Balkanlar Türk idaresinden çıktığından beri kargaşası dinmeyen çetin bir coğrafya. Çeşitli milletlerin, alt grupların ve inançların küçük sayılabilecek bir alanda iç içe yaşadıkları bu yarımadada istikrar ve huzuru sağlamak oldukça zor.
Söz konusu karışık bölgede huzur ve güven, ya şimdiye kadar olduğu gibi dışarıdan gelen egemen bir gücün varlığı ile sağlanmaya devam edebilir (bu durumda tarih şahittir ki, söz konusu egemen güç zayıfladığı anda, kan ve vahşet Balkanlara bütün şiddetiyle geri dönüyor) ya da bölgede yaşayan milletler bir arada yaşamayı öğreneceklerdir…
Evet, bu zor ama imkânsız bir çözüm değildir!
Balkanlarda tarih boyunca Romalılar, Hun Türkleri, Peçenek Türkleri, Bizans, Osmanlı Türkleri, SSCB (Rusya) ve son olarak da ABD; bölgede bir nevi istikrarı sağlamış ve sağlamaya devam ediyor. Ancak NATO’nun yani ABD’nin bugünkü gücünün ortalama on yıl içinde Balkanlardan çekildiği anda; ne olabileceğini kimse düşünmek bile istemez öyle değil mi? Gerçi ABD’nin varlığı sayesinde bölgede kan akması durmuştur. Doğru.
Fakat diğer yandan Balkanlar’da müthiş bir asimilasyon politikası başlatılmıştır. Kültür emperyalizminin en alası bölgede uygulanırken diğer yandan da coğrafi yapının kontrol altında tutulabilmesi için böl – yönet politikası uygulanmaktadır. Bu kapsamda mikro milliyetçilik ve etnik, dinsel, mezhepsel ve lehçe farklılıkları körüklenmektedir. Misyonerlik faaliyetleri ise sıradanlaşmıştır. ABD, bölgede güçler dengesi politikasıyla ‘şimdilik’ vahşeti durdurmuştur. Ama bu güç dengesi bozulduğu anda neler olabileceğini ve dostların bir anda nasıl düşmana dönüşebileceğini tarih göstermektedir. ABD yönetimleri, Saddam Hüseyin ile İran’a karşı müttefik iken on yıl sonra idam etmiş; Usame bir Ladin’i SSCB’ye karşı kullandıktan sonra öldürmek için fellik fellik aramış ve katletmiştir.
Bugün için Kosova’yı destekleyen ABD; yarın Almanya veya Rusya ile antlaşıp bölgeyi Sırpların insafına terk edebilir. Bu durumda bölge insanının yine tek umudu Türkiye olacaktır.
Diğer yandan şu andaki can güvenliği ortamının NATO yani ABD bölgeden çekildikten sonra ise tamamen ortadan kalkacağı malumdur.
Gelecek de, bir gün gelecektir!
Öyleyse, geleceğe karşı hazırlıklı olmak gerekir.
Balkan yarımadasında kimler yoktur ki?
Ana unsur olarak aslında bölgede 4 millet yaşıyor. Bölgede adlandırılan diğer millet ve devletler ise bu ana milletlerin alt unsurları. Üstelik bu alt unsurlar da hızla daha alt unsurlara ayrılmaya devam ediyorlar…
Bölgede yaşayan alt etnik unsurlarla ilgili konular o kadar girift bir hal almış ki; din, mezhep, dil ve antropolojik ırk kavramları hepsi birbirine girmiş. Bu nedenle alt unsur olan milletler en kısa sürede üst kimliklerinde bir araya gelmek zorundadırlar. Aksi durumda ABD’nin önümüzdeki on yıl içinde Rusya karşısında geri adım atıp kendi kıtasına çekildiğinde ya da Rusya ile antlaştığında yarım adada yeniden yaşanması muhtemel katliamları ve soykırımları ‘Türkiye hariç’ hiçbir güç engelleyemez.
Türkler, Slavlar, Latinler, Germen (Alman) soylular ana unsurlar olarak Balkanlara dağılmış vaziyettedir.
Bölgenin en eskisi olanlar ise Türkler ve Latinlerdir.
Slavlar, Hun Türklerinin önünden kaçarak bölgeye gelmişler. Almanlar ise esas olarak Osmanlı’nın yıkılma döneminde kuzeyden güneye sarkmışlardır.
Ancak buna rağmen Balkanlar etnik unsurlar müzesi gibidir…
Bakın sadece bölgedeki (kabul etseler de etmeseler de) Türk soylu unsurları kısaca listelediğimizde ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayabileceksiniz:
1.Osmanlı döneminde bölgeye yerleşen çoğu Konyalı Oğuz Türkleri,
2.Kırım Hanlığı yıkılınca kaçıp gelen Tatar Türkleri,
3.Peçenek Türkleri’nin devamı olan Pomaklar,
4.Oğuz soylu olmalarına rağmen Türkçe’yi konuşamayan Torbeşler
5.Oğuz soylu olmalarına rağmen Hıristiyanlaşmış ama Türk olduğunun henüz bilincinde olan Gökoğuzlar (Gagauzlar)
6.Türk soylu olmalarına rağmen dinleri ve dillerini yitirmiş, Türklükle alakası kalmayıp Slavlaşmış ve Germenleşmiş Macarlar. (Ancak şu anda Macaristan’da yoğun bir öze dönüş hareketi olduğunu da vurgulamak lazım)
7.Türk soylu olmalarına rağmen dinleri ve dillerini yitirmiş, Türklükle alakası kalmayıp Slavlaşmış Bulgarlar.
8.Cumhuriyet döneminde mübadele ile orta Anadolu’da yaşarken Yunanistan’a gönderilen Hıristiyanlaşmış ama dillerini kaybetmemiş Karamanlar (Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelip yerleşen ve Bizans baskısı ile Hıristiyanlaştırılan Oğuz Türkleri)
9.Kıpçak ve Kuman Türklerinin Avrupa’ya akınları ile gelip bölgeye yerleşmiş, Bogomil adını almış, zamanla Slavlaşmış ama Osmanlı döneminde İslamiyet’i yeniden kabul ederek Avrupalılar tarafından ‘Türk oldu’ diye nitelendirilen Boşnaklar.
10.Hunlarla birlikte bölgeye yerleşen Latinler ve Slavlarla karışarak dil özelliklerini kaybeden, Osmanlı döneminde yeniden İslamiyet’le tanışarak ¾’ü Müslüman olan Arnavutlar.
Ve daha adını şurada sayamadığımız niceleri…
Düşünün ki bunlar sadece antropolojik olarak Türk soylu olan Balkanlardaki etnik unsurlar.
Bir de Latin, Slav ve Germen soylu milletlerin alt unsurları var.
Tahmin edebileceğiniz gibi liste uzar durur…
Ve hatta kültür mühendislerince halen Balkanlarda yeni alt etnik unsurlar adeta yaratılıyor da zaten…
Şu anda bölgede ABD’nin askeri gücü sayesinde geçici bir istikrar sağlanmıştır. En azından kan dökülmesi azalmıştır. Balkanlara konuşlanmış bulunan NATO kuvvetleri (ki Türk Ordusu da bölgede çok önemli bir güç olarak görev yapmaktadır) şu an istikrarın teminatıdır.
Ancak Putin Rusya’sının Balkanlar’a yönelik derinden gelen hareketleri ve ABD’nin buna karşı yetersiz kalışı ile Afganistan ve Irak’ta saplandığı bataklıktan geri çekilişi ve askeri yönden yıpranması, NATO’nun ana gücünü oluşturan Amerikan askerlerinin bölgede daha uzun müddet dengeyi sağlaması ihtimalini hızla zayıflatmaktadır.
NATO güçlerinin ki buna Türkiye de dâhildir. Bölgeden çekilmesi ise Slav unsurların Rusya’nın desteği ile birlikte özellikle Türk ve Müslüman soylu milletlerin üzerine yeni bir soykırım politikası ile gelmesini sağlayacaktır.
Böylesi bir durumda Türkiye’nin soydaşı ve dindaşı olan milletlere karşı sistemli bir soykırım yürütülmesine karşı sessiz kalması düşünülemez. Aynı zamanda AB’yi hegemonyasına almış bir Almanya’nın da Hırvatlar ve Slovenler gibi akraba topluluklarına karşı bir soykırıma sessiz kalması da mümkün değildir.
Bölgedeki üç büyük güç olan Rusya, Türkiye ve Almanya’nın karşı karşıya gelmesi ise büyük bir ‘Dünya Savaşı’nın temelini oluşturur.
Bu nedenle Türkiye, o döneme kadar kesinlikle kendi askeri gücünü dış bağımlılıktan kurtarmak zorundadır. Kendi tank, uçak ve savaş gemilerini, denizatlılarını dünya standartlarının çok üstünde bir başarı ile üretmek zorundadır. Aksi halde Balkanlardaki dost ve akrabalarımızın varlığı orta vadede ciddi bir tehdit altındadır.
Ama bunun yanı sıra; bölgedeki Türk orijinli ve Müslüman halkların da en kısa sürede bir federasyon çatısı altında tek devlet haline gelmeleri gerekmektedir.
Bugün ABD’nin desteği ile kurulmuş bulunan Kosova, Karadağ, hatta Bosna-Hersek ve Makedonya’nın NATO askerleri bölgeden çekildiğinin ertesi günü bağımsızlıklarının tehlikeye gireceği aşikârdır… (Bunları ne yazık ki; ‘Dost acı söyler’ atasözümüze sığınarak söylüyorum. Sizler de lütfen öyle dinleyin…)
NATO çekildikten sonra Türk askerinin bölgede kalması ise oldukça güçtür. Bunun yukarıda bahsettiğim gibi tek yolu, kendi silah teknolojimize sahip olmamızdır. Ki bu da; Rusya ile her an bir çatışmaya girmeyi göze almak demektir.
Öyleyse çözüm şudur:
Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Sancak, Karadağ, Bosna-Hersek ve hatta Bulgaristan’ın da dahil olacağı bir Balkan Birleşik Devletleri Federasyonu’nun kurulmasıdır. Yunanistan’ın bile Güney Makedonya (Selanik bölgesi) konusunda teminat verilerek bu oluşum için desteği sağlanabilecektir. Sancak bölgesi ise Kosova benzeri bir yöntem ile kansız bir biçimde bu birlikteliğe katılmak zorundadır.
Böylesi bir federasyonun iç işlerinde bağımsız, dış ilişkilerinde ve güvenlik konularında ortak hareket etmesi yaşama şansını artıracaktır. İç işlerinde bağımsız olması yerel ayrılıkların ve mikro etnik ırkçılığın önüne geçilmesini sağlarken, güvenlik ve dış politika konularında ise ‘akıl yollu düşüncenin’ galip gelmesi bütün toplumun çıkarlarının korunmasını sağlayacaktır.
Bahsettiğimiz ülkelerin birlikteliği sonucu Karadeniz’e ve Akdeniz’e (Tiran Denizi vasıtasıyla) aynı anda çıkışı olan büyük bir bölgesel güç doğacaktır. Halkın nüfusunun yüzde 60’ı Müslüman olan ülkede diğer inanç Ortodoks Hıristiyanlar olacaktır. Bu ise bölgede yaşayan Müslüman unsurların yaklaşık 600 yıldır alışık olduğu bir durumdur. Aynı şey Hıristiyan azınlık için de geçerlidir.
Türkiye ile sınırdaş olunması ise Müslüman unsurlar için ayrı bir güvence teşkil edecektir. Türkiye, bölge ülkelerine göç edecek vatandaşlarına çifte vatandaşlık hakkı vererek ve düşük faizli kredi açarak sınırlı bir teşvik programı uygulayabilir. Bu durumda Balkan ülkelerinde dengeleyici bir güç olan Türk nüfus artmış olur.
Bu öneri, şu an için ütopya gibi gelebilir. Lakin ütopyaların gerçekleşmesi, plânlanırsa imkânsız değildir!
Unutulmamalıdır ki, Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından Atatürk’ün önderliğinde Balkan Paktı kurularak 15-20 yıl önce birbirini boğazlamış Balkan milletleri bir araya gelebilmiş. Anadolu’yu işgal edip soykırım yapan Yunanistan ile Türkiye bile, bir amaç etrafında el sıkışmıştır. Yeter ki durumun vahameti, başta Bulgaristan olmak üzere, Balkanlarda yaşayan söz konusu milletlere iyi anlatılabilsin. ATAKA bu konuda büyük bir şanstır…
Ayrıca şu an için ABD ile ortak hareket edilebilir olması ise büyük bir avantajdır. Bugünden bu oluşumun temelleri atılarak, Rusya’nın Kırım tarzı muhtemel provokasyonlarının önüne geçilebilir.
Çünkü geçen her an, bu konuda kaybedilmiş fırsattır.
Not: Kocaeli 6’ncı Kitap Fuarı’nda 19 Mayıs Pazartesi günü saat 13’te C Salonu’nda “Yeni Stratejik Konsept” konulu konferansım vardır, hepinizi beklerim efendim… A.C.