Güç ve Yeteneklerimizi Kullandırmada Ölçülü ve Dengeli Olmak

87

1972 li yıllarda Bucak Lisesi orta kısımda okurken, resim iş öğretmenimiz Eser KÖPRÜLÜ bizlere bir dönem ödevi vermişti. 15 gün içinde bir saz yapıp ondan not alacaktık.

Yaşımız henüz 12-13. Hoca gayet ciddiydi. Sömestri tatiline girdik. Hani önceleri bir tatil rehaveti çöker ya öğrencilerin üzerine. Tatilin bitmesine ramak kala ödevler sıkışır. Üstelik yalnızca resimden değil, diğer bütün derslerden de yapılacak ödevler var.

O yıllardaki dahi  oldukça sorumluluk sahibi bir öğrenci idim. Tatile girdiğimiz andan itibaren sazın neden, nasıl, ne zaman yapılıp yetiştirebileceğimize dair tedirginliğim an be an sürdü.

Malum sömestri tatili şubat ayında oluyor. Bu ödev yapılacak. Mevsim kış her yer çamur ve soğuk. Bir kaç arkadaş elimize kocaman bir balta aldık 3-5 km. Uzaktaki ovanın yolunu tuttuk. Ovadaki kocaman dut ağaçlarının birinden saz yapılabilecek nitelikte bir dalı keseceğiz saz yapmak için.

Kış günü, günler oldukça kısa. Ovaya bahçeye varmamız öğleden sonrayı buldu. Her tarafımız yaş ve çamur. Dut ağaçları çok yüksek, ayaklarımız kayıyor. Ağacın üzerine çıkacaksın, balta ile büyük bir dalı keseceksin ve bu işi düşmeden, sakatlanmadan, yaralanmadan yerine getireceksin. Olacak bir iş değil.

Ama vazife var, ödev var. Görev kutsal, yerine getirmemiz lazım. Birimiz güç bela ağaca çıktık. Başladık dalın birine baltayı vurmaya. Ama vuran arkadaşımız yüreğimizi ağzımıza getiriyor. Düştü ha düşecek, ayağı kaydı ha kayacak, balta elinden fırladı ha fırlayacak.

Hava kararmaya başladı. Aldı bizi bir telaş ve korku. Büyüklerden birileri görse ne yaptığımızı sorduğunda vereceğimiz cevaba inanması çok zordu. Öyle bir ödevin verileceği kimsenin aklına gelmezdi.

Elimizde fener, ışık benzeri hiç bir şey yok. Ağacın dalını yaraladık ama kesemedik. Ağaçdaki arkadaşımızı güç bela düşürmeden ve yaralamadan aşağıya indirdik ve Bucak’ın yolunu tuttuk.

Yolda görenler o balta ile ne yaptığımızı veya yapacağımızı soruyorlar. Verdiğimiz cevaba hiç birisi inanmıyorlardı. Yatsı ezanında sonra bin bir güçlükle evlerimize vasıl olabildik. Ama ebeveynlerimize bu gecikmenin sebebini gerçekçi olarak anlatabilmemiz çok zordu.

Dayak yedik mi, yemedik mi hatırlayamıyorum. Ama azar işittiğimizi dün gibi hatırlıyorum.

Okullar açıldı. Dürüstlük başa bela!. Korka korka okula gittik. Çünkü hiç birimizin elinde ödev olarak yaptığımız saz yoktu. Ağacın dalını dahi kesememiştik ki. Teknesini nasıl oyacağız? Sapını nasıl yapacağız? Sapı ile gövdeyi nasıl yapıştıracağız? Gövdeyi nasıl incecik malzeme ile kapatacağız? Tellerini nasıl takacağız? Tel bağlama burgularını nasıl yapacağız ve yerleştireceğiz?

Bırakın 12 yaşındaki bir ortaokul öğrencisini, yaşı kemal olsa dahi, üzerinde yıllarca çalışarak usta olmayan ve gerekli alet ve edevata sahip olmayan hiç bir kimsenin sazı yapabilme ihtimalinin olmadığı ortada. Daha ayarını ve düzenini söylemiyorum.

Bir tesellimiz vardı ki, hiç kimse o ödevle ilgili okula bir saz örneği getirmemişti. O günün aklına göre, yapılmış bir sazı biz yaptık diye götürmeyi deneyenler olabilirdi.

Hocamız hani sazlar diye şaka ile karışık bizlere sordu. Yapamadık dedik. Başımızdan geçen andrenalin dolu maceraları anlattık. Bazıları da demez mi ki, siz manyak mısınız, bizim saz yapabilmemiz zaten mümkün değildi, hoca bize şaka yaptı. İyi de şakanın belirli bir süre sonra kendini açığa çıkarması gerekmiyor muydu?

Hiç telaş yapmayanlar, ödevin şaka olduğuna hükmedip kıpraşmayanlar, birçok konuda bizden karlı çıkmışlardı. Ödevi yapma ve yetiştirme stresi yaşamadılar, hiç bir eylemde bulunmadılar ve üstelik bir de bizimle dalga geçtiler.

Hocamız da gülümseyerek bizlere alaylı alaylı bakmaz mı? Ben sizi denemiştim bakalım ne yapacaksınız diye…

Demek ki, görev ve sorumlulukta mükemmeliyetçi olmak, bazen insanı dalga geçilir duruma getirebiliyormuş. Bazen umursamayanlar, ciddiye almayanlar, dalga geçenler; “sürünün geriye döndüğünde en uyuzlarının öne geçmesi” gibi, anlaşılması güç bir durumla karşı karşıya kalınabiliyormuş.

Öğrencilerin güç ve yeteneklerinin paraşüt gibi açılması için, öğretmenlerimizin pedegojik yöntem ve stratejileri kullanmaları modern eğitim teknikleri açısından oldukça önemlidir. Fakat hiç bir mesafe kat etme imkânı olmayan, gerçekleştirilmesi hemen hemen imkansız olan bir vazife veya ödev, sorumluluk ve ciddiyet sahibi öğrencilerin psikolojilerini darmadağın ederken, sorumsuz ve ciddiyetsizleri ise, zafer kazanmış konuma düşürebilmektedir.

Öğrencilerin güç, yetenek ve çabaları ölçüsünde mükemmelin yanından dahi geçemeden, yarım yamalak dahi olsa, ödevin gerçekleştirilmesi, öğrencilerin kapasitelerini, görev heyecanlarını, cesaretlerini, azimlerini ve sorumluluk duygularının ölçmek bakımından büyük önem arz eder.

Bundan sonrasında hocaya büyük iş düşer. Öğrencilerin yaptıklarını derecelendirir, kendi mi yaptı? Başkasına mı yaptırdı? Emek verdi mi, yoksa hazır mı satın aldı? Gibi sorular değerlendirilir ve öğrencilerin emekleri, güç ve yeteneklerini ortaya koyma becerileriyle, sorumluluk duyguları test edilebilir.

Ama Eser hoca bizlere resmen gavur eziyeti çektirdi. Başarma imkânı asla olmayan bir ödeve çaba harcama, korkuların pik yapması, telaş ve paniğin bizi sarmalaması, üstüne üstlük tembeller tarafından dalga geçilmesinden dolayı, ben Eser hocanın hocalık yeteneğine şimdi sıfır veriyorum.

Sen ne kadar anlatırsan anlat, karşıdakinin anladığı kadar başarılısındır. Her kademede, her yaşta, her işte, her ustalıkta veya çıraklıkta, verilen görev ve sorumluluğun yapılabilirliği ve uygulanabilirliğine dikkat edilmelidir. Kişinin o yaştaki becerisi, ustalığı, çıraklığı, kapasitesi, tecrübesi, anlama yeteneği, verilen zamanın kalitesi, alet ve edevatın niteliği, kişinin niyeti, emri verenin niyeti vb. faktörler çok önemli bir şekilde dengelenmelidir.

Çalışanların, tecrübelerinin farklılığı, fiziksel şartların özellikleri, görevin nitelikleri göz önüne alındığı zaman, bir işyerinde, okulda veya  ailede eşitlik değil; adaletli hükmetmek daha büyük bir önem arz etmektedir.

Ailede 20 yaşındaki delikanlı ile 12 yaşındaki küçük kardeşten aynı iş verimini veya başarıyı beklemek safdillik olur. Bir öğretmenin çok zengin bir öğrenci ile çok fakir bir öğrenciye maliyetli bir ödevde eşit davranması, adaletsizliği doğurur.

Bir fabrikada her türlü imkân ve zenginliğe sahip bir işçi ile öksüz büyümüş, evi barkı olmayan hasta veya özürlü çocukları olan bir işçiden eşit başarı ve verim beklemek; eşitlik adına doğru gibi görünse de, adaletin ayaklar altına alınmasıdır.

Öğrencilere ve çalışanlara verilecek olan her türlü görev ve sorumluluklar, yetenekleriyle, sosyal ve psikolojik durumlarıyla, aile huzurlarıyla, işyerinin fiziksel şartlarıyla, sağlık ve kalite unsurlarının özellikleriyle, zaman baskısıyla, tecrübe seviyeleriyle, motivasyon düzeyleriyle, sorun çözme yaklaşımlarındaki duyarlılık ve bilgileriyle ölçülü ve dengeli olmalıdır.

Aksi halde, beklenen verim ve başarı ortaya çıkmayacağı gibi, hiç hesapta olmayan nur topu gibi yeni problemler de, amip gibi çoğalacaktır.

Selam, sevgi ve dualarımla…   Allah(cc)a emanet olunuz…

3 Mart 2015 Salı. Saat: 20.00 Antalya