15 Temmuz Darbe Teşebbüsü

104

Türkiye 15 Temmuz 2106 saat 21’den itibaren sabaha kadar süren kapkara bir gece yaşadı.

TSK içinde bir cuntanın başlattığı darbe teşebbüsü bastırıldı.

Fakat bilanço ağır oldu. “161 şehit, 1440 yaralı ve 20 darbecinin öldüğü” kanlı çatışmalar, “6 bine yakın kişinin tutuklanması” ve hem de tarihimizde görülmemiş şekilde TBMM’nin TSK mensuplarınca bombalanmış olması gibi acıların yaşandığı kapkara bir gece idi.

Bu elim olaylar milletçe içimizi kanatmıştır. Ayrıca Türkiye’nin dış itibarını son derece olumsuz etkilemiştir.

Türk milletine ait silahların TBMM’ne, devletin önemli kurumlarına, Türk vatandaşlarına karşı kullanılması vahimdir. Ordumuz içindeki bir grubun darbe planlamasının TSK yönetimi ve istihbarat teşkilatları tarafından önceden öğrenilememiş olması da devletimizin zafiyetidir.

Devletin bu kadar zafiyeti ve darbenin bu kadar acemice yapılmış olması, darbe teşebbüsünün bir “mizansen” (yani bir tiyatro oyununun sahneye konulması) olduğu algısına yol açmıştır.

Polisimiz ile askerimizin, askerlerimizin birbirleri ile çatışmaları, polise teslim olan askerlerin çıplak ve yere uzatılmış haldeki fotoğrafları rencide edici idi. IŞİD usulü kafası kesilen askerin resmi de Türkiye’ye zarar vermiştir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal yapısının darbeye karşı olması, iktidar ve muhalefeti ile tüm seçilmişlerin, medyanın ve milletin darbecilere destek vermemesi, demokrasiye sahip çıkmaları ile çok şükür ki darbe teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı.

Hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşandığı, anayasa ve yasaların rafa kaldırılamadığı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin yürürlükte olduğu, yürütme ve yasama organlarının seçimle gelip, seçimle değiştiği, devletin bütün kurumlarının demokrasi kuralları içinde ahenkle çalıştığı, demokratik bir Türkiye istemeye devam edeceğiz. Bu ilkelerin hayata geçirildiği ülkelerde darbe olmaz, olamaz.

Darbelerin panzehiri milletin bu temel demokratik ilkelere, değerlere ve kendi iradesine sahip çıkmasındadır.

Bu kapkara gecenin aydınlık sabahlara başlangıç olması dileğiyle Milletimize geçmiş olsun diyoruz.

Not: Bu yazı darbe teşebbüsünün başlangıcından itibaren sadece 16 saat geçtikten sonra 16 Temmuzda yazılmıştır. Şimdi iki tam gün geçti. Yazının kalan bölümünü yeni bilgiler ışığında yazdım.

****************************************

Cemaatten FETÖ’ye

Gazeteci Ruşen Çakır‘ın ifadesiyle, “Cemaat, AKP ile ittifak yaptığı dönemde Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalarla TSK’da çok ciddi bir tasfiye yaptı ve kendisine bağlı subayların önünü hızlı ve ciddi bir biçimde açtı. Bu bağlamda 15 Temmuz darbe girişiminde AKP iktidarının vebali çoktur.”

Cemaatin HSYK ve yüksek Yargıda hakim hale gelmesi de bu ittifak döneminin eseri idi.

17/25 Aralık sürecinden sonra hükümet ile cemaat arasında ipler koptu. “İşbirliği” yerini karşılıklı savaşa bıraktı. Hükümet Fethullah Gülen cemaatinin devlet organizasyonlarından temizlenmesi için harekete geçti. Savcılar bir suç örgütü gibi çalıştığı gerekçesiyle cemaat hakkında Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) adıyla iddianameler hazırladı.

Fakat “silahlı terör örgütü” adı verilen bu yapılanmanın bugüne kadar silah kullandığı herhangi bir olay bulunmuyordu.

“Darbe teşebbüsü” başladığı andan itibaren Başbakan ve diğer yetkililer bu hareketin FETÖ veya diğer adıyla Paralel Devlet Yapılanması (PDY)’nın bir kalkışması olduğunu vurguladılar.

Her ne kadar darbeye karışan kişilerin bu örgüt yapılanması içinde olduğuna, bu örgütün liderinden aldığı emir ve talimatla darbe yaptığına dair delil vasfında herhangi bir belge henüz medyaya yansımadı. Ama olaylar çok sıcak. Muhtemelen yetkililerin elinde bizim vakıf olmadığımız bilgiler olmalı ki bu kadar kesin konuşuyorlar.

Gözaltına alınan darbeciler arasında Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanının başyaverlerinin, en yakınındaki kişilerin; AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin Tümgeneral olan kardeşinin de olması “sızıntının” boyutunun bir göstergesi.

Hukuk açısından bakınca.. Adil bir yargılama için somut deliller ortaya konulabilirse bundan sonra cemaat -haklı olarak- “silahlı terör örgütü” olarak tanımlanabilecek. TBMM’ni bombalayan, kendi vatandaşına, polisine kurşun sıkan, bomba atan, bir düşman ülkeye helikopterle kaçıp sığınma isteyerek Türk askerinin şerefini yok eden aşağılık mahlûklarla aynı hiyerarşik yapıda yer alan herkes terör örgütü üyesi olarak cezalandırılabilecek.

Böyle olursa Fethullah Gülen’in iadesi,  cemaat mensuplarının suç örgütü üyesi olmak sebebiyle devletten tasfiyesi süreçleri süratlenebilecek.

Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Kerry, “FETÖ elebaşı Gülen’e” yönelik “Türk hükümetinden gelecek resmi kanıtları değerlendireceklerini” belirtti. “Bize kanıtlarınızı sunun. Bizim de bununla ilgili iadenin şartlarını karşılayacak sağlam yasal bir zemine ihtiyacımız var” dedi.

Çünkü yargılama kanaatlere değil, somut delillere dayanmak zorundadır. Eğer darbecilerin cemaatle bağı açısından yeterli ve inandırıcı somut deliller ortaya konulamazsa beklenen sağlam yasal zeminin olmadığını gösterir. Böyle olursa cemaat mensuplarının devlet organlarından tasfiyesi hareketi hukuksuz bulunabilecektir. Böyle bir hata gerçek suçluların da kamu vicdanında aklanmasına yol açabilir.

Cemaatin yargıdaki uzantılarıyla, hükümetin ortak operasyonu olan Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davalarındaki hukuksuzlukların benzerleri FETÖ dosyalarında tekrar edilirse sonuç önceki davalardaki gibi fiyasko olur.

Bu bakımdan suça gerçekten bulaşmış olanlar ile cemaat mensuplarıyla ahbaplık eden, çocuğunu cemaat kurs veya okullarında okutan, bunlara kurban parası, zekât veren insanları aynı kefeye koymak büyük hata olur.

Tanıdığım hâkim ve savcılar içinde özel sohbetlerimizde cemaatin adaletsizlik ve hukuksuzluklarını eleştiren, cemaat mensubu olmadığından emin olduğum bazılarının önce açığa sonra da gözaltına alındığını görüyorum.

Bu kişiler sadece kaliteli eğitim verildiği düşüncesiyle “çocuklarını cemaat okullarında okutmuş” diye veya “HSYK seçimlerinde hükümetin işaret ettiği listeye oy vermedi” diye bu ağır yaptırımlara muhatap oluyorsa kamu vicdanı bunu kaldırmaz.

Türkiye’deki bütün hâkim ve savcıların yüzde 23’ünü teşkil eden 2745 kişilik bir hâkim- savcının suçlanması bana çok abartılı geliyor.

Gerçekten bir paralel yapılanma içinde olup, bu yapının yöneticilerinden aldığı emir ve talimatla adalet sistemini zafiyete uğratanlar muhakkak ayıklanmalı ve tasfiye edilmelidir. Çünkü adalet ancak ve ancak bağımsız ve tarafsız hâkim ve savcılarla sağlanabilir. Resmi olmayan bir emir komuta zinciri içinde olan hâkim ve savcılar devletin temeli olan adaleti çökertir.

Bu ayıklamada gözetilecek kriter bana göre şudur: Hakim ve savcılar yaptıkları soruşturmalarda, kovuşturmalarda ve diğer yargılama işlemlerinde bir paralel yapının/ suç örgütünün etkisi altında kalmış mıdır?

Yalnızca hukuka ve vicdanına göre karar veren hâkim ve savcıların herhangi bir gruba sempati duyması, bazı arkadaşlıkları olması sebebiyle tasfiye edilmesi doğru olamaz.

*****************************************

Sorular

Ölen bunca insana, bombalama, çatışma ve ölümlere rağmen toplumun geniş kesimlerinde olayın bir tiyatro oyunu sahnelenmesine benzetildiğini görüyorum.

Bu tiyatro oyununu kimin sahneye koyduğu konusunda kafalar karışık. “Kaybetmek üzere kurgulanmış” bu tiyatroyu oynayan failin kimliği için kimisi Tayyip Erdoğan, kimisi “üst akıl”, kimisi “küresel çete” tanımlamaları yapıyor.

Her ne kadar tank üstünde tişörtle resim çektirip “Erdoğan’ı yedirmeyiz dedik, gördünüz mü yedirmedik” diye darbeyi önlediklerini sanan safdiller de var. Ama bir tiyatro olduğuna inananlar çoğunlukta gibi.

Bu görüşü “darbe teşebbüsündeki tuhaflıklar” destekliyor. Fakat bana göre öncelikli olarak cevabını aramamız gereken soru şudur:

Darbe “kaybetmek üzere kurgulandı” ise bu işin kazananı kim olacak?

Darbe yaptığını zanneden askerler ile darbe bastırdığını zanneden siviller oyunda ilk feda edilen piyonlar mıydı?

 

 

Önceki İçerikMacaristan’da Türk İzleri Prof. Dr. Orhan Gedikli ile Macaristan Seyahatini Konuştuk.
Sonraki İçerikAmerikancı Cemaat Partisi(ACP)!..
Avatar photo
Doğum 20.07.1956 BUCAK-BURDUR Eğitim Cumhuriyet İlk Okulu, Bucak Lisesi (Mezuniyet 1973) İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliği (Mezuniyet 1978) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Mezuniyet 1995) Çok sayıda şirket içi ve şirket dışı eğitim programlarına iştirak. (ISO 9000, Toplam Kalite Yönetimi, Verimlilik, İş İdaresi, Pazarlama, İstatistiksel Proses Kontrol, Kişisel Gelişim, Kişisel İmaj ve diğer konularda onlarca eğitim programı) 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. (2001) 03.03.2010- Serbest Avukat Medeni Hal :Evli ve İki Çocuklu Lisan : İngilizce (İntermedite level) Sosyal Faaliyetler :İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve halen Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubunda korist. 250 mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Halen Yönetim Kurulu Başkanı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de, "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada bir köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.