3 Mayıs’a Doğru Giderken…

76

Bilinen binlerce yıllık tarih içinde sayısız devlet kuran biz Türkler,
acaba o kurduğumuz devletler içerisinde muktedir olabildik mi?

 

Ya da bazılarının iddialarına göre, Osmanlı örneğinde olduğu gibi
devlet yaşamının kritik noktalarını; devşirme, muhtedi, dönme ve hizmetlilere
mi teslim ettik? Bu durum günümüzde de sürüyormu?

 

Türklerin, ırkçı olmadığı herkes tarafından bilinen bir gerçek! Bana
Türk’ü tarif et deseniz; kendine aşırı güvenli ve bu nedenle tedbirsiz, alçak
gönüllü, çalışkan, sabırlı, hoş görülü, hümanist bir insan tipidir derim.

 

Böyle olması ise bazı zaafiyetlerin ortaya çıkışına ve bu zaafiyetin
bir hastalık haline dönüşmesine neden olmuştur.

 

Kendisi de Türk olmayan Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Türkleri
eğitimden uzak tutması örneğinde olduğu gibi devlet ve sosyal hayatın ellerine
teslim edildiği birçok gayr-ı Türk, bugüne kadar neler yapmıştır, bilinmesi
gereken bir konudur.

 

Yani hastalığı teşhis etmezsek ne hastalığın farkına varırız ne de bu
hastalığın toplumsal bünyeye verdiği zararları anlayabiliriz.

 

Türklerin, Türk olmayanları devletin ve sosyal yaşamın kritik
noktalarına taşıması bir ruhsal hastalıktır. Düşünün, bir Türk devleti olan
Osmanlı Devleti’nde, 218 sadrazamdan sadece 100’ü Türktür! Ya padişah anaları?

 

Hem de bunun defalarca yanlışlığının farkına varılmasına rağmen!

 

Üzülerek ifade etmeliyim ki; Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’da
gelenek haline gelmiş olan; devleti, bilim odaklarını ve sosyal yaşamı Türk
olmayanlara teslim etme zihniyeti, günümüz Türkiye’sinde de devam etmektedir.

 

Aşıkpaşazade bize 560 yıl öncesine dair, Bizans dönmesi Rum Mehmet
Paşa’ya ilişkin bir olay anlatır ve; “Rum Mehmet Paşa’nın İslam dinine
girmiş olmasına rağmen, Bizans’ın eski soyluları ile irtibatta olduğunu,
onların telkinleri doğrultusunda hareket ettiğini, İstanbul’un bir gün yeniden
Bizanslıların eline geçmesini beklediğini”
diye nakleder.

 

Siz günümüzde Rum Mehmet Paşaların olmadığını ve etkili makamlarda
bulunmadığını mı zannediyorsunuz?

 

Osmanlı’ya hakim olmuş bu gayr-ı Türkler, Anadolu ve Rumeli’de yaşayan
Türkleri, yaptıkları uygulamalarla isyan ve ihtilal hareketlerine mecbur etmiş,
ardından da “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayın” diyerek
vahşice yaptıkları ile tesirleri günümüze kadar gelen hadiselerin müsebbibi
olmuşlardır.

 

Muhteşem Yüzyıl dizisi ile Türk halkının da dikkatini çeken,
bahsettiğimiz gayr-ı Türklerden Pargalı İbrahim Paşa; kendisinin ve
diğerlerinin ulaştığı gücü vurgulaması bakımından Avusturya Kralı Ferdinand’ın
elçilerine söylediği sözler çok ilginçtir: “Bu büyük devleti idare eden benim,
her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir.
Memuriyetleri ben veririm; eyaletleri ben tevzi ederim; verdiğim verilmiş ve
red ettiğim red edilmiştir. Büyük Padişah, bir şey ihsan etmek istediği veya
ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam gayr-i
vaki gibi kalır. Çünkü her şey harb, sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir.”

 

Unutulmasın ki; yazıda bahsi geçen Pargalı İbrahim ve Rum Mehmet
Paşalar idam edilmiştir.

 

Hani Osmanlı, Türk devletiydi? Evet, terminolojide Türk devleti ama
uygulamada arada bulasın!

 

Türklerde yabancıya karşı hayranlık ve teslimiyet, maalesef bir
aşağılık kompleksine yol açmıştır. Zannetmişizdir ki; biz hiç bir şeyi
yapamayız ve başaramayız! Hâlbuki bu algı yanlıştır ve bu yanlışlığı ispatlayan
son örnek, Nobel Ödülü kazanan ve Türklüğü ile gururlu Aziz Sancar’dır.

 

Onun için gidip; siyaseti, bürokrasiyi, üniversiteyi, medyayı yetmedi
din ve diyanet işlerini de gayr-ı Türklere bırakmışızdır.

 

Buna bir tek dur dediğimiz dönem; 1919 – 1938 arasında yaşayan “Büyük
Türk”
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkler için bir “reklam arası” verdiği
dönemdir. Halen de onun kırıntıları ile idare etmekteyiz.

 

Atatürk; “başınıza geçireceğiniz adamların asli cevherine dikkat
ediniz”
veya “beni Türk hekimlerine emanet ediniz” gibi sözleri
boşuna söylememiştir.

 

Son söz şu olsun; Türkler benim bu yazdıklarımı yine dikkate
almayacak, buna karşılık gayr-ı Türkler, bu yazıyı satır satır dikkatle
okuyarak varlıklarını korumak için nasıl tedbir alacaklarını veya Türklere
fener tutan bu garibi, nasıl etkisiz hale getireceklerini düşüneceklerdir…

 

Dedim ya, hastalık bizde akıl ve ruh tutulması yaratmış. Ama şifasını
bulacağız!

 

“3 Mayıs Türkçülük Günü, Türklere ve kendini Türk hissedenlere
kutlu olsun…”