Ergenekon Destanı malumunuz. Çinlilerin baskın ve katliamından kaçan bir grup Türk sarp dağların arasında gizlenmiş bir yere kaçıp burayı yurt edinirler ve bu yeni yurtlarına Ergenekon adını verirler. Yıllarca burada yaşayıp çoğalırlar, öyle çoğalırlar ki artık buraya sığamaz hale gelirler. Ancak etrafları sarp dağlarla çevrili olduğu için başka bir yere göç etme imkânları yoktur. Bir gün içlerinden biri çıkagelir. Etraflarındaki dağlardan birinin demirden olduğunu ve eğer diğerleri de yardım ederse bu demiri eritip kendilerine yol açabileceğini söyler. Dev körükler imal ederler ve büyük bir ateş yakıp bu dev körüklerle dağı eritirler. Türklerin Ergenekon’dan çıkışı böyle gerçekleşir.
Türk milliyetçiliği 50 yıldır böyle bir Ergenekon’a hapsedilmiştir. Etrafı fikirden sarp dağlarla kuşatılmıştır. Aslında son derece zengin bir backgroundu olan Türk milliyetçiliği hapsedildiği bu dar alanda zenginliğini ortaya koyamamakta, dinamik ve üretken olamamakta, kısır bir döngü içerisinde kendi kendini tüketmektedir.
Türk milliyetçiliğinin etrafını kuşatan bu dağlardan ilki yanlış algılanan devlet kavramıdır. Türk milliyetçiliğinin devlet algısı devleti kutsallaştırmakta, onu milletin hayatını kolaylaştıracak bir araç olmaktan çıkartıp bir amaç haline getirmektedir. Bu bakış açısı nedeniyle devletin hataları görülmemekte, bilakis o hatalara taraftar olunmaktadır. Bu devlet anlayışı devletten menfaat temin eden bir grup gözü açığın uydurmasından başka bir şey değildir aslında. Bu menfaat grupları ne zaman akıl ve mantıkla izah edemeyecekleri bir Ali Cengiz oyunu oynasalar ve iş üstünde yakalansalar “devletin bekası” der işin içinden sıyrılırlar.
Türk milliyetçiliğinin etrafını kuşatan ikinci dağ “Reisçilik” kavramıdır. Reisin veya liderin sorgulanamazlığı, ona mutlak itaat edilmesi fikri Türk milliyetçiliğinin üretkenliğine mani olmanın yanında kendi öz kimliğine de ters düşmektedir. Çünkü Türkün mayasında isyan vardır. Türk başına buyruktur. Tarih boyunca iki yüzün üzerinde devlet yıkıp devlet kurmasının özünde bu isyankâr ruh vardır. Bir İngiliz, bir Mısırlı, bir Çinli gibi binlerce yıl aynı coğrafyada yaşayamayıp üç kıtada devlet kurmasının özünde bu başına buyrukluk vardır. Birinin huzurunda el pençe divan durmak, el öpmek, boyun bükmek Türkün doğasına aykırıdır.
Bir diğer dağ, söylem ve eylem uyumsuzluğudur. Bu bahis kısmen insanların özel hayatlarına dokunduğundan detaylı olarak izah etmeyeceğim.
Bir diğer dağ Türk milliyetçiliğinin şanlı mazinin hatıralarında takılıp kalması ve bugünü ıskalamasıdır. İnsanların atalarının yaptığı güzel işlerle gurur duyması, onları örnek alması elbette tabiidir. Ama geçmişle gurur duyarken içinde yaşadığın anın görmezden gelinmesinin fayda getirdiği görülmemiştir. Konuya bir de tersinden bakmak lazım. Bizim gurur duyduğumuz atalarımız mezarlarından kalkıp gelseler ve bizim şu anki halimizi görseler, acaba onlar da bizimle gurur duyarlar mıydı?
Çin Seddi’ni aşan, Roma’ya diz çöktüren, İstanbul’u fetheden, Viyana önlerine giden, İstiklal Harbi’ni kazanıp “bozkurdun dirilişini” bizzat hayata geçiren atalarımızla övünmek bir meziyet değil. Milliyetçilik de değil.. Onların yaptıklarının üzerine bir şeyler ekleyebiliyorsak ancak o zaman gerçekten milliyetçi oluruz.
Anayasa hukukunda “Yeni Kuşaklar Teorisi” diye bir kavram vardır. 19. yüzyıl ABD Başkanlarından Thomas Jefferson’un ortaya attığı bu teoriye göre “Eski kuşakların iradesi yeni kuşakları bağlamaz. Çünkü yeryüzü nimetlerinden toprağın altındaki ölüler değil, üstündeki diriler istifade ederler.”
Kur’an’da Bakara suresinde tekrarlayan bir ayette şöyle der; “Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandıklarınız size..”
Bugün Türk milliyetçiliğinin fikri prangalarını kırıp çağını yakalaması lazım. Türk olmak, başarılı olmak için tek başına yeterli değil. Her oyunu kendi kuralları içerisinde oynamanız lazım. Günümüzde artık yerel olan değil evrensel olanın sözü geçiyor. Bütün dünyaya hitap eden, evrensel bir yönünüz olmadan hiçbir sahada başarıyı yakalayamazsınız.
Devir artık ne at üzerinde Viyana kapılarına dayanma ne de küffar üzerine kılıç sallama devri. Bugün ülkeleri fikirler ve buluşlar fethediyor. Ekonomisini kontrol altına alabildiğiniz ülke kendiliğinden sizin oluyor. Türk milliyetçiliğinin mevcut şartlarda yeni bir “Kızıl Elma” ya ve yeni yöntemlere ihtiyacı var. Aksi halde kendi Ergenekon’undan kurtulamayacak ve keskin sirke hesabı küpüne zarar vermekten başka bir işe de yaramayacak.