Yusuf Akçura Suriye’den Bildiriyor

102

“Önceden beri Suriye halkının ahlâkının kötü olduğunu işitiyordum. Bunlara aldatıcı, dolandırıcı, hilleci diyorlar. Seyahat Rehberi’nde bu konuda şöyle yazıyor: Kalabalık yerlerde cüzdanınıza sahip olunuz, bir şey satın alırken pazarlık yapın, geri verilen paranın doğru olduğuna, sahte olmadığına dikkat edin. Ve başka şeyler yazmakta.

Vak’a bu gibi aldatıcılar Suriye’ye has değil, İstanbul’da insanı az aldatmıyorlar, yolcuların cebine az girmiyorlar, para üstü verirken mutlaka beş-on kuruş eksik veriyorlar.”

“Ulema ve münevver sınıf kendi halkının talim ve terbiyesine hiç ehemmiyet vermiyor. Onlar, bilinmeyen büyük siyasî hayaller ya da temelsiz tasavvurların arkasından gidiyorlar. Geldiğim gün elime artık tedavülde olmayan sahte para verdiler. Sadece burada değil, bütün Türk memleketinde hangi akçenin geçmediğini, hangisinin geçtiğini anlamak mümkün değil.”

“Para ve ticaret tarafları şöyle: Parayı çok seviyorlar, hem çok iyi tüccarlar, eski Fenikelilerin kanları hâlâ damarlarından çıkmamış. Lâkin ticareti hâlâ Finikeliler zamanındaki şekilde yapmaya çalışıyorlar. Aradan geçen birkaç bin yılı hesaba alıp üzülmüyorlar.”

Amerikalılar Avrupalılarla konuşurken bizim, Şarklıların en büyük eksikliklerini ahlâk ve terbiye olarak gösteriyorlar; öyle ki aldatıcılığı, hırsızlığı, hilekârlığı, müfsidliği hatıra getiriyorlar; hem bazıları gülerek: ‘Sizin dininizde ahlâk meselesinden çok bahsediliyor, neden halkınız bu dinî esasları tamamen unutmuş?’ diye soruyorlar.”

“Onlar memleketlerinden binlerce kilometre uzaktaki bir yerde bu nevi hayır işleri yapıp uğraşırken bu yerin kendi halkı, bu yerin resmî sahipleri parmaklarını kımıldatmaya üşenip yatsalar, onların acı söz söylemeye de, gülmeye de elbette hakları olur.”

Böyle aktarıyor Üstad, 28 Nisan 1913 tarihli ve o zamanki Vakit Gazetesinin 1187. sayısında yayınlanan “SURİYE’DEN III” başlıklı mektubunda; İslâm Dünyasının hâl-i pür melâlini. 100 yılı 7 geçiyor; değişen nedir?

Müslüman dünyası ve bu dünya içinde yer alan Türkler, kısa zamanda âdettekinden fazla çalışıp Hristiyan dünyası ile aralarında kalan uzun arayı azaltamazlarsa sadece siyasî istiklâlleri değil, medenî istiklâlleri de tehlikeye girecek.”

Öngörüleri fazlasıyla çıktı. Demek ki o derin aymazlığı net bir vuzuhla ve uzak görüşlülükle gören, bir iç çekişle de ifade eden aydın dimağlar varmış; Akçura gibi. Çözüm ve çıkış yollarını bile söylemiş:

“Medenî ve millî varlıklarını korumak için ise; milliyetlerini kuvvetlendirmeye, Garp medeniyetini temsil etmeye, dinlerini ıslah etmeye, yani safvet ve hakikat-ı asliyesine döndürmeye, bid’atlardan kurtarmaya mecburdurlar.”

  “Garp medeniyetinin maddî ve manevî silahlarını eline alan kişi; tarih, edebiyat ve iktisadiyat sahalarında bu silahları istimâl edip milliyetini kuvvetlendirir. Dinî ıslahatın, kuvvetlenen milliyet ile birleşmesinden din-i millî çıkar.

Muharririmiz Suriye’den bildirdi sayın seyirciler.

 

(Kaynak: Yusuf AKÇURA, Suriye ve Filistin Mektupları, (Hazırlayan: İsmail Türkoğlu),

               Ötüken Neşriyat, İstanbul 2016, sayfa 28 ilâ 36.)