Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’de gazetecilik, eski dönemlerde yalnızca gazetecilerin faaliyet gösterdiği bir alan iken, zamanla tüccar ve sanayiciler de gazete sahibi oldular. Şüphesiz, gazetecilik de ticârî bir işletmedir. Fakat gazeteyi, ticari işletmenin baskı aracı, hatta tetikçisi olarak kullananların olduğu biliniyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Abdullah Akosman: Eskiden, gazete sahiplerinin bilgi ve birikimi, onları gazete çıkarmaya sevk ederdi. Gazete sahibi, aynı zamanda gazetesinin başyazarıydı. Başyazarın eğilimi, inancı ve vizyonu, gazetenin genel yayın politikasını belirlerdi. Zaman içinde gazete ve yayın işleri önemli sanayi dalları haline geldi. Gazete sahibinin, gazetecilik ve yazarlık özelliği aranmıyor, o önemli ölçüde finansördür. Tabii ki belli dünya görüşü vardır, ona göre yayın politikası izlemektedir. Zamanımızda gazeteler, siyasi bir güç olarak kullanılmakta, aynı yayın gurubunda farklı fikirlerin savunuculuğu yapılabilmektedir.
Çetinoğlu: Batılı ülkelerin birçoğunda, bir şahsa veya gruba bağlı gazete veya gazetelerin toplam satışlarının, ülkede yayınlanan bütün gazetelerin toplam tirajının % 25’ini aşarsa, sahibi; bu sınırın altına inmek, gazetelerinden birini satmak mecburiyetindedir. Bu düzenlemeyi Türkiye açısından değerlendirir misiniz?
Akosman: Yayın gücünün belli ellerde toplanması, toplumun yönlendirilmesi ve aydınlatılması açısından sakıncalar taşımaktadır. Ülkemizdeki uygulamalarda, aynı guruba ait olmasına rağmen, sözde başka sahipler adına gazeteler de yayınlanmaktadır. Tek şahsın patronajında oluşacak güce ‘Tekel‘ denmesin diye, gizli ortaklara yaptırılan yayın da aslında ‘Kartel‘dir. Şeklen değişik gözükse de özünde bir değişiklik yoktur. Batılı ülkelerin uygulamakta olduğu, yayın sahipliğinde % 25 hissenin muhafazası, iyi kontrol edilebilirse faydalı bir sistem.
Çetinoğlu: Türkiye’de bazı gazete isimleri paylaşılamıyor. Sabah isimli bir gazete yayında iken bir başka Sabah gazetesi yayınlandı. Aynı günde, iki ayrı Tercüman gazetesi yayın hayatına girdi. Siz, daha öne tescil edilmiş ‘Vatan’ ismini kullanıyorken, ikinci bir Vatan Gazetesi çıktı. Bu olayları değerlendirir misiniz?
Akosman: Batı ülkelerinde, her sınaî ürün için patent alınması geleneği yaygındır. Bizde patent alabilmek zor bir süreçten geçilerek yapılabiliyor. Talep edilen isim, aynı sektörde faaliyet gösteren firmalara bildiriliyor ve o firmaların itiraz etme hakkı var. Tescil edilmek istenen isim altı ay süre ile askıda kalıyor. Mesela ‘Vatan‘ markasını alan firma, içinde Vatan kelimesi geçiyor diye ‘Önce Vatan‘ ismine itiraz edebiliyor. Yayınlar için, her ilde kendi Valiliğine başvurarak imtiyaz belgesi alabiliyordu. Bu görev şimdi Savcılıklara verildi. Beyanname veren kuruluş, izin almıyor sadece beyanda bulunuyor. Değişik illerde, aynı isimde gazeteler olabiliyor. Diğer yayınları kapattırabilmek, patent sahibi olmakla mümkündür. Vatan Gazetesi de bizden sonra çıkmış olmasına rağmen, Önce Vatan Gazetesi’ni kapattırma davâsı açmış ve kaybetmiştir. Patent dairesine yaptıkları itirazları da reddedilmiş ve şimdi karar Temyiz aşamasındadır.
Çetinoğlu: Türkiye’de ‘Muhafazakâr kesim’ olarak adlandırılan, millî-manevi değerlerimize saygılı insanların yayınladıkları gazeteler yüksek tiraja ulaşamıyor. Ulaşsa bile tirajını koruyamıyor. Hatta gazete sahip değiştiriyor veya yayın hayatından çekilmek mecburiyetinde kalıyor. Hâlbuki milletimizin kahir ekseriyeti millî-manevi değerlerimize saygılıdır. Onlar gazete okumuyorlar mı, yoksa onlara hitap edecek gazete hazırlanamıyor mu? Söz konusu olumsuzlukların kabul edilebilir bir açıklaması var mı?
Akosman: Sizin de ifâde ettiğiniz gibi Türk Halkı’nın büyük çoğunluğu, millî-mânevî değerlere saygılı bir topluluktur. Maalesef halkımızın okuma alışkanlığı yoktur. Türkiye’de abone sistemiyle en yüksek satışa ulaşan gazetenin, gazete tezgâhlarındaki satışı 15.000 geçmez. 600-800.000 tiraja, ancak aboneye dağıtarak ulaşabiliyorlar. Bugün ve Milliyet gibi gazeteler, 10.000’lerce gazeteyi havaalanları ve benzin istasyonlarında ücretsiz dağıtarak, gazetelerini daha geniş kitlelere ulaştırmaya çalışıyorlar. Bir zamanlar Zaman Gazetesi’nin sahibi, eski İçişleri Bakanları’ndan Dr. Faruk Sükan idi. Benim şirketim de bu gazetenin İstanbul dağıtımını sağlıyordu. Sayın Sükan devamlı şikâyette bulunuyordu. ‘Şu kadar partili (Demokratik Parti) üyemiz var, bu gazetenin tirajı neden bu kadar düşük…’ diye. Bol resimli, renkli ve sansasyonel haberler yapan gazeteler daha çok satılıyor. Sadece satılıyor, okunuyor anlamına gelmez. Çünkü vatandaş gazete bile okumuyor, fotoğraflara göz atıp gazeteyi bırakıyor.
Çetinoğlu: Gazetelerin yazdıklarından değil, yazmadıklarından para kazandıkları söylenir. Bu söylentiyi yorumlar mısınız?
Akosman: Gazeteciliği şantaj vasıtası olarak kullanan, sözüm ona meslek mensupları da yok değildir. Onlar kişilerin ve kurumların açıklarını yakalar, hazırladıkları haberi önce ilgiliye gönderir, yayınlanıp yayınlanmayacağına ilgilinin karar vermesini beklerler. Bu işlere bulaşanlar, mesleğin yüz karası kişileridir. Basın dördüncü kuvvet olarak gücünü toplum yararına kullanmalıdır. Basının aslî görevi, kamuoyunu aydınlatmaktır. Bu tür gazeteler, yayınlamadıkları haberlerden de para kazanabilirler, doğrudur.
Çetinoğlu: Köşe yazarları bir anlamda fikir satıyorlar. Yani akıl veriyorlar. İstenmeden verilen akıl, hem vereni hem de akıl verilen kişiyi küçük düşürür. Buna rağmen köşe yazarları yazmaya devam ediyorlar. Demek ki sattıkları aklın alıcısı var. Bir paradoks yaşanıyor. Nasıl ve niçin böyle oluyor?
Akosman: Vatandaşın sadece haberleri okuyarak, olayların perde arkasını değerlendirmesi zordur. Yazarlar bu konuda birer rehberdir. Bu karmaşık labirentleri anlayabilmek ve oradan sağlıklı çıkabilmek için, kişiliğine güvendiğimiz yazarların yorumlarına ihtiyaç vardır. Toplumun değer yargılarını kökünden sarsmak isteyen yazarlara son zamanlarda sık sık rastlanmaktadır. Bilgi kirliliği ve beyin yıkama operasyonları birer planın parçaları olabilir? Halkın sağduyusu ile bu kaostan çıkılacağına inanıyorum.
Çetinoğlu: Devletin kâğıt üretiminden çekilmesi basın dünyamızı nasıl etkiledi?
Akosman: Gazete ve basılı yayınların en önemli hammaddesi kâğıttır. Devletin kâğıt üretim sektöründen çekilmesi çok önemli bir konudur. Bir dönem Basın’ın kullandığı kâğıt subvanse ediliyordu. Bu destek yayın organlarının yaşamasında hayatî önem arz etmekteydi. Modaya uyarak, Devlet kâğıt sektöründen çekildi. Özelleştirilen bu kuruluşlar, hâlen istenilen kalitede kâğıt üretemiyor. Önemli ve stratejik sektörlerde Devletin kalması iyi olurdu ama hastalığa yakalanmış gibi çok önemli kurumlar, yok pahasına elden çıkarıldı. Kâğıt maliyetleri kadar, resmî ve özel reklâm gelirleri de Basın için hayatî konulardan biridir. 2 Ocak 1961’de kurulan Basın İlan Kurumu, resmî ilanların tarafsız olarak, tirajları esas alınarak basına yansıtılmasına vasıta olmaktadır. Basın İlan Kurumu, kurulduğu tarihten beri tarafsız ve şaibeden uzak çalışan ender kurumlardan biridir. 1960 öncesi ‘Besleme Basın‘ dedikoduları ayyuka çıkmaktaydı. Basın İlan Kurumu bu tabuları yıkan kurum olmuştur.
Çetinoğlu: Basın dünyasının sansür baskısından kurtulması ile oluşan ortamı değerlendirir misiniz?
Akosman: Basında sansürün kaldırılışının 102. yılına ulaştık ama basını sansürleme hiçbir zaman tam olarak ortadan kalkmadı. Sansürün gerçek anlamda kalkabilmesi o ülkenin hukuk anlayışıyla bağlantılıdır. ‘Hukuk Devleti’ ilkelerini özünde benimseyemeyen iktidarlar, her vesile ile basına baskı uygulamayı sürdürürler. Eleştiriye olumlu ve hoşgörülü bakabilmek önemli bir erdemdir. Bunu başarabilen yönetimler pek enderdir. Düşünce özgürlüğü ve bu düşünceleri kamuoyuyla paylaşma vasıtası olan basını, eylemci gibi görmek sansürcünün en zayıf noktasıdır. Basında güçlü oto kontrol sistemi kurulmalıdır. Son yıllarda ülkemizde oluşan bazı sorumsuz basın kuruluşları görülmektedir. Ülkemizin saygın kuruluşlarına pervasızca saldırılmaktadır. Bu tür basın kuruluşları, yargı önünde hesap vereceklerdir ama attıkları çamurun izi kalmaktadır. Hiçbir ülkede, kendi değerlerine saldıran bu tür dış odaklarca beslenen bir basın olamaz. Sansür yoluyla değil ama basının oluşturacağı etkin oto kontrol sistemiyle bunlar engellenmelidir. ABD’deki ikiz kuleler olayının basına olumsuz yansımasını hangi güçler önledi? Ülke menfaati için kontrol sistemi de şart. Çetinoğlu: Fikir ve düşünce hürriyeti olmasına rağmen hapiste olan gazeteciler var. Hürriyetler kötüye mi kullanılıyor, gizli bir baskı mı söz konusu? Akosman: Düşünce suçlularının, özgürlüklerinin sınırlandırılması, sansür anlayışının farklı uygulama şeklidir. Düşünce suçlarına, eylem suçu gibi yaklaşılması, bu olumsuz sonuçları doğurmaktadır. Son yıllarda ülkemizde oluşan sokak terörüne daha ılımlı yaklaşılırken, basının eleştirisi terör suçu gibi algılanmaktadır. Toplumda bir sindirme operasyonu, sistemli bir şekilde uygulanmaktadır. Düşünenler, düşüncelerini açıklamaktan kaçınmaktadır. Korkutucu bir baskı söz konusudur.
Çetinoğlu: Basın sektörünün; yasama, yürütme ve yargı güçlerinden sonra ‘Dördüncü Kuvvet’ olduğu söylenirdi. Öyle dönemler yaşandı ki, basının ‘Birinci Kuvvet’ olarak düşünülmesi gerektiği belirtildi.Günümüz basınının güç kaybettiği gözlemleniyor. Sebeplerini yorumlar mısınız?
Akosman: Toplumu yönlendirmede, basının etkin gücü göz ardı edilemez. İktidarların baskısı karşısında, basının özgürlüğü daha da anlam kazanmaktadır. Yasama erkinde ezici çoğunluğu ele geçiren iktidarlar, yargıyı da kontrol altına almaya çalışmaktadır. Ülkemizde sıkça tartışılan ‘yandaş yargı‘ veya kontrol altına alınmış yargı tehlikesinden bahsedilmektedir. Yargıya bağlı adlî güvenlik gücü olmadığından, yargı görevini ifa ederken, yürütmenin emrindeki kolluk gücünden gereği gibi yararlanamıyor iddiaları yaygın durumdadır. Yargının etkisizleştirilmesi durumunda, basının ‘Birinci Kuvvet‘ olarak algılanması büyük önem arzetmektedir. Yargının siyasileşmesi tehlikesi, basının da güç kaybetmesine yol açmaktadır. Basın tarafsız ve objektif görevini yerine getirebilmesi için, bağımsız ve tarafsız yargıya ihtiyacı vardır. Basının eleştiri odağında her zaman iktidarlar vardır. İktidarın hışmından basını koruyacak olan ancak bağımsız yargıdır. Yargının üst kuruluşu yürütmeye (Adalet Bakanı) bağlı olursa, yargının tarafsızlığı tehlikeye girer.
Çetinoğlu: Televizyon, gazetecilik sektörünü ne yönde etkiledi?
Akosman: Yazılı basının, televizyonlarla yarışması mümkün değildir. Haber verme önceliği açısından televizyonlar hayli şanslıdır. Okuma alışkanlığı düşük olan ülkemizde, sadece TV izleyerek haber ihtiyacını karşılayan kesim önemli bir kitleyi oluşturmaktadır. Haberleri derinliğine değerlendiren gazetelerdeki yorumlardır. Bu ihtiyaç nedeniyle TV’ler gazetelerin yerini tutamaz. Televizyonların gazete tirajlarına olumsuz etkisi inkâr edilemez.
Çetinoğlu: Günlük gazete ile haftalık haber-yorum dergileri rekabetini yorumlar mısınız?
Akosman: Haber-yorum dergileri daha entelektüel okurlara hitap etmektedir. Günlük gazetelerde de yorumcular az değildir. Bu nedenle, gazetelere karşı haftalık veya aylık fikir dergilerinin mücâdele gücü zayıftır.
Çetinoğlu: Gazetelerdeki erotik resimlerin tiraj üzerindeki etkileri nedir, neden?
Akosman: Toplumun önemli kesimi gazetelerdeki erotik resimlere karşı çıksa da sessiz kitleler bu tür gazeteleri izlemektedirler. Ülkenin kültürel durumu ve cinselliğe yaklaşım açısı, erotik yayın istismarcılarına fırsat sağlamaktadır. 45 yıldır yayın dağıtımı hizmeti veren bir şirketimizin istatistik verilerinden hareket ederek, enteresan bir konuya açıklama getirmek istiyorum. Erotik içerikli yayınlar, ülkemizin daha çok muhafazakâr bilinen illerinde en yüksek tiraja ulaşmaktadır. Evet kendilerini baskı altında hisseden insanlar, erotik yayınlara daha çok ilgi gösteriyor.
Çetinoğlu: ‘Sorumlu gazetecilik’ kavramını yorumlar mısınız?
Akosman: ‘Sorumlu gazetecilik‘ toplumda yerleşmiş objektif ahlak kurallarının, gazeteciler tarafından özümsenmesi ve tarafsızlık ilkeleri doğrultusunda uygulanmasıdır. Her meslek gurubunun hatta kurumların, belirlenmiş ‘etik kuralları‘ olmalıdır. Toplumun ahlak kurallarının en etkin şekilde uyulması gereken mesleklerden biri de gazetecilik sektörüdür. Gazeteci, kendi veya patronunun çıkarları yerine, toplumun çıkarlarını ön planda tutmalıdır. Sorumlu gazetecilik bunu gerektirir.
Çetinoğlu: Gazetecilik sektörü ile ilgili idari ve hukuki düzenlemelerle ilgili düşüncelerinizi ve nasıl olması gerektiği konusundaki görüşlerinizi alabilir miyim? Akosman: Gazetelerin en önemli problemi maliyet problemleridir. Kâğıdın, kalıbın ve boyanın daha uygun temin edilebilmesi. Maliyet kalemleri arasında, matbaaların elektrik sarfiyatı da gelmektedir. Mali yükleri azaltılan gazeteler daha objektif ve daha tarafsız yayın yapabilirler. Gazetelerin ülke genelinde dağıtımı da çok önemli bir konudur. İki büyük basın kuruluşunun sâhip olduğu dağıtım şirketleri, diğer gazeteleri esir almış durumdadır. Her yayın organına, farklı maliyet çıkarıp, farklı dağıtım ücreti almaktadırlar. Sayın Ecevit döneminde, Devlet Dağıtım Ofisi kurulmuştu ama verimli olamadı. PTT veya diğer kuruluşlar da bu konuya el atamıyor. Tüm basının kaderi iki dağıtım şirketinin elindedir. Gazete satış noktaları, bu iki şirkete sözleşmelerle bağlıdır. Üçüncü bir şirketten yayın almaya çekiniyorlar. Rekabet Kurulu Başkanlığı, geçmişte Uzan Gurubu gazeteleri sebebiyle, mevcut iki dağıtım şirketini cezalandırmıştı ama ayni bayilere dağıtım yapabilmesini sağlayamamıştı. Sektörle ilgili idari ve hukukî alanda yapılması gereken hayatî düzenlemelere ihtiyaç vardır.
ABDULLAH AKOSMAN
1946 yılında Trabzon’un Of ilçesinde doğdu. Hayrat İlkokulu’nu, Of Ortaokulunu, Trabzon Lisesi’ni bitirdi. 1965 yılında İstanbul’a yerleşti ve Milliyet Gazetesi’nde idarî kadroda çalışmaya başladı. 1966-1970 arası İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu.
1970-1974 arası İstanbul İktisadî İdarî Bilimler Fakültesi Gazetecilik Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 1967-1971 yılları arasında Bugün Gazetesi’nde sanat köşesi yönetti. Daha sonraki yıllarda Sabah ve Hâkimiyet Gazeteleri’nde çalıştı.
1976 yılında askerliğini kısa dönem Yedek Subay olarak tamamladı.