Oğuz Çetinoğlu: İlk Cuma namazı
nerede kalındı?
Dr.
Abdülkadir Sezgin: Allah Rasûlü Efendimiz,
Rabb’inin emri üzerine, arkadaşı Hz. Ebu Bekir (r.a)’le beraber Mekke’den
Medine’ye hicreti esnasında Kuba köyüne geldiler.
Peygamber fendimiz(s.a.v), Amr b. Avf
oğullarında on dört gün ikamet etti. Bu esnada onlarla beraber Kûba Mescidi’ni
inşa ettiler.
Medine’de yapılan ilk mescit bu oldu. İlk
Cuma namazı da burada farz kılındı. Ensar’dan, Said b. Zürare’nin evinde iki rekât
namaz kılarken, Allah (c.c) da, Nebisi Hz. Muhammed’e Cibril’i göndererek Cuma
namazının farz olduğunu bildirdi. Böylelikle Cuma namazı Ümmet-i Muhammed’e
farz oldu.
Rânuna mevkiine geldiklerinde Cuma namazı vakti girdi. Efendimiz
Rânûna Vadisinin ortasındaki Cuma Mescidinin yerine indi ve burada Cuma namazı
kıldı. Bu, Peygamber Efendimizin Medine’de kıldığı
ilk Cuma namazı idi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz burada arka arkaya
iki hutbe okudu.
Çetinoğlu:
Hutbeden birkaç
cümle lütfeder misiniz?
Dr. Sezgin: “Ey iman
edenler! Cuma günü, namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ın zikrine, (hutbe dinlemeye ve namaz kılmaya)
gidin; alışverişi bırakın. Bu (hutbe
dinlemek ve namaz kılmak), sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz”.
(Cuma: 9)
Çetinoğlu: Meâlini açıklar mısınız?
Dr. Sezgin: Bu âyette
geçen, “Cuma günü, namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ın zikrine, (hutbe dinlemeye ve namaz kılmaya)
gidin” İlâhi emri, “Cuma namazı vaktinde çalışmanın helal olmadığı ve Cuma
namazı kılınacak kadar sürenin tatil olduğu” şeklinde kabul edilmiştir.
Bunun dışında “Müslümanların tatili” denilebilecek bir zaman yokyur.
İslam gücü yettiğince hayat boyu çalışmayı emrediyor, hükmüne varılmıştır.
Buna rağmen günümüzde bazı insanların, “Cumartesi Yahudilerin, Pazar
Hıristiyanların, Cuma günü de Müslümanların tatili olsun” demelerinin İslam
kültür ve tarihi açısından anlamı yoktur. Halkın ifadesiyle, “Gavurun var,
bizim de olsun” mantığı ile önerilen
“Cuma tatili” anlamsız ve boş bir gayrettir.
Çetinoğlu: Cuma namazı ezan konusunda farklı bilgiler var.
Doğrusunu sizden öğrenebilir miyiz?
Dr. Sezgin: Hz. Peygamber,
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devirlerinde Cuma namazı vaktinde ezan dışarıda
okunmaz, hatip minbere çıkınca okunurdu. Bu gün bu ezana “iç
ezan” diyoruz.
Hz. Osman zamanında Medine’nin nüfusundaki artış ve ümmetin diğer
namazlarda olduğu gibi, namaza davet anlamında mescit dışında da okunmaya
başlandığını biliyoruz. Bu uygulama bütün İslam dünyasında “icmâ-ı ümmet” hâline gelmiş ve ortak
olarak uygulanmaktadır.
Çetinoğlu: Bir de salâ meselesi var…
Dr. Sezgin: Cuma günleri,
daha çok Arap şairlerin Hz. Peygamber hakkında yazdıkları “mersiye”ler, günün
Cuma olduğunu ve cuma namazını için hazırlık yapılmasının sağlanması maksadıyla
minarelerden okunmasına “Cuma salası” denildi.
Osmanlı döneminde Cuma salasında, benzer “Naat” veya “kaside” okunduğu
da olmuştur. Fakat daha sonraları, ülke genelinde ortak sembol olmak üzere Cuma
salâsı olarak Hz. Peygambere “Salât ü
Selam” adı verilen “Essalâtü
Vesselamü aleyke Yâ Rasûlallah” diye başlayan salâ okunmaya başlanmıştır.
Bu gelenek hâlen ülkemizde, Cuma namazından yaklaşık bir saat önce makamla
minarelerden okunmaktadır.
Çetinoğlu: Cuma namazı kimlere farzdır?
Dr. Sezgin: Diğer
namazların farz olması için aranan şartlara ilâve olarak cuma namazının bir
kimseye farz olabilmesi için şartlar şöyledir:
-Erkek olmak. (Cuma namazı kadına farz değildir, kılarsa sahih olur ve
artık o günün öğle namazını kılmaz.
-Hür olmak.
-Cuma kılınan yerde ikâmet eder olmak.
-Mazeret sahibi olmamak
Çetinoğlu: ‘Mâzeret’ kavramını açıklar mısınız?
Dr. Sezgin: Mâzeret
sayılacak haller 7 adettir:
-Cumaya gittiği takdirde zarar görecek hasta,
-Kendisini cumaya götürecek kimsesi olmayan kör ve kötürüme, özürlü,
-Bitkin hale gelmiş yaşlı kişilere,
-Tehlikeli sıcak ve soğuktan korkan kimseye,
-Çok yağmur ve çamur bulunduğunda,
-Haksız olarak yakalanıp hapsedilmekten
korkan kimseye,
-Gittiği takdirde mal, can veya namusun
zâyi olmasından korkan kimselere cuma farz değildir. (Bunlardan mükellefiyetleri düşer, sorumlu tutulmazlar).
Çetinoğlu: Cuma namazının sıhhatinin şartlarından söz eder
misiniz?
Dr. Sezgin: Yedi şart
vardır:
-Cuma kılınacak yer, şehir veya şehir hükmünde olan yer olacak.. (Şehir, en büyük camii cuma ile mükellef
olanları alamayacak kadar nüfusu olan yerdir. Bir idarecisi ve bir de hâkimi
olan yer diye de tavsif edilmiştir. Daha uzaktakiler şehir dışında sayılırlar.
Ayrıca, bir ictihada göre devletin şehir saydığı yer şehir kabul edilir).
-İmam, devlet başkanı veya onun vekâlet ve/ya izin verdiği kimse
olacak.
-Camide cuma kılınmasına devlet izin verecek. (Devlet başkanının izni cami yapılırken ve ilk hutbe okunurken istenir).
Bu izin bundan sonrası için de geçerli olur.
-Öğle vaktinde kılınacak.
-Hutbe okunacak.
-Cami herkese açık olacak.
-Cemaat ile kılınacak.
Bu şartların bazı maddelerinde ehli Sünnet mezhepleri arasında
farklılık varsa da genel esaslarda ciddi bir ihtilaf yoktur. Bunlar daha çok,
cemaatin kaç kişi olacağı, bir şehirde bir yerde Cuma kılınması gibi
hususlardadır.
Çetinoğlu: Cami yapılacak yere ve cuma hutbesi okuyacak kişiye
izin verme yetkisi hakkında bilgi verir misiniz?
Dr. Sezgin: Selçuklu ve
Osmanlı döneminde yapılmış camilerin tamamına cami yapılmadan önce, beş vakit
ve Cuma kılınmak üzere devlet başkanı olan Padişah tarafından “cami yapma izni”
verilmiştir. Caminin tamamlanmasından sonra da hutbe okuyacak “Hatibi” için hayat
boyu geçerli yetki verilmiştir.
Cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı bu konudaki bir izin
talebine 6.2.1933 tarihinde köylerde de Cuma kılınabileceğine yazılı olarak
cevap/izin vermiştir (A. Hamdi Akseki, İslâm Dini, (Ankara, 1957), s. 172).
Bu izinden sonra Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi ile
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk arasında yapılmış bir görüşmeye
dayanılarak, 16. Şubat 1934 tarihinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yazılarak,
Cumhurbaşkanı’nın imzası alınan bir yazı ile, devlet başkanına ait olan,
“nereye cami yapılacağı ve kimin hutbe okuyacağına dair” (Cuma Beratı) “izin
verme yetkisi Vilayet ve Kaza müftülerine devredilmiştir.”
Halen çerçeveli bir levha olarak, bütün camilerde bulunan bu izin
belgesi “Cuma Beratı”, caminin bağlı olduğu il ve ilçe Müftüsünce
imzalanmaktadır.
Çetinoğlu: Cuma namazı ve siyâset ilişkisi hakkında bâzı
söylentiler var…
Dr. Sezgin: Cuma kılınacak
caminin yapılması, hutbenin okunması ve
Cuma namazının kıldırılması, devlet başkanı veya onun izin verdiği kişi
tarafından yapılıyor olması sebebiyle aynı zamanda siyâsî bir ibâdet olarak
kabul edilmektedir.
Çetinoğlu: İçinde çok geniş mekânlar, salonlar, hatta tiyatro bile
bulunan Osmanlı sarayında Cuma namazı kılınacak cami niçin yoktur? Diye
soranlar var. Nasıl cevaplandırır sınız?
Dr. Sezgin: Cuma namazının
kılındığı ve Cuma hutbesinin okunduğu yerin kapısı herkese açık olacak. Böyle
olmaz da gelmek isteyenlerden içeri giremeyecek yerlerde kılınan Cuma namazı
geçersiz sayılır. “Halkın serbestçe giremediği, avlularda, surlarla çevrili,
özel izin gerektiren yerlerde Cuma kılınamaz” kuralı gereği, Osmanlı
Saraylarında Cuma namazı kılınabilecek cami yapılmamıştır.
Küçük, mescit şeklindeki yapılar ise, ikamet edenlerle çalışanların
günlük namazlarını kılabilmeleri için yapılmıştır.
Bir de Osmanlı Sultanları, halkın içine girmeyi, onları dinleyerek
halkın ihtiyaçlarını ve taleplerini almayı çok önemserlerdi. Onun için her Cuma
günü resmî tören düzenlenerek yapılan “Cuma Selamlığı” giderek büyük bir camide
halkla birlikte namaz kılmak ve cemaate iştirak eden halktan isteyen herkesle
görüşme, dilekçe kabul etme faaliyetleri sebebiyle de Saraya cami yapılsa,
belki bu işten vaz geçileceği endişesini de zikretmek lâzımdır.
Dr. ABDÜLKADIR SEZGİN 1948 Yılında Yozgat’ta doğdu. İlköğrenimini Yozgat’ta, orta Kasım 2011 de emekli oldu. İstanbul – Eminönü Din Görevlileri 1987-1991 yılları arasında Prof. Dr. Şaban Karataş Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Târihi Enstitüsü’nde, |