Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’nin Türk dünyası ile ilişkilerinde arzulanan seviyeye ulaşamamasının sebepleri hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Doç. Dr. Mehmet Seyfettin Erol: Türkiye’nin ilk dönemde bölgeye dönük politikasında ‘başarısız’ olmasının veya istenilen sonuçları elde edememesinin en önemli nedenleri olarak şu hususlar karşımıza çıkmaktadır:
1-Türk dış politikasının tabii ilgi alanı içine giren bu bölgeye dönük olarak, Ankara’nın SSCB’nin dağılmasına ramak kaldığı dönemlerde bile neredeyse hiçbir hazırlığının olmaması, diğer bir ifadeyle ‘ilgi meselesi’;
2-Bölgeye dönük politikalarda kurumlar arası mutabakat ve işleyişin yeterince sağlanamaması, ortaya çıkan kopukluk, diğer bir ifadeyle ‘koordinasyon meselesi;
3-Osmanlı ve Millî Mücadele’nin ilk yılları sonrası bölgeye dönük ilginin kesilmesi ile birlikte ortaya çıkan bölge konusundaki cehalet, diğer bir ifadeyle ‘bilgi meselesi’;
4-Türkiye’nin kendi politikasından ziyade, başkalarının politikasını yürüten bir görüntü sunması ve bu bağlamda Rusya, Çin ve Iran gibi bölge güçleriyle gereksiz ve anlamsız bir güç mücadelesine girerek, sınırlı kaynaklarını ve enerjisini tüketmesi, diğer bir ifadeyle ‘milli politikasızlık meselesi;
5-Bölgeye dönük politikaları birlikte yürüttüğü batı, özellikle de ABD tarafından, bir süre sonra bölgede yalnız bırakılması ve bunun sonucunda bölgedeki saygınlığını yitirmesi, diğer bir ifadeyle ‘satılmışlık ve imaj meselesi’;
6-Özal’ın geniş görüşlülüğünü anlamaktan yoksun, Türk dünyası ve Türklük düşüncesinden fersah fersah uzak bir yapının varlığı ve süreci engellemeleri, diğer bir ifadeyle ‘zihniyet ve millî kadrolar meselesi’;
7-Özellikle ilk beş yıl içinde bölgede karşılaşılan problemler ve yaşanılan hayal kırıklıkları karşısında verilen tepkilerin meydana getirdiği bir takım istenilmeyen sonuçlar, diğer bir ifadeyle ‘deneyimsizlik meselesi’;
8-Türkiye’nin bölgede arzuladığı rolü oynayacak ekonomik güç ve siyasî tecrübe konusunda yaşadığı sıkıntılar, diğer bir ifadeyle ‘parasızlık ve siyasî irade meselesi’.
Çetinoğlu: İkinci dönemde neler oldu?
Erol: Türk Dünyası Birliği Sürecinde Türkiye: İkinci Perde…
2011’den geriye dönüp baktığımızda Türkiye’nin SSCB sonrası Orta Asya politikasını yürütürken dikkatli hesap ve planlama yapmamak ve aceleci davranmaktan kaynaklanan hatalar yaptığını söylemek mümkündür. Diğer taraftan Türkiye, bölgeyle doğrudan ilgilenmeye başladığı 1989 tarihinden ve özellikle bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını tanıdığı 1991’den itibaren daha önce hiç bir etkisinin bulunmadığı bu alanda, kendisine kısmen de olsa bir yer edindiği de artık kabul edilmesi gereken bir gerçektir.
Çetinoğlu: Sizce Türkiye nerede yanlış yaptı?
Erol: Denilebilir ki, Türkiye’nin Türk dünyası politikasındaki en büyük yanlışlığı, bölge devletlerini yeterince dikkate almaması olmuştur. Ankara, bölgedeki bütün başşehirlerle bire bir görüşmeler yapmadan ve gerekli alt yapı çalışmalarını gerçekleştirmeden adeta bir oldu-bitti stratejisi takip etmektedir. Dolayısıyla, mevcut stratejinin kendisi, bu projenin dış güçlere fırsat bırakmadan, kendi içinde sonunu getirmeye bire bir aday gözükmektedir.
Çetinoğlu: Bu yanlışlıklar nelerdir?
Erol: Hataları bire bir ortaya koyduğumuzda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:
1-Ankara’nın ilgili bölge başkentlerini dikkate almamaktaki ısrarı ve bu projeyi birkaç devletin görünürdeki desteğiyle gerçekleştirebileceği inancı;
2-Ankara’nın ilgili Türk devletlerinin en başta dış politikada olmak üzere temel hassasiyetlerini göz önünde bulundurmaması;
3-Diğer Türk devletlerini ortak alfabe ve dil konusunda tepeden inmeci bir tavırla ikna etmeye çalışması;
4-Türk Birliği konusunda temel bir proje, yol haritası oluşturmadan, bununla ilgili alt yapı çalışmalarını gerçekleştirmeden ortaya çıkması;
5-Bu projenin bir Ankara projesi olduğu konusunda, yeterince inandırıcı olamaması ve bunla ilgili olarak da özel bir gayret göstermemesi;
6-Çok iddialı söylem ve projelerle başta bu devletleri ürkütmesi, diğer bir ifadeyle zamanlama hatasının sonucu olarak, gereğinden fazla iddia sahibi olunması;
7-Ve her şeyden önemlisi, bu tür projelerle ortaya çıkılırken Ankara içinde bir siyasî kriz yaşanması ve bunun sonucunda bir hükümet projesi olarak algılanan Türk Birliği’nin, her şeyden önce Türkiye’de bir siyasî birlik ve istikrar gerekliliğini bir kez daha ortaya koyması gerekmektedir.
Çetinoğlu: Hâlbuki başlangıçta avantajlarımız vardı…
Erol: Bütün bu hatalara rağmen, Türkiye’nin dünya politikasında kendisine biçtiği rol ve Türk cumhuriyetleriyle paylaştığı ortak tarihi, kültürel, dil ve din birliği sebebiyle, başlangıçta bölgede nüfuz sahibi olmayı hedefleyen diğer devletlere nazaran sahip olduğu avantajlı konumun, halen varlığını devam ettirdiği görülmektedir. Yirmi yılın sonunda gelinen aşamada elde edilen deneyim ve kazanımlar da dikkate alındığında, Türk dünyasının Ankara’nın son dönem dış politikasında yeniden yapılanma ve denge arayışları açısından, önemli bir açılım ve işbirliği alanı olarak orta-uzun vadeye yönelik bir zaman dilimi için mevcudiyetini koruduğu söylenebilir.
Çetinoğlu: Yeni bir strateji teklifiniz vardır mutlaka…
Erol: Hiç şüphesiz, Türk Birliği için, her şeyden önce Türkiye’nin millî, bağımsız, pragmatist ve daha rasyonel bir dış politika izlemesi ve buna uygun adımlar atması gerekmektedir.
Çetinoğlu: Biraz açar mısınız?
Erol: İkili işbirliği stratejisi her nedense hep ihmal edilmektedir. Bölge devletleriyle bire bir güçlü ilişkiler tesis edilmeden, bir anda hepsini içine alan bir işbirliği stratejisi güdülmeye çalışılmaktadır. Oysa Türkiye’nin başlangıç itibarıyla bu bölgede çekirdek ilişkiler, diğer bir ifadeyle lokomotif ilişkilerin önünü açması gerekmektedir. Sonuçta Türkiye’nin kapasitesi, bir diğer ifadeyle sınırlılıkları bellidir.
Diğer taraftan, Türkiye’nin bölge ile iktisadî ve ticarî alanda ilişkilerini geliştirmesi, güçlendirmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkacak etkileşim ve güçlü iletişim ile bir takım sonuçları elde edebileceğini de artık görmesi gerekmektedir. Bunun için de özel sektörü bölgeye dönük yatırımlar konusunda teşvik etmesi, desteklemesi kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Bu konuda Türkiye’nin Çin’e bakması yeterli olacaktır. Çin, bölgeye silahlı kuvvetleriyle değil, sermayesiyle, teknolojisiyle, verdiği ucuz kredilerle ve desteklediği işadamlarıyla girmektedir. Türkiye’nin ayrıca, her şeyden öte bölgede bir takım soğukluklar yaşadığı başşehirler ile de aradaki anlamsız ve gereksiz problemlerin giderme ve bu bağlamda bu devletlerin, özellikle de Özbekistan’ın artık milletlerarası platformlarda yanında olduğu mesajını somut kararlarıyla göstermelidir. Bunun için de büyükelçiliklerin, sorun derinleştirici değil, sorun giderici bir şekilde yeni bir zihniyete kavuşması ve gerçekten bu projeye gönül verdiklerini her hal ve hareketleriyle ortaya koyması gerekmektedir.
Çetinoğlu: Başlama noktası olarak teklifiniz nedir?
Erol: Türkiye Türk Birliği çalışmalarını bölge başşehirlerinden başlatmalıdır. Taşkent ile pürüzler giderilmeden, Aşkabat’ın hassasiyetleri göz önünde bulundurulmadan bir Türk Birliği projesi, çok uzun yıllar daha bizim kızıl elmamız olmaya devam edecektir.
Çetinoğlu: Nasıl bir strateji düşünüyorsunuz?
Erol: Türk dünyasının, Türk dış politikasının geleceği açısından iki önemli sacayağından birini oluşturduğu düşünülürse, Türkiye’nin orta ve uzun vadede takip etmesi gereken strateji ana başlıklar halinde şu şekilde sıralanabilir:
1-İlişkilerde gelecek adına hedef ‘Türk Dünyası Birliği’ olmalıdır.
2-Bu kapsamda aşamalı bütünleşme süreçlerine başvurulabilir. İlk adım, ‘Türk Dünyası Aksakallar Meclisi’nin kurulması şeklinde olabilir;
3-Bu birliğin içinde Gürcistan ve Tacikistan’ın da yer alması sağlanmalıdır. Diaspora’nın etkisinden uzak bir Ermenistan zaten süreç içinde bu birliğin içinde bir şekilde yer alacaktır;
4-İzlenecek strateji, önce ikili ilişkilerin güçlendirilmesi ve ardından da bunların tek bir çatı altında toplanması şeklinde olmalıdır (Mesela, Türkiye-Özbekistan, Türkiye-Türkmenistan, Türkmenistan-Kazakistan vb. ikili işbirliklerinin ardından, bunların çoklu işbirliğine çevrilmesi gibi);
5-Ortadoğu sonrası keskin bir rekabet ve çatışma alanı olması beklenen bu bölgede, bölge devletlerinin Türk dünyası istihbarat ve diğer güvenlik teşkilatları arasında farklı, yeni bir süreç başlatılmalıdır. Hedef ‘Türk Dünyası Atlantizmi’ olmalıdır;
6-Bütün bunların olabilmesi için, Türkiye’nin sağlam bir siyasî yapı, güçlü bir ekonomi ve silahlı kuvvetlere sahip olması ve bölgede güçlü bir finans altyapısının oluşturulması gerekmektedir;
7-Türk Dünyası Eğitim Birliği’nin sağlanması ve bu kapsamda acilen Türk Dünyası Akademi Birliği ve
8-Türk Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları (STK) arasında her türlü işbirliğinin önü açılmalıdır;
9-Türk Dünyası Yayın Birliği oluşturulmalıdır;
10-Türk dünyasına yönelik daha etkili yazılı ve görüntülü medya faaliyetlerinin başlatılması, Türk Dünyası BBC’si vb. türden yayın faaliyetlerine geçilmelidir. Mevcutların gözden geçirilmesi gerekmektedir;
11-Ve Türkiye’nin bu ülkeleri her halükârda milletlerarası planda desteklemesi gerekmektedir. Bu kapsamda, Türkiye’nin bundan sonraki süreçte öncelikle kardeş Özbekistan devletine milletlerarası platformlarda vereceği destek (daha önce yapılan hataların telafisi ve tekrarının önlenmesi açısından) daha bir önem arz etmektedir.
Çetinoğlu: Sonuç yerine geçmek üzere genel bir değerlendirme lütfeder misiniz?
Erol: Netice itibariyle ifade etmek gerekirse bölgede yaşanılan son gelişmeler ve Türk dünyasının karşı karşıya kaldığı mevcut ve olası tehditler, Türk Birliği’ni kaçınılmaz bir hale getirmiştir. Bu kapsamda, öncelikle Kafkasya, ardından Orta Asya ülkeleri ile aşamalı olarak gerçekleştirilecek güçlü bir işbirliği, Türkiye’yi ve bölgeyi çok farklı noktalara taşıyacaktır. Bu kapsamda söz konusu ‘Yeni Proje’nin, Türkiye’yi milletlerarası alanda daha güçlü bir konuma sokma, Türk dış politikasına daha fazla bir açılım, ivme ve hareket alanı sağlama, batıyla olan bütünleşme sürecini hızlandırma, bölge istikrarına ve güvenliğine büyük katkı sağlama potansiyeli taşıması açılarından büyük bir önem arz ettiği görülmektedir. Son dönemde bölgeye dönük ilgiyi bir de bu açıdan okumakta büyük bir fayda mülahaza edilmektedir.
Nitekim Türkiye, bölgeyle doğrudan ilgilenmeye başladığı 1989 tarihinden ve özellikle bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını tanıdığı 1991’den itibaren daha önce hiç bir etkisinin bulunmadığı bu alanda kendisine önemli bir yer edinmiştir. Fakat Türkiye’nin dünya politikasında kendisine biçtiği rol ve Türk cumhuriyetleriyle paylaştığı ortak tarihi, kültürel, dil ve dinle ilgili özellikler sebebiyle, başlangıçta bölgede nüfuz sahibi olmayı hedefleyen diğer devletlere nazaran sahip olduğu avantajlı konumu dikkate alındığında, yirmi yılın sonunda gelinen nokta Türkiye’yi tatmin etmekten uzaktır. Türkiye, ‘hazırlıksız’ ve ‘tecrübesiz’ yakalandığı Avrasya stratejisi kapsamında, enformasyon ve teşkilatlanma eksikliğinden kaynaklanan taktik ve stratejik hatalara istemeden de olsa sürüklenmiştir. Bir diğer ifadeyle ilk on yıl sürdürülen faaliyetlerde koordinasyonsuzluk, plansızlık, stratejisizlik, hissî davranışlar ve savurganlık ilişkilere hâkim olmuştur.
Dolayısıyla Türkiye’nin bundan sonraki dönemde her bir ülkenin özel şartlarını göz önünde bulunduran ve bir ülkede uygulandığında, diğer ülkelerde tepki oluşturmayacak özgün politikalar geliştirmesi, TÜRKSOY, TİKA vb. kurumları bu doğrultuda tekrar yapılandırmak suretiyle, bölgeye dönük STK faaliyetlerine, araştırma merkezlerine daha fazla önem vermesi ve daha da önemlisi, Türk dünyasının en az bir Ortadoğu kadar önemli olduğunun mesajını, somut bir şekilde eylem bazında ortaya koyması gerekmektedir.
Çetinoğlu: Sayın Erol, verdiğiniz bilgilerle, Türkiye-Türk dünyası ilişkilerinde yeni bir ufuk açtınız. Olumlu gelişmelere vesile olur inşallah.
Doç. Dr. MEHMET SEYFETTİN EROL:
15 Şubat 1969 tarihinde doğdu.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü 1993’te bitirdi. Aynı Üniversite’nin Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora tezleri kabul edildi.
2006’da yardımcı doçent, 2009’da doçent oldu.
Milletlerarası hakemli dergilerde çok sayıda makalesi yayınlandı. Milletlerarası ilmî toplantılarda tebliğler sundu ve milletlerarası kitaplarda bölümler yazdı.
Kitap hâlinde yayınlanmış eserleri: *Türk Dış Politikasında Strateji Arayışları / Ülkeler, Bölgeler, Örgütler: Barış Kitap Ankara, 2011 *Türk Dünyası Yıllığı: (Yavuz Gürler ile birlikte) Klasik Yayınlar Ankara, 2011 *Avrasya’nın Değişen Jeopolitiği / Yeni Büyük Oyun: (2. Baskı) Barış Kitap Ankara, 2011 *Türkiye-AB İlişkileri / Avrupa’nın Genişlemesi, Müzâkere Süreci ve Batılılaşma Sorunu: (Ertan Efegil ile birlikte) Orion Yayınları Ankara, 2007 *Türkiye-AB İlişkileri / Dış Politika, İç Yapı Problemleri: Alp Yayınevi Ankara, 2007 *21. Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği: (Muzaffer Özdağ Anısına Armağan. Ümit Özdağ ve Yaşar Kalafat ile birlikte) ASAM Yayınları Ankara, 2003 *Hayalden Gerçeğe / Türk Birleşik Devletleri. İrfan Yayıncılık İstanbul, 1999 *Türkiye Cumhuriyeti – Rusya Federasyonu İlişkileri: (Haydar Çakmak ile birlikte) Barış Yayınevi Ankara, 1998 |