Vesvese (4)

93

Ayrıca iman / inanç meselelerinde şüphe suretinde gelen bir vesvese daha vardır ki, zavallı vesveseli adam, bazen hayalde canlandırmayı; akletme, zihni yorarak anlama ve akıl erdirme ile karıştırır. Yani, hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe vehmedip; gerçekte var olmayanı var zannetmekle ümitsizliğe ve korkuya düşüp; itikat, inanç ve imanı bozulmuş zanneder, sanır.

Hem, bazen vehmettiği / vehimlendiği bir şüpheyi, imana zarar veren bir şek ve şüphe zanneder.

Hem, bazen düşünüp tasarladığı bir şüpheyi, aklın tasdik ve onayına girmiş bir şüphe sanır.

Hem, bazen Allah’ı inkârı düşünmeyi, küfür; yani, gerçekten Allah’ı inkâr etmiş olduğunu sanır. Yâni, dalâletin / iman ve İslamiyet’ten ayrılma demek olan sapkınlığın sebep ve nedenlerini anlamak şeklindeki düşünme gücünün hareketliliğini ve araştırmayı ve tarafsızca akıl yürütüp, doğru bir sonuç çıkarmayı; imana zıt ve aykırı zanneder.

İşte, şeytanın fikir aşılamalarının eseri olan şu zan ve sanılardan ürkerek, “Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikat ve inancıma bozukluk ve eksiklik gelmiş!” der. Oysa bu gibi hâller; çoğunlukla irade ve istek dışı olduğundan, kendi seçimiyle düzeltemediğinden ümitsizliğe düşer. Bu yaranın merhemi şudur:

Küfrü hayal etme, küfür olmadığı gibi, küfre girdiğini sanış da, küfür değildir. Dinsizliği düşünme / aklından geçirme, dalâlet / dinden ayrılma olmadığı gibi, dalâleti / sapkınlığı düşünmek de, dalâlet / sapıklık, sapkınlık, doğru yoldan çıkmak demek değildir. Çünkü hem hayal, hem vehim, hem tasarı, hem düşünme; aklın onayından ve kalbin kabulünden ayrı ve başkadırlar.

Onlar bir derece serbesttirler. Seçme hürriyetini pek dinlemiyorlar. Dinsel görev altına çok giremiyorlar. Tasdik / doğrulama, iz’an, akılla kabul ediş ve anlayış, öyle değildirler. Bir mizana / ölçüye tabi ve bağlıdırlar.

Hem hayal kurma, vehim, tasarı ve düşünce nasıl ki; tasdik, onay, iz’an ve akıl işidir demek değildir. Bu bakımdan şüphe, tereddüt ve kararsızlık sayılmazlar. Fakat, eğer lüzumsuz tekrar ede ede kararlı bir hâle gelse, o vakit, hakikî bir nevi şüphe ondan doğabilir.

Hem tarafsızca akıl yürütme namıyla veya insaf namına deyip, muhalif şıkkı tercih ede ede tâ öyle bir duruma gelir ki, ister istemez muhalif tarafı tutar; ona vacip olan hakkın taraftarlığı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın boşuboşuna bir vekili olacak bir durum; zihninde yerleşir.

Bu çeşit vesvesenin en önemlisi budur ki: Vesveseli adam, aslında mümkün olan ile zihnen mümkün olanı birbirine karıştırır. Yani, bir şeyi zatında / aslında mümkün görse, o şeyi zihnen de mümkün görür. Aklen şüpheli sanır. Halbuki imkân-ı zâtî / aslında mümkünlük ise, kesin ilme zıt değil ve zihnî zarurete zıddiyeti yoktur. Meselâ şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zatında / özünde mümkündür. O aslında mümkün olması ile ihtimal dahilindedir. Oysa kesinlikle o denizin yerinde olduğuna hükmediyoruz. Şüphesiz biliyoruz. O mümkünlük ihtimali ve onun aslında mümkün olması, bize şüphe vermez. Kesin bilgimizi bozmaz.

Meselâ, şu güneş, zatında / aslında mümkündür ki, bugün batmasın veya yarın doğmasın. Oysa, bu imkân, kesin bilgimize zarar vermez. Şüphe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ, iman hakikatlerinden olan dünya hayatının batmasına ve ahiret hayatının doğuşuna aslında mümkün olma cihetinden gelen vehimler, kesin iman ve inanca zarar vermez.

Hem “Bir delilden meydana gelmeyen bir ihtimalin hiç önemi yoktur.” olan meşhur kaide, hem dinin hem de dinsel hukukun kesinleşmiş kaide ve kurallarındandır. Eğer desen: “Bu derece inananlara zararlı ve rahatsız edici olan vesvese, ne gibi bir hikmet, fayda ve yararından dolayı bize musallat kılınmışdır?” Deriz ki: Aşırılığa varmamak, hem üstün gelmemek şartıyla, vesvesenin aslı uyanmaya sebeptir. Araştırmaya çağırır. Ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı, ilgisizliği atar. Aldırışsızlığı def eder.

Onun için Mutlak Hakîm olan Allah, şu imtihan dünyasında, şu yarışma meydanında, bize bir teşvik kamçısı olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş, insanın başına vuruyor. Şayet ziyade incitse; Rahîm, Hakîm olan Allah’a şikâyet etmeli. Allah’a sığınmalı.

 

 

Önceki İçerikKuyruğunu Kovalayan Kedi Olmak
Sonraki İçerikBir 10 Nisan’da Kaymakam kemal BEYİ Andık…
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.