Habersizler Kolonisi

97

“Kırık Kalemden Damlalar”

Aziz dostum; Sana bir insan olarak tam bağımsız ve özgür olduğunu söyleseler de buna sakın inanma.                                                                                                                                                                          
Bu laflar senin ruhunu okşa da temelde yaradılışına terstir. Zira kâinatın Sahibi seni hapsettiği/sana bahşettiği dünya denen bu gezegende ana rahmine düştüğün andan kırk gün sonra mutlak özgürlüğünü kaybetmektesin.                                                                                                                     
Düşün ki deniz kenarında vücudunun her santimetre karesine yetmiş altı kilogram basınç yani yük taşıyan bir kimsenin özürlükten bahsetmesi ne derece doğrudur.                                  
Doğduğunda seni sarmalayacak ebeye, kucaklayıp, emziren anaya daha ilk andan itibaren muhtaçsın. Hiç muhtaç olanın bağımsız olması mümkün müdür.                                          
Bağımsız olmanın tek kuralı bir başkasına muhtaç olmamaktır. Senin, “SEN” olman ruhunun yaratılmış olmasıyla başladığından, bu nedenle işin başında muhtaç bir kimse olduğun ortaya çıkmaktadır.                                                                                                                                                           
Kulağa tınısı hoş gelen, insanın duygularını okşayan sloganlar görünüşte gerçekmiş gibi algılansa da sadece yanıltıcı algıda kalmaktadır. İnsanın doğuştan özgür olması da böyle bir şeydir.
Mutlak manada özgür olduğunu düşünen insan, cennetten kovulan kibirli şeytanın akıbetine uğrar ki neticede cari hesabı zararla dolar.                                                                                                  
İnsan, sosyal yapı içinde kabul edildiği oranda özgürdür. Bu özgürlük mutlak özgürlük değildir. Demagojik anlayış olan (laf ebeliği) mutlak özgürlük Batı kaynaklı düşünce tarzının nakıs yansımasıdır. Aslında kul olan insanı anlatmaktan oldukça uzaktır.           
Batı düşünce tarzında, “felsefesi”nde insan, ya topluma kurban edilmiş, yada toplum insana. Bu nedenle insanın en değerli varlığı olan “akıl” konusunda yanlış temeller atılmıştır.  Batı toplumunu şekillendirenlerden Descartes aklı gayeler üzerinde düşünmeyi dışlarken, Auguste Comte pozitivizm düşüncesiyle olgular ve kanunlar boyutunu ele almış, Spiritüalizmciler ise daha ileri giderek hayaller bileşkesi olarak aklı görmüşlerdir.          
Oysa; Yaratılmış diğer canlılardan insanın belirgin farkı, kendisine verilen zekânın yanında aklının da var olmasıdır. Zekâ kavrama, akıl ise muhakeme kabiliyetidir.
Muhakeme düzenli sebep, sonuç ilişkisi kurabilmektir. Buna istidlal yapabilme melekesi denir.   Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim birçok ayetinde muhakeme yapmamızı emretmekte ve bizi uyarmaktadır. Aklı kullanmayı bu kadar açık ifade eden, başka bir din dünyada yoktur.
İslâm dinindeki “İnsan” anlayışı, ferdi (Kulu) bütün yönleriyle kuşatmıştır. Kul kavramını iyi anlamak gerekir, kul olmak köle olmak değildir.                                              
Allah’a Kul olmak insanoğluna bahşedilmiş en büyük lütuftur. (Kısmet olursa bu kavramı ileride da ele alacağım.)        
Burada  insan  oğlu yalnız başına bırakılmamıştır. İslamiyet insanın mutlu olabilmesinin bütün temel şartlarını ortaya koymuştur. Bu nedenle onu ölçüler içinde görmek istemektedir. Buna ahkâmı takvim denmektedir. Batının tespitleri arasındaki  “altın oran”  ölçüsünü de bu şekilde anlamak ve anlaması lazımdır.     
Özgür insan kavramı (mutlak manada) çok iddialı ve gerçekle bağdaşmayan bir kavramdır. Her gün kırda bayırda insanın karşılaşıp da görmediğimiz veya görmezden geldiğimiz bir tek karınca kadar bile hüküm ve sorumluluk sahibi değiliz. Bir karıncanın gücü onlarca insanınkinden fazla olduğunu düşünmek insanı doğru terazide tartmak için yeterlidir.                                                                               
Bir tek karınca kadar gücü olmayan, sosyal sorumluluk kaçma eğiliminde olan günümüz insanının benliğinden uzaklaşıp, kendisini fildişi kuleye gönüllü hapsettiğinin farkına varması gerekir.

C:Documents and SettingsmicrosotDesktopKARINCA.jpg

Bir rezidansın(dükkanlı apartman) kırkıncı katındaki terasta bir kuş sütü eksik misali sofrada Ramazan orucunun  iftarını açan inansın,kırk kat yerin altındaki kömür madeninde soğan,domates ile iftarını açan insanı o an aç haliyle  düşünmesi ne derecede mümkündür bileyiz.                              
Kırkıncı katta iftar açanın sekiz- on yaşındaki çocuğunun elinde oyun oynadığı akıllı cep telefonun parasıyla iki işçinin bir aylık ücretine denk geldiğini kaçımız aklımıza getirmekteyiz.                
Oysa bir karınca kendi kolonisinden her an haberdar olup, bunu hiç aksatmamaktadır. (Neml Suresi, 18)    
Yargılar çağdaştır. Biz yarını yargılayamayız. Biz bu günün insan topluluğuna habersizler kolonisi dersek ifrata kaçmış olur muyuz.?                                                           
Takdir düşünceye kalmıştır. Saygılarımla.