İktidar Halk Çocuklarını Bozdu

90

Osmanlı’da ve Cumhuriyetin 1950’ye kadar olan döneminde
sıradan Anadolu çocuklarının ülkeyi
yöneten seçkin zümre içine girmesi son derece güç, hatta imkânsızdı. Belirli
ailelerin çocukları üst seviyede eğitim ve geniş çevre imkânına sahip olduğu
için bir nevi “kast sistemi” devam etti.
Ancak Demokrat Parti ile başlayan
süreçte, Cumhuriyetin verdiği imkânlarla yetişen, sıradan “Anadolu çocukları”
devlet yönetiminde daha fazla söz sahibi olmaya başladı.

Önce Demirel,
sonra da Özal dönemi ve takip eden
hükümetlerde bu süreç hızlandı. Sürecin
başlangıcında sistemi delerek bir yerlere gelen
halk çocukları (seçkinler arasına girmeye başladığında) çoğunlukla bu seçkin zümreye benzemekte,
onların dünya görüşünü benimsemekte, hayat tarzını taklit etmekteydi.

Ordu ve yargı
esasen halk çocuklarının çoğunlukta
olduğu
iki güç idi. Kökeninde milliyetçi/ ulusalcı ve fakat içinden
çıktıkları geleneksel değerler yerine Batı’nın
değerlerini dayatan bir tutum içindeydiler.

Özellikle AKP
döneminde daha da hızlanan süreç sonucunda, sadece siyasi makamlara değil, sıradan halk çocuklarının eskiden nüfuz
edemediği Dışişleri, Bankacılık (Merkez
Bankası dâhil)
gibi alanlara da hâkim olmaya başladı. Görüldü ki, mesela Durmuş Yılmaz gibi halk çocukları da bu
makamlarda başarılı olabilmekte idi.

Muhafazakâr kitlenin “monşer” olarak nitelendirdiği büyükelçiler,
halkla teması olmayan “halk için halka
rağmen
” anlayışının sembolü valiler,
kaymakamlar yerlerini yavaş yavaş “halk çocuklarına” terk etmeye
başladılar. Belediye Başkanları
seçimle geldikleri için zaten daha önceden halkla iç içe olmaya başladı.

Ordu ve Yargı
içinde de artık geleneksel değerleri yaşayan halk çocukları ağırlık
kazanmaktaydı.

Bu makamlarda artık evine ayakkabı ile girmeyen, “alnı secde gören”; halk ile beraber
iftar açan; büyüklerinin elini öpen, sokaktaki çocukları kucaklayıp oynayan
insanlar vardı. Çocuğunun doğumunda, yemek tarzında, düğününde, töreninde,
cenazesinde sıradan halk nasıl yaşıyorsa öyle yaşayan insanlar…

Sermaye seçkin zümrenin tekelinden çıkmakta, devlet eliyle
palazlanan yandaş işadamları
ekonomide de, siyasette de ağırlığını hissettirmekteydi. Bu sermaye artık
basının/ medyanın gücünü fark etmiş olduğundan bu alanda da tekelleri
yıkmaktaydı. TRT’nin tekel döneminde haftada bir yayınlanan 15 dakikalık dini
programla yetinmek zorunda kalan dindar kitleler, gün boyu dini yayın yapan
onlarca kanala sahipti.

****

Mütevazı bir kasabadan yetişmiş bir halk çocuğu olarak,
bütün bu ve benzeri gelişmelerden sadece memnuniyet duymam gerekirdi.

Fakat bizim asıl görevimiz şimdi başlıyordu. Çünkü
Hazreti Peygamberin sözüyle, “asıl cihat
şimdi başlıyordu.”

Çünkü “dağ
başında veli olmak kolay, şehirde veli olmak zordu.
” İmkâna, güce sahip
olmayanın faziletli olması da, faziletli ve adaletli davranış beklemesi de
kolaydı. Ama asıl zor olan güçlü iken
adaletli ve faziletli olabilmekteydi.

“Zincirlerinden
başka kaybedecek şeyi olmayanların”

hürriyet istemesi normaldir. Önemli olan güç sahibi iken, herkesin özgürlüğü
iliklerine kadar hissedebildiği bir yönetimi sağlamaktır. Halkın telefonla konuşmaktan bile korktuğu bir ülkeyi yönetmek,
muktedir halk çocuklarını utandırmalıydı.

Muktedir halk çocuklarının, en az gücünü elinden aldığı
seçkinler kadar, hatta daha fazla, bu
milletin
bağımsızlığı, varlıklarının
korunması, vatanın birliği ve dirliği için gayretli, inançlı ve dirençli olması
gerekirdi.
Mesela milli varlıklarımızın yabancıların eline
geçmesine karşı tedbir alınmalıydı; milletimizi etnisite bazında bölmeye
çalışanlara cesaret verilmemeliydi.

“İçimizden biri olan” valiler, kaymakamlar, en az
“halktan kopuk selefleri” kadar, iktidarın
değil milletin valisi, kaymakamı
olabilmeliydi.

Her devrin gizli
iktidar ortağı medya devlerini

(vergi denetimleriyle) devirmek,
halkın elbette hoşuna giderdi. Ancak yapılanlar muhalefeti yok etme maksadıyla
değil, adaleti sağlamak için
yapılıyorsa güzeldir. Bunun için halk
çocuklarının iktidarında sermaye gücünü eline geçirenlerin de vergi şampiyonları
sıralamalarında en önlerde olması gerekirdi.

Muktedir halk
çocukları,
her türlü kirli ilişkiler,
rüşvet, iltimas ve yolsuzluktan uzak
olmalıydı. Şaibeli ihaleler, belirli
kişilere rant yaratan imar
değişiklikleri
, maden arama imtiyazları,
devlet bankalarından usulsüz krediler
onların geleneksel dediğimiz din ve
ahlak anlayışlarına
aykırıydı, bu dönemde bunlar olmamalıydı.

Muktedir halk
çocukları,
bütün kurum ve
kuruluşların hesaplarının şeffaf ve
denetlenebilir
olmasını sağlamalıydı. Sadece TSK’nın değil, TOKİ’nin,
cemaat ve tarikatların ve hatta camilerin
gelir ve giderleri bağımsız kuruluşlarca denetleniyor olmalıydı.

Muktedir halk
çocuklarının
Ergenekon ve Balyoz
davalarında” da, “Deniz Feneri Davasında” da aynı hukuki
kıstasları kullanmasını beklerdik. Yürüyen davalarda kiminde hâkimleri, kiminde savcıları görevden almanın adalet duygularını zedelediğini
söyleyenlerin hepsinin hasım olmadığını, gerçek dostların uyarısı olduğunu
bilmelerini isterdik.

Biz yine güçten ve güçlüden yana değil, Hak’tan ve haklıdan yana olmaya
çalışacağız. Çünkü bizim “geleneksel
değerlerimiz
” bunu emretmekte.

Halife Hazreti
Ömer
’in haksızlık yapma korkusuyla, bir adam tutup kendisine söylettiği
sözü söylemeye devam edeceğiz: “Ölüm var
Ya muktedirler.
” Hem de ücret almadan. Sırf bu milleti ve değerlerini
sevdiğimiz için.

****

Yukarıdaki düşüncelerimi 2011 yılındaki bir köşe
yazımda ifade etmişim. Görünen o ki, 9 yıl içinde muktedirler halk çocuğu olduklarını iyice unuttular.

Artık yaşantıları
da, duyguları da, hedefleri de halktan daha da kopuk.
Milletin parası ile şatafatı itibar zannediyorlar.

Kendilerinden öncekilerden çok daha mağrur, çok daha kaba, çok daha bencil, çok daha adaletsizler.

Hak’tan da, kanundan
da, halktan da, haramdan da korkmuyorlar.

Yalan söylemekte, iftira
atmakta, kul hakkı yemekte
pervasızlar. Yasa denetiminden
endişeleri yok, vicdan denetimi ile
bağları kalmamış gibi davranıyorlar.

Özetle; 1877’de Lord Acton “güç bozar, mutlak güç
mutlaka bozar”
demişti. Adam
bir kere daha haklı çıktı.

Önceki İçerikGoogle Adam Smith’e karşı
Sonraki İçerikTüfek, Mikrop ve Çelik
Avatar photo
Doğum 20.07.1956 BUCAK-BURDUR Eğitim Cumhuriyet İlk Okulu, Bucak Lisesi (Mezuniyet 1973) İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliği (Mezuniyet 1978) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Mezuniyet 1995) Çok sayıda şirket içi ve şirket dışı eğitim programlarına iştirak. (ISO 9000, Toplam Kalite Yönetimi, Verimlilik, İş İdaresi, Pazarlama, İstatistiksel Proses Kontrol, Kişisel Gelişim, Kişisel İmaj ve diğer konularda onlarca eğitim programı) 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. (2001) 03.03.2010- Serbest Avukat Medeni Hal :Evli ve İki Çocuklu Lisan : İngilizce (İntermedite level) Sosyal Faaliyetler :İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve halen Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubunda korist. 250 mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Halen Yönetim Kurulu Başkanı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de, "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada bir köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.