“Bir Dokun…”
adlı makalemde yer alan, anlattıklarının aksine öğretmen talebem, çok farklı
hareket ediyor.
Yersiz endişeler duymuyor.
Bu yüzden yersiz korkulara kapılmıyor.
Bazı devlet
görevlileri gibi riyakâr ve ikiyüzlü olmuyor. Böyle davranmıyor.
Halka başka türlü,
resmiyete başka türlü görünmüyor. Olduğu gibi görünüyor. Göründüğü gibi oluyor.
İçi başka, dışı başka değil.
Doğruları halka
dobra dobra söylüyor. Hiç çekinmiyor. Münasip bir dille fakat taviz ve ödün
vermeden talebeleri ve halkı uyarıyor.
Çocuklara vatan
sevgisi aşılıyor.
Gençlere orduyu
sevdiriyor.
Öğrencileri
devlete saygılı yetiştiriyor.
Halkı devlete
ısındırıyor; halkı devlete yakın olmaya çağırıyor.
Bu devletin
hepimizin devleti olduğunu belirtiyor.
Anarşiden,
terörden bir fayda gelmeyeceğini öğütlüyor.
Devletin birkaç
eşkıyaya pabuç bırakmayacağını söylüyor.
Devlete herkesin
güvenmesi gerektiğini anlatıyor.
Ordunun hepimizin
ordusu olduğunu algılatıyor.
Vatanın bir ve
bölünmez, bölünemez bir bütün olduğunu idrak ettiriyor.
Halkı sevdiğini,
çocukları özellikle sevdiğini hissettiriyor onlara.
Zaten devletin de
kendisinden bunu istediğini söylüyor.
Nitekim devletle
halkın kaynaşması gerektiğini öğütlüyor.
Devletsiz halk,
halksız devlet olamayacağını belirtiyor.
Devletin halka,
bütün bunları benimsetmeyi kendisinden beklediğini aktarıyor.
Devlet bir kutup,
halk da başka bir kutup sanılmasın diyor.
Bilakis bu iki
kutbun; birbirisiz olamayacağını söylüyor. Onlar zıt kutuplar gibi sanılmasın
diyor.
Bazı kılıflara
bürünerek; devlet de neymiş gibi tuzak hükümlere halkın çekilmesine izin
vermiyor.
Eskiden her
vesileyle halkımızın ağzından düşmeyen bir deyişi vardı:
“Allah devlete
millete zeval vermesin.” Yani Allah devlet ve milletin yokluğunu göstermesin.
Halkımızın, taşın gediğine konması gibi sırasında sarfettiği bu güzel ve
yerinde sözü, tekrar ihya edip diriltiyor. Zihinlere nakşediyor. Körpe
dimağlara Allah inancını, devlet sevgisini aşılıyor, zerkediyor.
Böyle söylemekle
diğer görevli arkadaşlarına da örnek oluyor.
Ve en güzel
tarafı, halk onu seviyor, benimsiyor. Fikirlerine kulak asmazlık etmiyor. Canla
başla dinliyor. Söylediklerini elhak doğru buluyor. Onu diğerlerine nazaran çok
farklı görüyor. Bağırlarına basıyor. Samimiyetine bütün kalpleriyle, candan
inanıyorlar.
Her şey zıttıyla bilinir
kaziyye ve hükmünce farkı farkediyorlar. Onun etrafında kenetleniyorlar.
Özellikle
çocuklara canla başla bir şeyler öğretmek çabasında bulunuşu, bilhassa halkı
çok duygulandırıyor.
Öğretmeni
çocuklara bir şeyler öğrettiği için candan alkışlıyorlar. Benimsiyorlar.
Kendilerinden sayıyorlar. Seviyorlar seviliyorlar.
Diğerleri gibi
yasak savma kabîlinden bir görev anlayışsızlığı içinde olmadığı için, köylüler;
öğretmen öğrencimi, gerçekten içtenlikle bağırlarına basıyorlar.
Çünkü kimi
öğretmenler -şükür ki sayıları çok az- “öğretmezliği”; uğursuz dâvâlarına
hizmet telâkki edip, dâvâlarına hizmet sanıyor!
X
Değerli okur! Bu
halkla neler yapılmaz. Bu halkla neler edilmez ki.
Yeter ki
başındakine inansın.
Yeter ki yanındakine
güvensin.
Yeter ki yol
göstericilerin samimiyetine inansın.
Peşinden
gelir bu halk topyekün.
Arkasından
koşar akın akın.
Yeter ki sen
ol ona candan yakın.
Korkma etrafa
fütursuzca bakın.
Halka samimiyetsiz
olma sakın!
İşte o benim
öğretmen talebem;
İstikbali doğurtacak Nur Ebem.
Bu fikirlerle
doldu taştı yüreği.
Çünkü onun ruhu,
tarihin emeği.
Doğu’da yirmi beş
yılım, devlet hizmetinde geçti. Çok talebelerim oldu. Halkın içine girdim.
Halkımla kaynaştım. Sevdim. Sevildim.
Bunun için
öğretmen talebemin anlattıklarını çok iyi anlıyorum. Öğrencim abartmıyor.
İnanın az bile söylüyor.
“Baki kalan bu
kubbede hoş bir sada imiş.”
Geçende telefonum
çaldı. Karşıdaki ses, “Nasılsınız hocam?” diye hal hatır soruyordu. Çok
duygulandım. Çünkü aradan yirmi yedi yıl geçmişti.
Güneydoğu’da görev
yaptığım Öğretmen Lisesi’nin şoförüydü arayan. Nereden bulmuşsa bulmuş, hemen
telefona sarılmıştı. Gerçekten çok heyecanlanmış. Bir anda kendimi yirmi yedi
sene evvelinde bulmuştum.
İşte Anadolu
insanı böyledir.
Böyle
kaynaşmış, bütünleşmiş hâldedir.
Bu milleti mi
ayıracaklar birbirinden?
Şaşarım,
onların şaşırmış akıllarına ben.