‘Dil konusunda hassas insanlarımızın sayısını artırmak gerekir.’
GİRİŞ:
İnsan kalabalıklarını bir araya toplayan,
onları millet hâline getiren kültürdür. Kültür, bir milleti diğer milletlerden
ayıran özelliklerdir. Kültürün belli başlı unsurlarından biri dildir. Dil, milleti oluşturan insanlar arasında
iletişimi sağlar. Sevinçlerin ve acıların paylaşılmasında kullanılan en önemli
araçtır. O araç bozulursa, insanlar arasında
anlaşma zorlaşır. Kültürle alakalı çöküntü başlar ve sonunda millet denilen
topluluk dağılır.
dünyanın en zengin, en mükemmel dillerinden biridir. Doğrusunu söylemek
gerekirse, Türkçe, güzelliğini ve zenginliğini kaybetme eğilimindedir. Dil
konusunda hassas olanlar, Türkçemiz için çalan alarm zillerinden
rahatsızdırlar. Bu kötüye gidişin durdurulması için gayret göstermektedirler.
Bu yapıyı geliştirecek olanlar; yazarlar, televizyon ekranlarında ve sinemanın
beyaz perdesinde ve de tiyatro sahnelerinde görev üstlenen sanatkârlardır.
Dilin güzellikleri, onlar aracılığı ile geniş kütlelere ulaştırılabilir. Bu
gelişme, dilin kendi kuralları içerisinde kolaya, bayağılığa ve bozulmalara yol
açmadan sağlanmalıdır. Günlük konuşmalarımızda uydurma kelimeler ve hatta
sesler kullanılması, önce güzel Türkçemizi, sonra kültürümüzü en sonunda da
millet olma özelliğimizi tehlikeye sokar.
bir tutku. Hız tutkusu, otomobil kullanımında olduğu gibi beraberinde
tehlikeler getirmiyorsa, insanları;
dikkatsiz, pratik ve rahat olmaya yönlendiriyor. Güzelim ‘evet’ yerine ‘hı hı’, ‘hayır’ yerine
‘ııh’, hayret ifade eden ‘Allah –
Allah’, ve ‘Demeyin, veya ‘Ne
diyorsunuz?’ gibi kelimeler yerine ‘vaavv’ gibi sesler çıkarmak, ‘dondum kaldım’, veya ‘hayret ettim’ demek
yerine ‘çüş oldum kafadan’, ‘resmen oha oldum’
kelimelerini kullanmak… dilimizin son zamanlarda karşı karşıya bulunduğu
felâketlerdir.
sergileniyor olsa bile büyük kısmı tamamen bir özentiden ibarettir. Özentiler,
işin nereye varacağını, nelere sebebiyet vereceğini düşünmeyenlerin tercih
ettiği zararlı bir rahatlığa yöneliştir. Bir kısım gençlerimiz de bu
davranışlarla, ‘entel’ olunduğunu düşünmektedir. Entel kelimesi Fransızcadaki entelektüel
kelimesinin rahatlık, kolaylık olsun diye kısaltılmış şeklidir. Entelektüel;
iyi tahsil yapmış, fikrî meselelere ilgi duyan, bilgili, kültürlü, olaylardan
ve gelişmelerden haberdar insan anlamında bir kelimedir. Kullandığı kelime
sayısını çoğaltmak yerine azaltan, hatta kelime kullanmak yerine; kedi gibi, kuş gibi bir takım sesler çıkaranlar entelektüel
de, entel de olamazlar.
Oğuz Çetinoğlu: ‘Tarih’ kelimesi Arapça. Nispet eki olan
î de Arapça. Arapça olduğu için tarihî kelimesini kullanmak istemeyenler,
Fransızcadan aparılan –sel takısı ile ‘tarihsel’
uydurukçasını kullanıp, Türkçeleştirdiklerini zannediyorlar. Altı kaval üstü
şeşhâne…
ucubeler de var: ‘Kimi’ kelimesi
ancak kişi ile bağlantılıdır. Eşya, zaman, mekân ve mefhumlarla bağlantılı
kullanılması uygun mu? ‘bazı’, ‘bir kısım’, ‘birtakım’ gibi kelime veya kelime
gruplarının dışlanması doğru mu?
Prof. Dr. Mustafa Argunşah: Söylediğiniz kavramların dışlandığını
sanmıyorum. Her üçü de en az ‘kimi’
kelimesi kadar kullanılıyor. Bir kavramın birden çok kelimeyle karşılanması
dilde zenginliktir. Hiç kimseyi şurada şunu tercih etmelisin, diye
zorlayamayız. İnsanlar istediklerini kullanabilirler, hepsi de doğrudur.
Aralarında ‘bazı’ kelimesi Arapça
kökenli, ben bazen ‘bazı’yı bazen de
‘kimi’yi kullanıyorum. ‘Bazen’ yerine de ‘kimi zaman’ dediğim oluyor. Böylece tekrara düşmüyorum, daha zengin
bir kelime dağarcığını işleterek ifademi güçlendiriyorum.
Çetinoğlu: Haklısınız,
‘zorlayamayız’ Fakat ‘Türkçe uzmanı veya Türkçe hassasiyetine sâhip kişiler
olarak doğrusunu söylemez isek, Türkçenin yozlaşmasına, yıpranmasına göz yummuş,
böylece kendi kültürümüze ihanet etmiş oluruz.’ diye düşünüyorum. Fakat Herhalde,
‘kimi’ kelimesinin ‘kişi’ ile olan bağlantısını bir kenara
bırakıp, ‘kimi evler’, ‘kimi sokaklar’ demiyorsunuzdur…
karşılamak gerekir?
Argunşah: Bu tür kısaltmalar yanlış yapıldı ve maalesef yerleşti.
Buna benzer çok sayıda kısaltma var. Hâlbuki biz Batıdan aldığımız kelimelerin
kısaltmalarını yaparken Türkçe telaffuzlarını dikkate almalıydık. Mesela 19.
yüzyıl metinlerinde kullandığımız alıntı ‘nomero’
kelimesinin kısaltması olan ‘no’ öyle
yerleşti ki… Bugün hiç kimse ‘nomero’
demiyor ama ‘no’yu herkes kullanıyor. Türkçede ‘numara’ kelimesini kullanıyoruz, kısaltması da ‘nu’ olmalıydı. Yaygınlaşan yanlışları
düzeltmek mümkün olmuyor sonra. Millî Eğitim Bakanlığı da okullar vasıtasıyla
bu yanlışları yaygınlaştırdı. Toplumda yukarıdan aşağıya bir dil bilinci
olmayınca Türkçenin başına bu tür gariplikler geldi maalesef.
Çetinoğlu: ‘Herkes kullanıyor’ şeklinde bir
genelleme yerine, ‘dil hassasiyeti
olmayan kişiler kullanıyor’ demek daha doğru olur gibime geliyor. Başka bir
mesele: Türk alfabesinde yalnız harfler değil, rakamlar da vardır. ‘IV. Murat’,
‘XVI. Lui’ gibi, Romen rakamlı yazılışları makul karşılamalı mıyız? Madem
ki Türk Alfabesi’ni kullanıyoruz, Türk rakamlarını tercih etmemiz daha mantıklı
daha millî değil mi?
Prof. Argunşah: Bunlar birer imla meselesi. Ben şahsen yüzyılları
yazarken de Arap rakamlarının kullanılmasından yanayım. Fakat Romen rakamlarını
kullanmak Türkçede öyle yaygınlaşmış ki şimdi kalkıp ‘4. Murat’ yazsam nasıl karşılanır acaba? Yaygın yanlışları
düzeltmek gerçekten zor, bunlarla yaşayıp gideceğiz galiba. Yahut sizler gibi
dil konusunda hassas insanlarımızın sayısını artırmak gerekir. Bu hassasiyeti
toplumun her kesimine yaymalıyız. İpin ucu Millî Eğitimin elinde. Onlar isterse
bu meseleyi birkaç yıl içinde çözebilirler. Yeter ki istesinler!
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Bu
meseleleri ele alışımın sebebi, sorumlu makamlara hatırlatmak, doğru ve güzel
Türkçe kullanımına vesile olmaktır. Şahısların hassasiyeti faydalı ise de
Özellikle Türk Dil Kurumu (TDK) yetkililerinin hassasiyeti şarttır. Böylece
TDK’ya da müşterek mesajımızı iletmiş olduk.
güvenerek bir hususu belirtmek mecburiyetindeyim. ‘Çoğunluk veya bulunduğumuz çevredeki herkes sigara içiyor veya zararlı
alışkanlıklarını terk etmiyor’ diyerek biz de
onlar gibi yapmak mecburiyetinde değiliz. Sorumluluğumuzu
müdrik olmalıyız.
Romen rakamlarının yüzyıllarda, hükümdar adlarında, tarihlerde ayların
yazılışında, kitap ve dergi ciltlerinde kullanıldığını belirtiyor. Yaygınlık
kazandığı için bundan geri dönüş mümkün değil. Hepimiz Kılavuz’a uyarak dilde
farklı yazımları, yani kargaşayı önlemiş oluruz.
Çetinoğlu: TDK resmî ve saygın
olması gereken bir kurumumuz. Resmî kurumlara karşı sorumlu olanları, İmla
Kılavuzlarında belirtilenlere riâyet etmekte mâzur görmek mümkündür.
Efendim,
farklılıklara saygı duymak gerek de, yanlışlara saygı duyulamaz. Saygı duyulan
kişilerin isimlerini; ‘Efendi’, ‘Bey’, ‘Beyefendi’, ‘Hanım’, ‘Hanımefendi’ gibi sıfatlarla bir arada
söylemeyi alışkanlık hâline getirmiş bir kültürün mensupları olarak; cihanın
saygısını kazanmış padişahlarımızı; ‘Üçüncü
Selim’, ‘Dördüncü Murad’ veya
‘Abdülhamid’ diyerek anmamız hoş karşılanabilir mi?
Prof. Argunşah: Karşılanmaması gerekir. Fakat artık hepimiz
alışmışız bu tür kullanımlara. Moda tabirle söylersek ‘kanıksamışız’, aslında ‘kanıksatılmışız’.
Bunları duyunca kulaklarım tırmalanmıyor. Duyduğumuz sözler kulağımızı
tırmalamıyorsa artık yaygınlaşmış ve toplumun büyük kesimi tarafından kabul
görmüş, demektir. Biz büyük bir medeniyet yaratmış bir milletin çocuklarıyız.
Medeniyetimizin dili olan Osmanlı Türkçesi çok zarif bir dildi. Çok işlenmiş
bir şehir diliydi, aydın diliydi. Kime nerede, nasıl hitap edilmesi gerektiğini
bütün inceliğiyle ortaya koymuştur. Atalarımız da bu konularda çok hassastılar.
Günlük konuşma dilinde ‘Abdülhamit’
desek de yazı dilinde mutlaka unvanlarını kullanmalıyız. ‘Sultan Abdülhamit’ veya ‘Abdülhamit
Han’ gibi sıfat veya unvan kullanmayı alışkanlık hâline getirmeliyiz.
Okullarımızda bu tür kullanımlara hiç dikkat çekilmiyor. İtiraf etmeliyim ki,
Türkçe öğretmenleri olarak biz de dilimizin bu inceliklerine yeterince dikkat
etmiyoruz.
Çetinoğlu: Toplumumuzda, ‘Alkolik’ler, olduğu gibi ‘yanlışkolik’ler de var… Ve bunlar, resmî
makamların, Türk dilini korumakla vazifeli kurumların ürünü…
Deveye,
‘boynun eğri’ diyenler, ‘nerem doğru ki?’ diye karşılık almış.
Rakamlarla
ilgili kaideler tamamen unutuldu. Bir karmaşa yaşanıyor. 14.268,25 TL yerine 14,268.25 TL, % 25,47
yerine yüzde 25.47 yazılıyor. 12,5 milyon şeklindeki yazılışla; 12.500.000 mi
denilmek isteniyor, yoksa 12.500.000.000 mu? Kimileri 14 bin 925 şeklinde
yazıyor. Bu konuda bir standardımız yok mu? Yok ise olmalı değil mi?
Argunşah: Rakamların yazılışındaki farklılıkları ve kuralsızlıkları
ortadan kaldırmak için TDK Yazım Kılavuzu, bu konuda bir kural belirlemiş. O
kuralda, beş ve beşten çok rakamlı sayılar sondan sayılmak üzere üçlü gruplara
ayrılarak yazılır ve araya nokta konur, diyor. Kılavuz’da sayıların yazılışıyla
ilgili bölüm çok açık. Bu konuyla ilgili de Yazım Kılavuzu esas alınarak
kargaşa çıkması önlenebilir.
kurallarını iyi öğrettiğimizi iddia edemeyiz. Türkçenin yazım kuralları tespit
edilmiş ve kılavuzlara konulmuş. Fakat milletçe kılavuz ve sözlük kullanma
alışkanlığımız yok. 20.000.000’dan fazla öğrencisi olan Türkiye’de kaç kişinin
evinde yazım kılavuzu ve sözlük var? Kaç öğrencimiz yazımında veya anlamında
tereddüt ettiği kelimenin doğrusunu öğrenmek için kılavuz veya sözlüğe bakar?
Çok az. Bunu satış rakamlarından biliyorum. Öğrencilerimize sözlük kullanma ve
kılavuza bakma alışkanlığı kazandırmalıyız. Bu çok önemli bir konu.
Öğretmenlerimiz bu konuda gerekli hassasiyeti göstermelidir. Sözlüğe
bakılmayınca öğrencilerin kelime hazinesi genişlemiyor, yeni kelime öğrenme
çabasına girmiyorlar. Kitap okumadıkları için de ders kitaplarındaki ve
testlerdeki kelimeler onların kelime dağarcığını oluşturuyor.
Çetinoğlu: Türkçe ile ilgili
bütün dertlerimizi özetlediniz. Teşekkür ederim. Kısa bir ekleme yapacağım:
Öğrencilerimize imla kılavuzu kullanmayı alışkanlık hâline getirmeden önce,
farklı yıllarda yayımlanan farklı imlâ kılavuzlarındaki çelişkileri, birbirini
nakzeden farklılıkları ortadan kaldırmalıyız. Ortaokulda beden eğitimi hocamız,
yanlış kullanılan veya telaffuz edilen bir kelime için bizi ikaz ederdi.
Günümüzde beden eğitimi hocalarının da sözlükleri, imla kılavuzları yok
galiba…
‘Bütün dünya dillerinin, yabancı
dillerden kelime aldığı’ gerçeği gerekçe gösterilerek, Türkçemizin
İngilizce ve Fransızca kelimelerin istilasına mâruz kalmasına göz yumulabilir
mi?
Prof. Argunşah: Tabii ki yumulmamalıdır. Bütün dünya dilleri
yabancı dillerden kelime alır. Bu bir gerçektir. Fakat bunun arkasına sığınarak
dilimizin kirlenmesine karşı duyarsız kalmak doğru bir tavır değildir.
Cumhuriyet döneminde Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasında gösterdiğimiz
duyarlılığı Batı kökenli kelimelerin girmesi hususunda gösteremedik. Türkçenin
yukarıdaki sorularda örneklendirdiğiniz problemleri bulunmaktadır. Fakat asıl
mesele Batı kökenli, özellikle de İngilizce kelimelerin dilimizi istila etmesine
karşı göz yumuyor olmamızdır. 21. yüzyılda artık Fransızca kelime girmiyor
Türkçeye. 19. yüzyılla 20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda Fransızca kelime
girdi zaten. Yeni basılan Türkçe Sözlük’te
5.537 Fransızca kökenli kelime var. 6.512 Arapça kökenli kelimeden sonra ikinci
sırada. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da İngilizce kelimeler bütün dünya
dillerini işgale giriştiler. Türkçe de bundan yeterince nasibini aldı. Fakat
İngilizce kelimeler henüz günlük dilde Fransızcalar kadar yaygınlaşmadı, edebiyat
eserlerine girmedi. Bahsettiğim sözlükte 513 İngilizce kökenli kelime var.
Fransızcanın %10’undan az. Şimdi toplumumuzun bütün kesimlerince İngilizce
kelimelerin dilimizi işgaline karşı bir savunma hattı oluşturma zamanıdır.
Biraz daha oyalanırsak zaman geçmiş olabilir. Tavır koyma, önlem alma zamanı
şimdidir. Bu zamanı geçirmemeliyiz. İngilizceden girecek her kelimeye karşı
hızla Türkçe kelime türetmeli ve bunu okullar, edebî eserler ve basın yoluyla
yaygınlaştırmalıyız.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim
Hocam. Acı hakîkati çok net bir şekilde özetlediniz. Bu söyledikleriniz kalın
harflerle yayınlanacak…
PROF. DR. MUSTAFA 1961’de Tokat’ta doğan Prof. Dr. Mustafa Argunşah ilk ve orta 15 Aralık 1988’de Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk 15 Eylül 1998-31 Temmuz 2000 tarihleri arasında yaklaşık iki yıl Telif Gagauz Türkleri, Dünden Bugüne Gagauzlar: (Harun Güngör ile birlikte) Ankara, 1993. Şükrî-i Bitlisî, Gagauzlar: (Harun Güngör ile birlikte) İstanbul, 1998. Muhammed bin Mahmud Kirdeci Ali, Kesik Baş The Gagauz: (Harun Güngör ile birlikte) Yayıma Milletlerarası Hoca Ahmet Türkiye Cumhuriyeti Kayseri ve Yöresi Kültür, Tercüme Kırım |