Doğu Türkistan ağlamıyor, inliyor. Ağlayanın sesi duyulur, inleyen ölür. Doğu Türkistan ölüyor, duyanı yok.
Orhan Veli’nin şu güzel dizelerini mırıldanalım: “Ağlasam sesimi duyar mısınız,/ Mısralarımda; / Dokunabilir misiniz, / Gözyaşlarıma, ellerinizle? / Bilemezdim şarkıların bu kadar güzel, / Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu / Bu derde düşmeden önce. / Bir yer var, biliyorum; / Her şeyi söylemek mümkün; / Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; / Anlatamıyorum.”
Dilde kardeş, dinde kardeş, kanda kardeş, türde kardeş Uygur milleti inliyor, ölüyor; kimseden ses çıkmıyor. Dünyanın herhangi bir yerindeki arının vızırtısını duyan, karıncanın hareketini görebilen dünya, her nedense, oradaki iniltiyi duymuyor, işkenceyi görmüyor.
Kör ve sağır insanlığa bir de biz söyleyelim: Yerkürede Doğu Türkistan diye bir yer var. Orada Uygur milleti adıyla bir millet yaşıyor. Burası, Çin’in işgali altında. Çin, bu milleti eritmek, yok etmek için hayal ötesi işkenceler uyguluyor. Her eve bir Çinli erkek, ajan olarak veriliyor. Bu ajan, evin babası veya diğer erkekleri sürgüne gönderildiği için, o evin mutlak hakimi olabiliyor. İstediği kişilerle yatıp kalkıyor. İstediği odaya rahatça girebiliyor. Kişilerin hayat tarzlarına müdahale edebiliyor. Burada yaşayanları rapor ediyor, sürgüne gönderiyor. Görevi bu. Her Uygur, cebinde, cüzdanında Çin liderinin fotoğrafını taşımak zorunda. Uygur kızları bir Çinlinin karısı veya metresi olmak hevesiyle yetiştiriliyor, günü gelince Çinli erkeklerin beğenisine sunuluyor. Bazen de kızlar, babalarının kamplara gönderilmesini önlemek için iffetlerinden vazgeçmek zorunda bırakılıyor. Sokaklar, tam bir açık hapishane. Yüz metrede bir kontrol noktaları var. Uygur dilini ve dini bir sözcük veya sembol kullanmak yasak, Çince konuşma mecburiyeti var. Sürgünde kamplara konanlara sefil bir hayat yaşatılıyor. Kamplar çok yoğun, insanlar üst üste, iki saat nöbetleşe uyuyabiliyorlar. Bilindiği gibi, Çin, organ ticaretinin en fazla yapıldığı ülke. Güçlü Uygur erkeklerinin organları alınıyor, DNA’larına müdahale ediliyor.
Amerika’da yaşadığını söyleyen bir Uygur Türk’ü sosyal medyada şunları anlatıyor: “Geçen gün annesi ve babası toplama kampında olduğu için sahipsiz kalan üç yaşındaki bir çocuk sokakta donarak öldü. Çocuklar kamplarda toplanıyor, onlara toplu eğitimler veriliyor, Çin komünist kültürüyle yetiştiriliyor. Çocuklara aileleri, akrabaları unutturuluyor. Onlara Çin elbiseleri giydiriliyor. Belki birkaç yıl sonra Uygur Türkü diye bir millet kalmayacak.”
Doğu Türkistan bir yaradır. Arakan bir yaradır, Myanmar bir yaradır, Filistin yaradır. Bu bölgeler, insanlığın imtihan edildiği mekânlardır. İnsanlık, buralarda sınıfta kalmıştır.
Doğu Türkistan yarası yetmiş yıldır kanamaktadır. Bu mazlum coğrafya ve çevresindekilerin bakiyesi olan bizler buradaki gözyaşına, iniltiye bigâne kalamayız. Ortak kültür, tarih bilincimiz, dinimiz ve insanlık ahlakımız buna izin vermez. “Tek dişi kalmış canavar”ın ilgisizliği, sömürü politikaları mazeretimiz olamaz.
“Dünya beşten büyüktür.”, “One minute” diyerek haksızlıklara, adaletsizliklere karşı ortaya koyduğumuz isyan ahlakını harekete geçirmeli ve diri tutmalıyız. Sosyal medyada, oluşturulmak istenen algı ile olgu arasındaki tersliği olgu lehine çevirmeli, olgulardaki hakiki adaletsizliği, ıstırabı, bencilliği yaşam tarzı haline getirmiş, insani hislerini kaybetmiş dünya insanlığının yüzüne çarpmalı, gözüne sokmalıyız.
Mağduriyetleri ranta çevirmek isteyen, mağduriyetlerden siyaset üreten simsarların varlığı tarihin her döneminde görülmüştür. İnsan türünün yüz karası, ölü soyguncusu bu tipler hiç eksik olmayacaktır. Bunların varlığı, yaşatmak için yaşayan, insanlığın övüncü, temiz vicdan sahibi insanlar ve yöneticiler için bir mazeret değil, doping olmalıdır.
Dünya adlı bedenin her noktasında sancı var. Doğu Türkistan’da sancı çok şiddetli. Her sancı, tedaviye muhtaç, insan olmanın ve kalmanın onuru bana yeter diyen siyaset hekimleri, bu bölgeye acilen el atmalı. Buradaki inilti bitsin, gözyaşı kesilsin.
Bizler için yirmi dört saat olan günler; sancısı, ağrısı olanlar için hiç bitmiyor. Bunu çekenler ve vicdanı olanlar bilir.