıtrî vazîfesi / yaratılışına verilen görevi;
taallümle / öğrenmekle tekemmül etmek / mükemmelleşmek ve olgunlaşmaktır.

     Yani “Kimin
merhameti / acıması ve şefkat göstermesiyle; böyle hakîmane / hikmetli bir
şekilde idare olunuyor? Kimin keremi / lütuf, ihsan ve bağışıyla; böyle
müşfikane / şefkatlice terbiye olunuyor / yetiştiriliyor, kabiliyetlerim
geliştiriliyor? Nasıl birisinin lütuf / ikram ve yardımıyla, böyle nazeninâne /
nazikcesine besleniyor ve idare ediliyorum?” gibi soruların cevaplarını  bilmektir. Binden ancak birisine eli yetişemediği
hâcât ve ihtiyaçlarına dair Kadıu’l- Hâcâta / tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini
yerine getiren Allaha; fakr ve acizlik dili ile yalvarmaktır. Yani, aczin ve
fakrın cenah ve kanatlarıyla, makam-ı âlâ-yı ubudiyete / kulluğun en yüce
makamına uçmaktır.

     Demek, insan bu âleme tekemmül etmek /
mükemmelleşmek ve olgunlaşmak için gelmiştir. Mahiyet / nitelik, yapı ve
istidat / kabiliyet ve yeteneği bakımından ise, her şey ilme bağlıdır. Bütün
hakiki / gerçek ilimlerin esası, madeni, nuru ve ruhu ise marifetullah / Allahı
tanımak, anlamak ve bilmektir. Bunun üssü’l-esası / asıl, sağlam temeli de,
iman-ı billah / Allaha imandır.

     Hem insan,
nihayetsiz aczi, zayıf ve güçsüzlüğüyle, nihayetsiz / sonsuz beliyyata /
belâlara maruz kalır / uğrar. Hadsiz / sayısız âdânın / düşmanların hücumuyla
karşı karşıya kalır. Nihayetsiz / sonsuz fakrıyla beraber, nihayetsiz hâcâta /
ihtiyaçlara giriftar olur / gereksinim duyar. Sayısız metalibe / talep olunan
şeylere muhtaç duruma düşer. Bu yüzden vazife-i asliye-i fıtriyesi / yaratılışa
ait vazife ve görevi, imandan sonra duadır. Dua ise esas-ı ubudiyet; yani
kulluğun aslı, esası ve temelidir.

     İşte insanın bu
kadar potansiyel ve yeteneklerle yaratılması; onun bu kabiliyet ve
yeteneklerini geliştirmesini gerektirir. Bu da her husus ve konuda OKUmasından,
OKUyarak araştırmasından, yani öğrenmekten / OKUmaktan geçer.

     Öğrenmenin yolu
ise OKUldan, OKUmaktan; kısaca demek lâzımsa, hayatı OKUMAK, hayatı anlamak ve
hayatı bilmekten geçer. İnsanın hayatına yön vermesi, hayatı anlamasından
geçer. Bu da  OKUMAKTAN başka seçenek
bırakmaz, insan olan insana. İşte bundan ötürüdür ki, Kur’an’ın ilk inen Alak
suresinin ilk âyetinin ilk sözü, ilk emri “İkra!” / “Oku!” dur.

     Kur’an’ı sadece
yüzünden okuyup da, anlamına yönelmezsek; Kur’an’ı öksüz ve yetim bırakmış
oluruz be dostlar!

Önceki İçerikBaşarılı Türkler Neden Yurt Dışında?
Sonraki İçerikAt Gözlüğüne Değil, At Gözüne İhtiyaç Var
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.