Sürgünde Yaşayan Türkler: Ahıskalılar Bizim Ahıska Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yunus Zeyrek’le ‘Ahıska Dramı’nı Konuştuk.

104

(İkinci Bölüm)

Oğuz Çetinoğlu:Sağ kalıp İkinci Dünya Savaşı’ndan dönenler ailelerini bulamadı.’ Dediniz. 15 Kasım 1944 sürgünü mü?

Dr. Yunus Zeyrek: 15 Kasım 1944, Ahıska Türkleri tarihinin ve aynı zamanda bütün insanlık tarihinin utanç günüdür. Zira bu tarihte, Ahıska Türkleri, vatanlarından topyekûn sürgüne tabi tutulmuşlardır.

Tarihin kaydettiği en eski çağlardan beri orada yaşayan yerli bir halk, hiçbir suç isnat edilmeden, Stalin’in emriyle bir gece vakti, topyekûn vatanından sökülüp atılmıştır.

Halkımızın bir numaralı katili şüphesiz Stalin’dir. Yurdumuzda ne yazık ki onun hakkında yeteri kadar makale veya kitap yazılmamıştır. Yazılanlar da yalancı sosyalizmin methiyeleridir. Batı dünyasında, ‘milletlerin katili‘ denilerek onunla ilgili birçok kitap yazılmış ve onun ‘katil‘ sıfatı da belirtilmiştir. Bu kitaplardan birinde şöyle denilmektedir: ‘Stalin’in kurbanlarının toplam sayısı hiçbir zaman öğrenilmeyecek, ama yine de bu sayının 20.000.000’dan az olmadığı, hatta belki de 40.000.000’a kadar çıkabileceği rahatlıkla söylenebilir.’

Stalin, 1930’lu yıllarda milyonlarca insanın kanına girmiş, Ahıska’da da birçok insanı ya kurşuna dizdirmiş ya da namsız nişansız kaybetmiştir.

Başında Stalin’in bulunduğu Devlet Savunma Komitesi, 31 Temmuz 1944 tarihinde aldığı bir kararla Ahıskalıları vatanlarından sürgüne göndermiştir. Bu kararın ilk maddesinde şöyle denilmektedir: ‘Gürcistan SSC’nin sınır şeridi olan Ahıska, Adigön, Aspinza, Ahılkelek ve Bogdanovka rayonlarıyla Acaristan Özerk SSC’den Türk, Kürt, Hemşin olmak üzere toplam 86.000 kişiden meydana gelen 16.700 hanelik nüfusun, 40.000’i Kazakistan SSC’ye, 30.000’i Özbekistan SSC’ye ve 16.000’i de Kırgızistan’a gönderilsin. Bu işler, 1 Kasım 1944 tarihine kadar tamamlansın. Buralara Gürcistan’ın diğer bölgelerinden 7.000 haneyi iskân etme müsaadesi verilsin. Bu bölgeye iskân edilen nüfus, 1945 yılında her türlü vergilerden muaf tutulsun.’

Stalin’in bu emirlerini harfiyen yerine getiren Sovyet İçişleri Bakanı L. Beriya, Stalin’e gönderdiği 28 Kasım 1944 tarihli yazısında: ‘Devlet Savunma Komitesinin kararları gereğince SSCB Halk İçişleri Komiserliği, Türklerin, Kürtlerin ve Hemşinlilerin Gürcistan SSC sınır bölgesinden tahliye işlemleri tamamlanmıştır.’ diyordu.

Beriya’nın yazısında, sürgün sebebi sayılabilecek şu belirsiz ve anlamsız ifadeler de vardı: ‘Türkiye sınırına yakın ve orayla akrabalık bağları bulunan bu halkın önemli bir çoğunluğu kaçakçılık yapmakta olup muhaceret eğilimi gösteriyor ve Türk istihbarat makamları için casus angaje etme ve çete grupları oluşturma kaynağı teşkil ediyordu. Adigön, Aspinza, Ahıska, Ahılkelek ve Bogdanovka rayonlarında tahliye işlemleri 15-18 Kasım; Acaristan Özerk Cumhuriyeti’nde ise 25-26 Kasım günlerinde gerçekleştirilmiştir. Toplam 91.095 kişi tahliye edilmiştir. Tahliye edilenleri taşıyan katarlar hareket hâlinde olup Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’daki yeni iskân yerlerine doğru yol almaktadırlar. Tahliye işlemleri düzenli ve olaysız bir şekilde tamamlanmıştır.’

Tabii ki Beriya’nın bu suçlamaları doğru değildir. O zamanlar hangi kaçakçılıktan bahsedilebilir ki?

Sınırın her iki tarafı da fakr u zaruret içindeydi. Casusluk da uydurma bir isnattır. Devlet, böyle kişileri yakalar ve cezalandırabilirdi! Böyle bir gerekçeyle bir bölgenin ahalisi topyekûn sürülebilir mi? Muhaceret eğilimi doğru olsa bile bu da bir toplumun kökten yok edilmesine gerekçe olamaz. Esas sebep yine onun ifadelerinde sırıtıyor: Türkiye sınırında bulunmak, karşı tarafta akrabaları olmak ve Türk olmak! İşte bir halkın uğradığı felâketin asıl sebepleri bunlar!

Şimdi burada şu hususa da dikkat çekmek isteriz. Bu facianın emrini veren kişi, Sovyetler Birliği’nin bir numaralı söz sahibi Stalin ve onun emrini uygulayan Sovyetler Birliği İçişleri Bakanı Beriya ile Gürcistan İçişleri Bakanı Khoşdariya’dır. Yani sürgünü plânlayan, emri veren ve uygulayan Gürcü asıllı bu üç kişi, halkımız tarafından ebediyen lanetle anılacaktır.

Çetinoğlu: İleri sürülen sebepler inandırıcı değil. Gizlenen asıl sebep biliniyor mu?

Dr. Zeyrek: Evvelâ, zihinleri meşgul eden soru şuydu: Stalin Ahıska Türklerini niçin sürmüştü? O zamanki Sovyet rejimi, sebep olarak bu yörenin insanlarını Alman ilerleyişinin tehdidine maruz kalmaktan kurtarmayı öne sürüyordu. Yani bu hareketi, cezalandırma değil de, gelecek düşmandan koruma olarak takdim ediyordu!

Bir batılı gözlemci sürgünü değerlendirirken diyor ki, ‘15 Kasım 1944 tarihinde bölge halkı, buraların düşman (Alman) eline geçebileceği bahane edilerek evlerinden çıkarıldı. Aslında yıkımın eşiğinde olan Alman ordusunun buralara gelmesi mümkün değildi. Asıl sebep siyasî ve stratejikti. Nitekim bu olaydan bir yıl sonra Sovyetler, Türkiye’nin kuzeydoğu illerini istediler.’

Ahıskalılar, diğer sürgün Sovyet halkları gibi, Almanlarla iş birliği yapmakla, hatta Almanlara sempati duymakla da suçlanmamışlardı. Kaldı ki, düşmanla iş birliği yapmakla suçlanan ve sürülen halklar, gittikleri yerlerde özel kontrollü iskâna tâbi tutuluyorlardı. Ahıska Türkleri ise, sürüldükten altı ay sonra bu rejimle yönetilmeye başlandılar. Yani bunlara nasıl muamele yapılacağına altı ayda karar verilebilmişti! Bu da onların hangi suçla sürüldüklerinin izahını zorlaştırıyor.

Bize göre Stalin bu sürgünü, kafasına koyduğu Kars, Ardahan ve Artvin’i Gürcistan’a ilhak etmek için bir hazırlık mahiyetinde gerçekleştirmiştir.

Batılı gözlemciler de bu kanaattedir: ‘Onların sürgün sebebi, Sovyetlerin, Türkiye üzerine yapmayı düşündüğü bir saldırıda, stratejik önemi olan bu bölgeyi Türk unsurundan temizleme maksadıydı.’

Çetinoğlu: Sürgün hangi şartlarda gerçekleşti?

Dr. Zeyrek: 1944 sürgünü, her türlü tarifin aciz kaldığı çok büyük bir faciadır. Bir kış gecesi 200 köy ve kasaba askerler tarafından basılmış, birkaç saat içinde binlerce insan yurdundan yuvasından koparılmış, hayvan vagonlarına doldurularak ölüm yolculuğuna çıkarılmıştır. 20-25 gün süren bu çetin yolculukta binlerce insan ölmüş ve bin bir acı ve ıstırap yaşanmıştır. Soğuk, açlık ve hastalıklarla boğuşan bu zavallı halk, binlerce ferdini yollarda bırakmıştır. Bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen o günleri yaşayanlar bu ölüm yolculuğunu anlatırken hâlâ hüngür hüngür ağlamaktadırlar…

Çetinoğlu: Sürgündekiler vatana dönüş için harekete geçtiler mi?

Dr. Zeyrek: Ahıska Türklerine sürgün yerlerinde uygulanan kamp rejimi, 31 Ekim 1956’da kaldırıldı. Fakat yurtlarına dönme izni verilmedi. Ahıska Türklerinin temsilcileri, 1957’de Moskova’ya gelerek vatana dönmek için ilk müracaatlarını yaptılar. Kendilerine, ‘Siz Azerîsiniz! O hâlde Azerbaycan’a dönebilirsiniz…’ denildi. 1958’de, bazı aileler bunu kabul ederek, kendi vatanlarına yakın gördükleri Azerbaycan’a geldiler. Buradan Ahıska’ya geçmenin kolay olacağını düşünüyorlardı.

1964 Şubatında Taşkent’te bir halk kongresi topladılar. Bu kongrede öğretmen Enver Odabaşev başkanlığında bir komite kurdular. Fakat bu yolda yürütülen faaliyet resmî makamlar tarafından daima engellendi ve sonuçsuz bırakıldı. Bütün bu olup bitenlerden hür dünyanın haberi bile yoktu!

Çetinoğlu: Peki bu mesele ne zaman açıkça telaffuz edildi? Hür dünya nasıl öğrendi?

Dr. Zeyrek: Ahıska Türklerinin sürgünü yıllarca gizli tutuldu. Sürgün konusunda ilk resmî ve önemli belge, SSCB Yüksek Prezidyumu’nun 30 Mayıs 1968 tarihli kararnamesidir. Bu belgeyle Stalin’in cinayetlerinden biri açıkça ifade edilmiş oluyordu. Fakat bu da garip bir belgeydi. Zira devletin kusurundan bahsedilmiyor, devletin böyle bir meselesi yokmuş gibi bir üslûp kullanılıyordu.

1968 Kasım’ında Sovyetler Birliği Komünist Parti Merkez Komitesi Sözcüsü, kendisine gelen Türk temsilci heyetine, vatanları olan Ahıska’ya dönüşlerine müsaade edileceğini vaad etti. Bu vaade sevinerek Ahıska’ya hareket eden yüzlerce Türk ailesi, Gürcü yöneticilerin engellemeleriyle karşılaştılar. Çalışma belgeleri verilmedi, askerlik problemi çıkarıldı ve taşınmak için vasıta verilmedi. Azerbaycan’dan gelenler de Gürcistan hududunda durduruldular. Eşyalarını bırakarak girenler de Gürcü idareciler tarafından sınır dışı edildiler.

Ahıskalılar, 2 Mayıs 1970’te, ‘Biz Türk’üz!’ diye başlayan bir beyannameyi açıkladılar. Bu beyannamede, SSCB yetkili adlî makamları ile Bakanlar Kurulunun bir tahkikat yaparak Türkleri sürgüne gönderenleri cezalandırması isteniyordu. Yüksek Sovyet Prezidyumu, Türklerin kendi yurtlarına iskân ve milletlerin mevcut determinant haklarını vererek, başkenti Ahıska olmak üzere bir Türk Muhtar Cumhuriyeti veya Özerk Vilâyeti kurulmasını kabul etmeli, uğradıkları zarar ziyan da karşılanmalıydı. Eğer bu talepler yerine getirilmeyecekse sürgün halkın Türkiye’ye göç etmesine müsaade edilmeliydi. O güne kadar batı âlemine ulaşan en aydınlatıcı belge budur. Ayrıca burada millî kimliklerini en açık şekilde dile getirmeleri de mühimdir.

Çetinoğlu: Müthiş ve cesaret dolu ifadeler. Moskova ne yaptı?

Dr. Zeyrek: Sovyet makamları bu tebliğe hiçbir cevap vermemiştir. Fakat bu hareketin öncülerini sudan bahanelerle hapse atmıştır. Meselâ Enver Odabaş’ın hapse atılması, 1971 yılında bizim Hürriyet gazetesinde, “Gürcü Türklerin lideri tutuklandı!” şeklinde garip bir başlıkla yer almıştır.

Çetinoğlu: 1991’de Sovyetler Birliği dağıldı. Sonraki dönemde neler oldu?

Dr. Zeyrek: 1980’li yılların sonuna doğru SSCB’de millî hareketler başladı. O dönemde, yani 1989 ilkbaharında Özbekistan’da Fergana’da yaşayan Ahıskalılar üzerine yönelen fecî olaylar patlak verdi. Maalesef bu olaylar da halkımızın tarihine 20. Yüzyılın ikinci felâketi olarak geçti.

1990 yılında SSCB dağıldıktan sonra bu birliği oluşturan cumhuriyetler bağımsız olunca, Ahıskalılar adeta ortada kaldı. Daha önce dört cumhuriyette yaşayan Ahıskalılar, bu defa Rusya ve Ukrayna’ya dağıldılar. Bir kısmı Türkiye’ye geldi. 2005 yılında 12.000 civarında bir nüfusu da ABD götürdü ve bu bir avuç halkı 24 eyalete dağıttı.

Türkiye, Ahıska Türklerini Fergana olayları ile tanımaya başladı. TBMM’nin, 1992 yılında kabul ettiği 3835 Sayılı Ahıska Türklerinin Kabulü ve İskânına Dair Kanun’la sınırlı sayıda Ahıskalı aile Türkiye’ye getirildi. Zamanla serbest göç şeklinde bu gelişler devam etti.

Çetinoğlu: Sürgündeki Ahıskalı Türklerin günümüzdeki beklentileri nelerdir?

Dr. Zeyrek: Sürgün hayatının sona ermesi ve halkın kendi vatanına dönmesidir.

Eski Sovyet coğrafyasında ortaya çıkan karışıklıklarda ve her sosyal patlamanın merkezinde, Ahıs-kalıların olabileceği anlaşılmaktadır. Meselâ bunun en son örneğini Kırgızistan’da gördük. İç karışıklıklarda hiçbir dahli olmadıkları halde bir Ahıskalı öldü ve birçok ev yakılıp yıkıldı.

1999 yılında Gürcistan Cumhuriyeti, Avrupa Konseyi’ne yaptığı üyelik başvurusunda Ahıskalıların vatana dönüşleriyle ilgili bir kanun çıkarması şartını kabul etti. Halkımızın varlığını ve milliyetini zaman zaman tartışma konusu yapan Gürcistan, gönülsüz de olsa 2007 yılında bir kanun çıkardı. 2008 ve 2009 yıllarında vatana dönmek isteyen Ahıskalıların müracaatlarını kabul etti. 2010 yılında bu müracaat evrakını inceleyerek 2011 yılında vatana kabul etmeye başlayacağını ilân etmiştir. Bu senenin sonuna yaklaştığımız bu günlerde Gürcistan Ahıskalılardan 75 kişiye resmen vatana dönüş izni vermiştir. Bu çok komik bir durum olmakla beraber hayırlı bir başlangıç olacağını ümit etmekteyiz. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz 2011 yılı, halkımızın tarihinde çok önemli bir dönemeç olacaktır.

Ahıskalılar, bu kadar sürgün ve kırgına rağmen millî kimlik ve ata yurtları hususunda taviz vermemekte, ‘Biz Türk’üz, sürgünden önceki vatanımıza dönmek, viran yurdumuzu şenlendirmek istiyoruz, başka bir emelimiz yoktur.’ demektedirler.

İkinci husus: Bu kadar insanın bugünden yarına vatana dönemeyeceği aşikârdır. O hâlde Türkiye, bu eski vatandaşlarını ve kan kardeşlerini görmemezlikten gelmemelidir. Bugün Anadolu’nun muhtelif yerlerinde nüfusu boşalmış çok yer var. Onları getirip buralara iskân etmelidir. Böyle bir nüfusa acilen ihtiyacımızın olduğu da göz ardı edilemez.

Çetinoğlu: Günümüzde Ahıskalı Türklerden kaç kişi, dünyanın hangi bölgelerinde yaşıyor?

Dr. Zeyrek: Bugün toplam olarak tahminen yarım milyona yakın Ahıskalı Türk nüfusu dağınık olarak şu ülkelerde yaşamaktadır: Nüfus çokluğu sıralamasına gör: Kazakistan, Rusya, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkiye, Özbekistan, Ukrayna ve ABD.

Şu hususa da işaret edelim ki, Türk kamuoyu hâlâ Ahıska ve Ahıska Türklerini yeteri kadar bilmemektedir. Türk medyasının hiçbir kanadı bu meseleye gereği kadar yer vermemektedir. Ne merkez medya ve boyalı basın, ne cemaat medyası, ne hükümete yakın medya… Herhalde üzerinde düşünülmeye değer bir husus da budur.

 

Yunus Zeyrek

1956 yılında Ardahan’ın Posof ilçesine bağlı Yolağzı köyünde dünyaya geldi.

 

1979 yılında Kayseri-Pınarbaşı Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak mesleğe başladı.

 

1988-1994 yıllarında Almanya’nın Münih şehrinde Türk kültür dersleri öğretmenliği yaptı ve bu sırada Türkoloji araştırmalarına devam etti. Almanya ve Avusturya’da konferanslar verdi; Münih’te çıkan Türk gazetelerinde yazılar yazdı.

 

1994 yılı yazında yurda döndü. Bir süre Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunda çalıştı. Bu arada Gazi Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü Halk Edebiyatı Dalında Yüksek Lisans öğrenimini tamamladı.

 

1997 yılında Gazi Üniversitesi Türk Dili Bölümünde göreve başladı.

 

2004-2007 yılları arasında Uluslararası Ahıska Türk Dernekleri Federasyonu Başkanlığı yaptı ve sürgün Ahıska Türklerinin vatana dönüş mücadelesine katıldı. Bu vesileyle Strasburg’da Avrupa Konseyi yetkilileriyle görüştü ve rapor verdi.

 

2004 yılından beri Ankara’da Bizim Ahıska Dergisi’ni çıkaran Zeyrek, Kuzeydoğu Anadolu, Ahıska Bölgesi ve Acaristan başta olmak üzere Kafkasya ve Türk dünyasıyla ilgili araştırma ve incelemeleriyle tanınmaktadır.

 

Dil, tarih ve halk edebiyatı sahasında basılmış kitapları şunlardır:

 

01- Kafkas Yollarında – Hatıralar ve Tahassüsler (Ahmed Refik’ten), Kültür Bakanlığı, Ank. 1981, 1986; Millî E. Bakanlığı, İst. 2001.

02- Posoflu Âşık Zülâlî/Millî Eğitim Bakanlığı, İstanbul 1986, 1988.

03- Dünden Bugüne Ahıska Türklüğü, Frankfurt 1995.

04- Bu Yolda (Şiir), Millî Eğitim Bakanlığı, İstanbul 1998.

05- Dördüncü Sultan Murad’ın Revan ve Tebriz Seferi Ruznâmesi, Kültür Bakanlığı, Ankara 1999.

06- Gürcistan Acaristan ve Türkiye, Trabzon 1999.

07- Yabancılar İçin Türkçe Dil Bilgisi-1, Gazi Üniversitesi, Ankara 2000.

08- Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001.

09- Acaristan ve Acarlar, Ankara 2001.

10- Hanaklı Mazlumî, Ankara 2001.

11- Tarih-i Osman Paşa, Kültür Bakanlığı, Ankara 2001.

12- Ali Akış-Hayatı ve Faaliyeti, Ankara 2003.

13- Posof’un Çizgileri, Ankara 2004.

14- Posoflu Zülâlî, Hayatı Eserleri ve Millî Faaliyeti, Ankara 2004.

15- Sürgünün 61. Yılında Ahıska Türkleri, Ankara 2005.

16- Ahıska Araştırmaları, Ankara 2007.

17- Bu Dosyayı Kaldırıyorum (Ermeni Meselesi), Kum Saati, İstanbul 2007.

18- Amasya’nın Altın Tarihi, Amasya Valiliği.

19- Erzurum’un Kara Günleri/Ermeni Zulmü.

 

bitti

 

 

 

Önceki İçerikSürgünde Yaşayan Halk: Ahıskalı Türkler Bizim Ahıska Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yunus Zeyrek’le ‘Ahıska Dramı’nı Konuştuk.
Sonraki İçerikEğitimin Güvenilir Ellere Teslimi İçin…
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.