1974’de Rumlar
yenildi. Kıbrıs bölündü. Türkler kuzeye çekildi. Rumlar güneyde kaldı.
Yeni bir Türk
devletinin temeli atıldı. Daha sonra da KKTC resmen kuruldu.
Türkiye bunu
tanıdı. Rumlar ve dost bildiğimiz devletler tanımadılar! Hâlâ da tanımıyorlar!
Tanıyacakları da
yok!
Aslında Türkiye için Kıbrıs davası 1974’de
neticeye bağlanmıştır. Yapılacak iş yaraları sarmak.
Kendi işimize
bakmak.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin gölgesinde, Yavru Vatanı koruyup gözetmek.
Daha ileri
gitmesini sağlamaktır.
Efendim dünya
tanımıyormuş! Tanımasın! Çok mu umurumuzda olmalı? Paşa gönülleri bilir.
Şimdi onlar
tanımıyor diye Kıbrıs’tan vaz mı geçelim?
Dökülen onca şehit
kanlarını heba mı edelim?
Onca gazilerin
yaptıkları hiçe mi gitsin?
Efendim otuz
senedir halledilmemişmiş!
Önümüze hep Kıbrıs
meselesi çıkıyormuş!
A benim bazı
sabırsız resmî zevatım!
Aklınızı başınıza
devşirin.
Kıbrıs sorunu
bizim için değil, onlar için var.
Kıbrıs sorununu
halledemeyen aslında onlar…
Hazmedemeyen
onlar…Kabul edemeyenler onlar…
Kısmen de olsa,
Kıbrıs’ın asıl sahipleri olan Türklerin eline geçmesini çok gören onlar.
Kuzum sana ne
oluyor?
Dur da düşün Allah
aşkına.
Otur oturduğun
yerde,
Verme ruh gücünü
taşkına.
“Men sabere
zafere.” Zafer, sabredenindir.
Zafer, hasmından
bir saniye fazla dayananındır.
Bir anlık
gevşeklik, bir anlık gaflet, bir saniyelik duraklama ve gecikme;
Zaferi rakîbe
kaptırmaya yeter de artar bile.
Bak Rumlara,
vazgeçiyorlar mı hiç?
Bunca zaman geçti
diyorlar mı hiç?
Sen nasıl dersin?
Ümidi kes yok artık sevinç!
Sen nasıl dersin?
Niçin gösterilir bu direnç?
Evet, Rumlar
diyorlar mı hiç? Otuz yılı aşkın uğraşıyoruz!
Bu davada bir yere
varacağımız yok! Artık bu işe bir son verelim.
Çünkü çok iyi
biliyorlar ki, millî davalar birkaç senede halledilecek cinsten değildir.
Bir insan ömrü, bu
sonucu görmeye yetmeyebilir.
Böyle davalar
asırlar da alabilir. Hem bırakınız milletlerin tarihini bir yana;
Dünya tarihinde
insanın ömrü nedir ki?
Nitekim Yunanlılar
haksız da olsalar; doğru metot ve siyaset uyguladılar. Ve hep kazandılar.
Yunan tarihine göz
atanlar bunu çok iyi bilirler.
Şimdi de Yunan ve
Rum ikilisi; AB ve ABD’nin çifte himaye kanatları altında bıkıp usanmadan,
Haksız davalarının
peşinde, yılmadan adım adım ilerliyorlar.
Sonuçtan eminler.
Ama hemen olmayacakmış. Olmasın. Yeter ki yolda olsunlar.
Biliyorlar ki,
yolda olana netice müyesser olur.
Yani yolda olan
bir gün mutlaka maksut ve isteğine erer.
Ama bu, şu veya bu
iktidara nasip olurmuş. Olsun. Hiç
önemli değil.
Onların gözünde
önemli olan, Yunan ve Rum millî menfaat
Ve çıkarlarının
gerçekleşecek olmasıdır.
Nitekim haksız
davalarında hiç yılgınlık göstermediler. Hiç ümitsizliğe kapılmadılar.
Az da olsa hep ilerlediler. Hâlen de
ilerliyorlar. Çünkü biliyorlar ki,
Tekkeyi bekleyen
çorbayı içer.
Unutmayalım ki,
bâtıl / haksız bir davayı, doğru ve yerinde metotlar; er geç sonuca ulaştırır.
Türkiye’de ise AB
pirincine giderken, evdeki bulgurdan olmak da var.
Yazık ki kimsenin
hatırına gelmiyor. Cehlin bu kadarına pes doğrusu. Belki de:
“AB sürecini
Kıbrıs sürtüşmesine kurban etmeyiz.” dediklerine göre,
Cehlin bu kadarı,
o denli kolay olmasa gerek.
Acaba Vural Ahı’nın
dediği gibi :
“Kıbrıs’ı AB
süreci için kurban etmek zorundayız!” mı demek istiyorlar?
Aslında noktayı
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş koymuştur.
17 Aralık Brüksel
Zirvesi’nden çıkan Kıbrıs kararına ilişkin görüşlerini
Bilvesile
belirtirken şöyle der:
“Kıbrıs,…AB
yolculuğu nedeniyle gözü kararmışlık karşısında bence kaybedilmiş bir dâvâdır!”
(Ortadoğu, 03. 01.
2005)
Biz de deriz
ki, Hey Koca Gâzi Rauf Denktaş!
Bekle, gün
doğmadan neler doğar be arkadaş.