Oğuz Çetinoğlu: Neticesinde Lozan Barış Antlaşmasının imzalandığı Lozan Konferansı sırasında Lozan’da bulunan Ermeni heyeti, Ermeni meselesinin gündeme alınması için teşebbüste bulundu ise de başarılı olamadı ve 2 Şubat 1923 târihinde, Lozan şehrini terk etti. Sonrasında neler oldu?
İsmet Binark: Lozan Andlaşması’nı müteakip hızı kesilen Ermeni meselesinin, İkinci Dünya Savaşı başlarken yeniden canlandırılmaya başlandığını görmekteyiz. Bu maksatla; Daşnakçılar Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Henri Truman’a, İngiltere Dışişleri Bakanı Mr. Bevin’e birer telgraf gönderdiler. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, ABD ve İngiltere Dışişleri Bakanlıklarına birer muhtıra verdiler. Stalin’e ayrıca bir telgraf gönderdiler. San Fransisco’daki Konferans’a iki muhtıra sundular. Ermeni Göçmenleri Merkez Komitesiyle, Ermeni Göçmenleri Meclisi Paris’te başkanları A. Çorbaciyan ve H. Samuel imzalarıyla: Dört Büyüklere birer muhtıra verildi. 1945’te de Mısır’daki Ermeni Cumhuriyeti eski Başkanı, Churchill, Stalin ve Truman’a birer telgraf gönderdi. 6 Eylül 1945’te, Daşnak lideri J.Missokian Londra’daki Beşler Konferansı’na bir muhtıra verdi.
Yine 1945’in Aralık ayında yeni Ermeni Katolikos’u bizzat Moskova’daki Dışişleri Bakanları Konferansı’na başvurarak ‘Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında uğradığı haksızlıkların (!) giderilmesini ve diyasporadaki Ermenilerin anavatana dönmelerinin teminini‘ istedi.
Çetinoğlu: Bir şeyler elde edebildiler mi?
Binark: İddialarına ve taleplerine karşılık verilmedi. 20 yıl sonra 1965’te bu defa dinî-siyâsî-kültürel bir havaya bürünerek meseleyi tekrar gündeme getirdiler. Dünyanın her tarafındaki Ermeni patrikhâne ve kiliseleri, eğitim-öğretim kurumları, siyasî kuruluşlar harekete geçmiş ve sözde Ermeni katliâmının 50. yıldönümü için bir kulp bulmuşlardır. ‘24 Nisan, 1915 Ermeni Soykırım Günü’ olarak ilân edilmiştir. 1965’ten itibaren de dünyanın her tarafındaki Ermeniler tarafından anılmaya, klasik iddialar tekrarlanmaya ve tabiî her Ermeni toplantısında olduğu gibi Türkler karalanmaya devam edilmiştir.
Çetinoğlu: Bu tezgâh nasıl kuruldu?
Binark: İkinci Dünya Harbi’nden sonra, Sovyet Rusya’nın Doğu Avrupa’yı işgal edip yönetimi altına aldığı ülkelere komünizmi yerleştirmesi, hür dünya için bir tehdit kaynağı olmuştur.
Bu ülkeler, Sovyet yayılmacılığını durdurmak için NATO askerî paktını, Sovyet Rusya da buna karşı Varşova Askerî Paktı’nı kurmuştur.
İkinci Dünya Harbi’ni müteakip, Türkiye’ye yönelik Sovyet tehdidi, Türkiye’nin NATO’ya girmesine yol açmıştır. Türkiye’nin NATO’ya girişi, Sovyet Rusya’nın Türkiye’nin iç istikrarını ve dışarıdaki itibârını bozacak bir takım tedbirler almasına yol açmıştır. İşte Ermeni meselesi, bu çerçevede 1950’li yıllardan itibâren yeniden gündemde yer almıştır.
1960’lı yıllar, bu meselenin teşkilâtlanma ve Büyük Ermenistan’ın kurulması talep ve hayallerinin yeniden ortaya atıldığı yıllardır.
Çetinoğlu: Diplomatlarımıza suikastlar tertip edildi.
Binark: Evet! 1973 yılında Ermeni terörü, Türkiye’nin yurt dışında bulunan büyükelçilerini, dışişleri mensuplarım hedef almıştır. Ermeni kurşunlarıyla şehit edilen diplomatlarımızın ve yurt dışı görevlilerimizin sayısı 20’yi aşmış; şartlandırılmış Ermeni katillerinin cinâyetleri çığ gibi büyümeye devam etmiştir. Bu terör, cinâyet, katliâm ve bombalı baskınlarla 1985 yılı sonuna kadar devam etmiştir. 1973-1985 yılları, dünya insanlık târihine ‘Ermeni terörizmi‘ olarak geçmiştir. Bu on iki yıl içerisinde, Ermeni katillerinin terör ve cinâyetleri neticesinde yüze yakın mâsum, iyi yetişmiş, ülkesi için çalışan Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş veya sakat kalmıştır.
Ermeni terörünün görünen hedefi, dünyanın çeşitli ülkelerinde korku ve dehşet yaratarak, bu ülkelerin kamuoylarının dikkatini Ermeniler ve Ermeni iddiaları üzerinde toplamak, Türkiye’yi güçsüz bırakmak ve isteklerini kabule zorlamaktır.
1988 yılında Ermeni terörü yeniden ateşlenmiştir. Ermeni terör kuruluşları ve bunların yandaşları, bu defa yeni hedefler seçtiler.
Çetinoğlu: Azerbaycan…
Binark: Evet! Ermeni çeteleri, üç bin yıllık Türk toprağı ve ata yurdu olan, Karabağ’da yaşayan AzerbaycanTürkleri üzerine yönlendirildiler. Bölgede yaşayan Azerbaycan Türklerini siyasî ve ekonomik hayatta etkisiz kılmak, iktisâdî sıkıntılara mâruz bırakmakve bütün bunların neticesi olarak ata yurtlarını terke zorlamak maksadıyla harekete geçtiler. İki yüz bine yakın Azerbaycan Türk’ü üç yıl içerisinde çeşitli sıkıntılara mâruz kalarak Karabağ’dan Azerbaycan’ın diğer bölgelerine göç etmek mecburiyetinde kaldılar. Terör çeteleri, vatan topraklarını terk etmeyen Türklere karşı, 1915’te olduğu gibi, katliâm ve mezâlime giriştiler. Karabağ ve çevresini, Türk nüfusundan temizleme maksadına terörle ulaşmak istediler. Terör hareketlerini, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarına silâhlı saldırıları tâkip etti. Asıl soykırım budur!
Çetinoğlu: Bu hareketlerinin maksadı, seslerini duyurmanın ötesinde bir mânâ taşıyor muydu?
Binark: Büyük Ermenistan hayâlinin gerçekleşmesi yolunda atılan bir adımdır.
Ermeniler’in yaptıkları katliâm ve mezâlime, Azerbaycan Türklerinin çektiği acı ve sıkıntılara başlangıçta duyarsız ve seyirci kalan batı kamuoyu, yeni bir çağın eşiğinde Kafkaslar’da oynanan oyunların korkunçluğunu ve tehlikeyi anlamaya başlamış; bölge ve dünya barışını çeşitli tehdit ve tehlikeler altına sokabilecek çatışmaların ve sıcak savaşın neticelerini düşünerek milletlerarası müdâhale ve girişimler başlatmıştır.
İnsan haklarının dünya kamuoyu gündeminde ilk sırayı aldığı bir dönemde, Azerbaycan topraklarında Ermeniler’in yaptığı bu soykırım, şüphe edilmesin ki, târihe silinmeyecek bir şekilde damgasını vurmuştur.
Çetinoğlu: Günümüze gelirsek efendim…
Binark: Günümüzde, Ermeni meselesinde tartışmasız bir târihî gerçek de, Rusya’nın Kafkasları kendisine hayat sahası, bir başka ifâde ile arka bahçesi hâline getirmek istemesidir.
Ermenistan’ın, Kafkaslardaki yayılmacı politikasının arkasında, başta Rusya olmak üzere, Yunanistan, Suriye ve Kiliseler Birliği yer almaktadır.
Türkiye’ye ve Türklüğe yönelik Ermeni emellerinin ve terörizminin arkasında, milletlerarası siyasî dengeler bakımından, bâzı ülkelerin Türkiye’ye yönelik dış politik çıkarları yatmaktadır. Bu ülkelerin, bu konudaki inatçı ve bağnaz dış politika geleneklerini devam ettirmelerindeki inatçılıklarından vazgeçmeleri ve 21. yüzyılın eşiğinde, milletlerarasında ahlâkî unsurların ve dostluğun hâkim olduğu bir politika sergilemeleri, dünya barışı için kaçınılmaz olmuştur. Zirâ târih göstermiştir ki, kin ve nefrete dayalı politikalar iflâsa mahkûmdur. Devletlerin geleceği ve karşılıklı dostluk, dış politikanın esas unsurudur.
Bu politikalar çerçevesinde, Türkiye’deki Ermenilerin bugün de baskı altında tutuldukları konusunda asılsız iddialarda bulunulmaktadır.
Çetinoğlu: Maksatları nedir?
Binark: Ermeni propaganda çevreleri bu iddiaları, şu maksatlarla ileri sürmekte ve canlı tutmaktadırlar:
a) ‘Ermeniye zulmeden Türk imajı‘nı târih içinde kesintisiz olarak devam ettirmek,
b) Genç Ermeni kitlelerine, uğrunda mücâdele edilecek bir hedef göstermek,
c) Bu konuda yapılan propagandaya güncellik ve devamlılık kazandırmak,
d) Yabancı devletlere Türkiye’nin iç işlerine müdâhale imkânı sağlayabilmek.
Çetinoğlu: Karşı karşıya getirildiğimiz bu problemlerin bitmesi ihtimali var mı?
Binark: Ermenilerin asılsız iddiaları, Türkiye’ye dost veya düşman devletlerin iç politika malzemesi olarak maalesef zaman zaman gündeme getirilmektedir.
Ermeniler asılsız soykırım iddialarını 1998 yılında Fransız Millî Meclisinde onaylatmaya kalkışmışlar, o târihte Fransız Parlamentosu’nun ekseriyeti buna sâhip çıkmıştır. Sözde Ermeni soykırımının tanınması için Kanada’nın Montreal kentinde Ermeni soykırım anıtı açılmıştır. Kanada Federal Meclisindeki Ana Muhalefet Partisi ayrılıkçı Bloc Quebecois’in 24 Nisan 1996 târihinde, sözde Ermeni soykırımın 81. yıldönümü vesilesiyle her yıl 20-27 Nisan târihleri arasındaki haftayı ‘İnsanın İnsana Zulmü Haftası‘ olarak anmayı hedefleyen yazılı bir teklif sunmuştur. Ottowa Büyükelçimiz, Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Bili Graham’ı ziyâret ederek kararla ilgili üzüntümüzü ve ileriye dönük endişelerimizi dile getirmiş, Graham ise ‘kabul edilen kararı ayrılıkçı ana muhalefin marifeti‘ olarak ifâde etmiştir. Kararın ‘son derece kirli, art niyetli siyasî bir dalavere olduğunu‘ da belirtmiştir. Amerika’nın California eyâletinde, eyâletin eğitim kurulunun, devlet okullarında sözde Ermeni soykırımını târihin bir parçasıymış gibi okutulmasını ve müfredata dâhil edilmesini oybirliği ile kabul etmiştir. Türkiye’nin aleyhinde olan bu tür teşebbüslere günümüzde de maalesef devam edilmektedir.
Çetinoğlu: Türkiye’de yaşayan Ermenilerin tavırları hakkında neler söylenebilir?
Binark: Türk Ermeni Patriği Mesrop Mutafyan, gelişmelerden rahatsızlık duyduklarını belirterek, Ermeni meselesinin devamlı gündeme getirilmesinin hoş olmadığını söylemiş ve ‘Batılı ülkeler bu meseleyi kullanmak istiyor. Bundan hoşnut değiliz, rahatsızız …’ diye konuşmuştur.
Çetinoğlu: Ermeni meselesi hakkında uzmanlaşmış bir araştırmacı olarak görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Binark: Türk tarafının ve bâzı batılı târihçilerin ortaya koyduğu otantik belge ve bilgilerden anlaşılacağı üzere, Ermenilerin sımsıkı sarıldıkları soykırım iddiası koca bir yalandan başka bin şey değildir. Soykırım hiç bir zaman söz konusu olmamıştır.
Türk milletinin haklı insanların vakarı içindeki sükûtu, âdeta suçlu insanların sessiz kalışı gibi görülmek ve gösterilmek istenmiştir.
Görülen odur ki, asılsız Ermeni iddiaları, günün şartlarına göre, Türkiye’ye dost veya düşman devletlerce iç ve dış politika malzemesi olarak gündeme getirilecektir. Ermenilerin de, Türkiye aleyhine yoğun bir karalama kampanyasına devam edecekleri anlaşılmaktadır. İşte bu sebeple, Türk aydınına ve ilgililere, târihte Ermeni meselesinin ne olduğunu, dünya kamuoyuna açıklamak görevi düşmektedir.
İlgili devlet kurumları, üniversitelerimiz, Türk basını ve sivil toplum kuruluşları; İlmî ve târihî olduğu kadar, millî bir mesuliyetle yükümlü olduklarını unutmamalıdırlar.
Çetinoğlu: Neler yapılabilir?
Binark: Ermenilerin asılsız soykırım iddialarına karşılık, eksiksiz bir organizasyonla yürütülecek mukabil Türk kampanyasının başlıca iki cephesi olmalıdır: Biri dünya kamuoyu, diğeri de dünya parlamentoları…
Bu arada, üniversitelerimiz de bu konuda daha aktif rol oynamalı ve kendi uzman kadrolarını yetiştirmelidirler.
Diğer taraftan, Türkiye’nin dış politikasının kendi menfaatleriyle çeliştiğini düşünen devletler, Ermeni meselesini her fırsatta yeniden gündeme getirip, Türk Hükümetlerini dünya siyâset sahnesinde güç durumda bırakmayı ve bu arada da bu kozu kullanarak, Türkiye’den istediklerini elde etme yoluna gitmeyi deneyeceklerdir.
Konuya bu hassasiyetle bakmadığımız takdirde, Ermeni dosyasının günümüzde niçin ele alındığının ve açıldığının izahı yapılamayacaktır. Bu sebeple, Türkiye, Ermeni meselesinde uzun vâdeli, akılcı, tutarlı ve aktif yeni politika ve stratejiler belirlemek durumundadır.
İSMET BİNARK: Kütüphaneci-Arşivist. Araştırmacı yazar. 1941 yılında İstanbul’un Fâtih İlçesi’nde doğdu. Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nden diploma aldı. 1967 yılında Millî Kütüphane’de memuriyet hayâtına başladı. Sırasıyla Şef, Müdür Yardımcısı, Müdür ve Başuzmanlık görevlerinde bulundu. İngiltere, Finlandiya ve Fransa’da kütüphanecilik ve arşivcilik eğitimi gördükten sonra 1975 yılında Başbakanlık bünyesinde Cumhuriyet Arşivi’nin kurulmasına öncülük etti. Sırasıyla, Dâire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdür olarak görev yaptı. Genel müdürlüğü döneminde, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün seri hâlinde yayınlanan kitaplarıyla, Ermenilerin asılsız soykırım iddialarının târih önünde çürütülmesine öncülük etti. Aynı dönemde, Osmanlı Arşivindeki Türk dünyâsı ve Türk varlığı ile ilgili arşiv belgelerinin; Osmanlı fermanlarının, Mühimme ve Tapu Tahrir Defterlerinin tıpkı basımları ve transkripsiyonlu metinleri ile Osmanlı Arşivi kataloglarının neşri sağlanmış; çeşitli ülkelerin arşivlerinde bulunan Osmanlı arşiv belgelerinin örnekleri Devlet Arşivimize kazandırılmıştır. 1930’lu yıllarda Bulgaristan’a kilo ile satılan Osmanlı arşiv belgelerinin örneklerinin Devlet Arşivimize geri getirilmesi ve kataloglarının yayınlanması, Genel Müdürlüğü döneminde gerçekleştirmiş olduğu çok önemli hizmetlerdendir. Arşivcilik eğitiminin Türkiye’de ilk defa üniversite seviyesinde başlatılmasına öncülük etmiş; Ankara, Hacettepe ve Gazi Üniversitelerinde uzun süre arşivcilik dersleri vermiş, arşivci yetiştirmiştir. 1964 yılında yazı hayatına girmiş; kütüphanecilik, Türk kitapçılık târihi ve sanatları, Türk arşivcilik târihi ve modern arşivcilik, kültür târihimiz, Ermeni meselesi, yakın dönem Türk parlamento târihi, biyografi ve bibliyografya konularında 60’a yakın telif eseri yayınlanmıştır. Bu konularda 200e yakın inceleme yazısı, millî ve milletlerarası kongrelerde sunulmuş tebliği bulunmaktadır. Kitap ve makale olmak üzere, bâzı araştırmaları yabancı dillere de tercüme edilmiştir. Kitap olarak basılmış eserlerinden bâzıları: Arşiv ve Arşivcilik Bilgileri, Asılsız Ermeni İddiaları ve Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezâlim: Sâmiha Ayverdi’nin Mektupları, Dost Kapısı – Ezel ve Ebed Arasında: Kenan (Rifaî) Büyükaksoy, Bir İhlas Âbidesi İlhan Ayverdi, Bay Efendi, Sâmiha Ayverdi’nin Fikir ve Gönül Dünyâsından, Türk Parlamento Târihi, Mutasavvıf ve Mütefekkir Yazar Sâmihâ Ayverdi’nin Târihimiz ile İlgili Tesbit ve Tahlilleri. Gönül Dünyamızı Aydınlatanlar.
|
ERMENİ MESELESİ HAKKINDA MERHUME SÂMİHA AYVERDİ HANIMEFENDİ’NİN 1975 YILINDAKİ GÖRÜŞLERİ*
Bilindiği üzere, ‘Ermeni meselesi’ konjonktürel bir konu değildir. Asılsız Ermeni iddiaları, günün şartlarına göre, Türkiye’ye dost veya düşman devletlerce iç ve dış politika malzemesi yapılmaktadır. Önümüzdeki dönemlerde de gündemdeki yerini koruyarak sık sık Türkiye’nin önüne sürülecektir. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde, vatan coğrafyasında gayrimüslimlerle ilgili bir problem yaşanmazken, devletin zaman içerisinde zayıflayıp eski gücünü kaybetmesi neticesi, ‘Düvel-i Muazzama ‘ diye adlandırılan emperyalist Avrupa devletleri (Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya), azınlıkları kendi siyâsî, ekonomik ve dînî menfaat ve emelleri doğrultusunda yönlendirmeye başlamışlar, azınlık milliyetçiliği fikrini filizlendirmişler, ayrılık hareketlerini harâretle desteklemişler ve azınlık problemlerinin ortaya çıkmasına sebep ve vâsıta olmuşlardır. Bu dönemde, emperyalist devletler, Osmanlı Devleti üzerinde siyâsî, askerî, ekonomik ve dînî menfaatlerinin hayâta geçirilmesi demek olan ‘Şark Meselesi‘ni gündeme getirmişlerdir. Bunun neticesi olarak, Ruslar Ortodoksları; Fransızlar Katolikleri ve Avusturya da Balkan Katoliklerini himâye etmişlerdir. Dış tahriklerin ve milliyetçilik akımlarının tesiriyle, Balkan milletleri ayaklanmışlar; neticede Yunan, Sırp, Romanya ve Karadağ devletleri ortaya çıkmış, 1860’ta Lübnan’a muhtâriyet tanınmıştır. Ermeni meselesinin ortaya çıkış sebeplerinin, Osmanlı Devleti toprakları üzerinde yaşayan Ermenilerin sosyal, ekonomik, siyâsî, kültürel, dînî ve idârî statülerinden kaynaklanmadığı; bu meselenin temelinde, yukarıda ifâde ettiğimiz, sunî olarak yaratılmış ‘Şark meselesi’ adı ile anılan milletlerarası bir emperyalist stratejinin, güçler dengesi politikasının yattığı bilinmelidir. Şark Meselesi Nedir? ‘Avrupa büyük devletlerinin, Osmanlı Devleti’ni İktisâdi ve siyâsî nüfuz ve hükmü altına almak veya sebepler ihdas ederek parçalamak ve Osmanlı idâresinde yaşayan muhtelif milletlerin istiklâllerini temin etmek istemelerinden doğan târihî meselelerin tamâmıdır.’ Denilmektedir.* Osmanlı Devletinin siyâsî çöküşünün hazırlandığı bir dönemde, batının Osmanlı Devleti üzerindeki hesapları bakımından sunî olarak ortaya çıkarılan Ermeni meselesi, ifâde edildiği üzere, emperyalist devletlerin, batının ekonomik, siyâsî, dînî ve kültürel menfaatlerinden kaynaklanmıştır. Ermenilerin, Türk devletini ve milletini nesillerden nesile geçen bir kin, nefret ve intikam duygusu ile peşinen mahkûm edip, kanına ve canına kastediş sebebinin, Rus ve İngiliz menfaatlerinin hazırladığı bir siyâsî komploya kurban oluş ve körü körüne bir aldanış olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Ermeni meselesinin ortaya çıkışını hazırlayan sebeplerin başında Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne ve Ermenilere karşı tâkip ettikleri siyâset gelmektedir. Bu siyâsetin seyrini hülâsaten tespit etmek yerinde olacaktır: Sıcak denizlere inmek, Akdeniz ve Orta Doğuda hâkim güç olmak emelini, Osmanlı Devleti’ni parçalamakla gerçekleştirebileceğine inanan Rusya, bu maksatla Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Erzurum – İskenderun hattını ele geçirmeye teşebbüs etmiştir. Böylece Rusya’nın Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni kilisesiyle temâsı ve Ermeni komitacılarını, terör unsurlarını desteklemesiyle başlamıştır. İngiltere’nin Ermenilere ilgi duyması, Rusya’nın İngiliz çıkarlarını tehdit edecek şekilde güneye sarkması ve güçlü bir Karadeniz devleti olmasıyla alâkalıdır.
*Türkiye’nin Ermeni Meselesi: Kubbealtı Neşriyatı. İstanbul 2014 s: 13-15
**Cevdet Küçük: Şark Meselesi Hakkında Önemli Bir Vesika. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Târih Dergisi, Mart 1979, S: 32, s: 607-638 |