Birinci Bölüm
GİRİŞ: 27 Mayıs 1960 tarihinde Cuma günü sabaha karşı saat 03.00’te Türk Silahlı MBK Başkanı “Bütün Vilâyet ve Garnizon Kumandanlıklarından alınan telgraflara göre MBK, öncelikle DP’lilerin ve devletin üst kademesindeki isimlerin tutuklanması yönünde Herhangi bir direnişle NASRULLAH UZMAN |
Oğuz
Çetinoğlu: Bilinmektedir ki 27 Mayıs Askerî Darbesi, Demokrat Parti (DP)
iktidarına karşı yapılmıştır. Röportajımıza, DP’nin nasıl kurulduğu, nasıl
iktidar olduğuna dâir açıklamalarınızla başlayabilir miyiz?
Doç. Dr.
Nasrullah Uzman: 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilânı
ile birlikte oluşturulan tek partili demokrasi rejimi 1940’lı yıllara
gelindiğinde artık Türk toplumuna dar gelmeye başlamıştı. Daha önce, Atatürk
döneminde biri Terakkiperver Cumhuriyet Fırka diğer ise Serbest Cumhuriyet
Fırka olmak üzere iki kez çok partili siyâsî hayat denemesi yaşandı ise de bu
girişimler kalıcı olamamıştı. Millete dayalı siyâset yapmak isteyenler, hükümetin
kararlarından uygun görmediklerini tenkit etmek ihtiyacını hissediyorlardı. Bu
ihtiyacı hissedenler, Dörtlü Takrir olarak anılan bir önergeyi,
dönemin iktidar partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin Meclis Grubu’na
verdiler. Önergede imzası bulunanlardan Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik
Koraltan partiden ihraç edildiler. Bu ihraçlar üzerine, önergede imzası bulunan
Celâl Bayar da hem partiden hem de milletvekilliğinden çekildiğini açıkladı. Târih:
1945 yılının Temmuz – Ağustos aylarıdır. Dört kişi, yeni bir siyâsî parti
kurmak için hazırlıklara giriştiler. Yeni parti, 7 Ocak 1946’da kuruldu. Adı: Demokrat
Parti (DP)idi.
Türk demokrasi tarihinde kurulalı henüz birkaç ay olan DP’nin de
katıldığı çok partili ilk genel seçimler, 21 Temmuz 1946’da yapıldı. DP, bütün
illerde teşkilât kuramamıştı. Toplam 465 milletvekilliği için 186 aday
gösterebildi. Bunların yalnızca 62’si seçildi. Yürürlükteki seçim
kanununa göre oylar açık veriliyor, sayım işleri gizli yapılıyordu. Buna rağmen
sonuç iyiydi. 16 Şubat 1950’de seçim sistemi değiştirildi. Yargı denetiminde
gizli oy açık tasnif esasına dayalı seçim sisteminin uygulanması kabul edildi.
14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimlerde DP oyların %53,35’ini aldı, 487
milletvekilliğinin de 408’ini kazandı. Ekseriyet sistemi uygulandığından, oy
oranı ile milletvekili oranı arasında dengesizlikler oluyordu. Yine de
demokratik bir seçim olmuştu. 22 Mayıs 1950’de, Adnan Menderes’in
başbakanlığında ilk DP hükümeti kuruldu. Celâl Bayar Cumhurbaşkanı seçilince,
parti genel başkanlığını bıraktı. Partinin Genel İdare Kurulu, genel
başkanlığa Adnan Menderes’i seçti.
DP iktidarı döneminde ikinci genel seçim, 08 Aralık 1954 târihinde yapıldı.
DP, 9.095.367 adet geçerli oyun % 56,6’sını alarak 503 milletvekili çıkardı.
CHP 31 milletvekili çıkarabildi. Sonraki seçim, 1957 yılında yapıldı. DP,
9.153.949 adet geçerli oyun % 47,8’ini alarak 424 milletvekili çıkardı. CHP’nin
milletvekili sayısı 178 idi.
İktidar-muhalefet ilişkileri iyice gerildi; CHP, hırçın muhalefet
taktikleri uyguladı, DPde baskılarını artırdı. Huzursuzluklar had safhaya
çıkınca Ordu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez askerî bir darbe yaparak Devletin
yönetimine el koydu.
Çetinoğlu:
Sonraki
gelişmelere geçebilir miyiz?
Doç.
Dr. Uzman: Darbeye
hukukî olarak meşruiyet kazandırmak için Cemal Gürsel, yeni bir Anayasa hazırlamak üzere İstanbul Üniversitesi Rektörü ve İdare
Hukuku Profesörü Sıddık Sami Onar başkanlığındaki profesörlerden oluşan bir
ilim ve hukuk komisyonu kurdurdu.Bu komisyon ilk raporunu 28 Mayıs 1960’ta MBKBaşkanlığı’na
ve Türk Silahlı Kuvvetleri Başkumandanlığı’na sundu.
12 Haziran 1960’ta MBKüyelerinin imzasıyla 27 Maddeden oluşan “1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun bazı hükümlerinin
kaldırılması ve bazı hükümlerinin değiştirilmesi hakkındaki geçici kanun”
çıkarıldı. Geriye dönük olarak (27 Mayıs 1960’tan itibaren) geçerli olacak bu
kanun, DP’lilerin yargılanabilmeleri için gerekli hukukî
zemini oluşturduğu gibi darbeye
demeşruiyet kazandırıyordu. Adeta geçici bir Anayasa işlevi üstlenen bu kanunla
MBK kanun yapma yetkisi de dâhil olmak üzere birçok yetkiyi uhdesinde topluyordu.
Aynı zamanda 1924 Anayasası’nın neredeyse yarısıyürürlükten kaldırılıyordu.1961 Anayasası ise darbenin birinci yıl dönümünde 27 Mayıs 1961 tarihinde
kabul edilecek ve halkoyuna sunulacaktı.
MBK halkın
27 Mayıs’ı kabullenmesi ve benimsemesi için de bir dizi tedbir aldı. Bu anlamda
öncelikle dönemin kitle iletişim aracı olarak basın-yayın organları olanradyo
ve gazetelerin (27 Mayıs ve sonrasındaki sürece dair haberleri) hangi kaynaktan
alacağı ve ne gibi haberler yayınlayacağı meselesi de düzenlenmiş oldu.
Devletin
en üst merciindeki kişi olarak Cemal Gürsel, yeni idarenin Türk ve dünya kamuoyundan
hiçbir şeyi gizlememek azim ve kararında olduğunu ve hakikatleri olduğu gibi
bütün açıklığı ile ifadeden asla çekinmediğini açıkladı. Türk halkının bunu
böyle bilmesi ve MBK’nin tebliğleri dışındaki maksatlı propaganda yayınlarına
kanmaması gerektiğini ifade etti. “Bu
yayınların maksatlı olup olmadığını saydığım ve güvendiğim muhterem basının
izan ve takdirlerine bırakırım. Buna rağmen bazı basın mensuplarının ne gibi
haberleri neşredebileceklerinde tereddüde düştükleri öğrenilmiştir.” diyen
Cemal Gürsel hangi haberlerin yayınlanması gerektiğini de açıkladı. Buna göre
yalnızca “basın toplantısında söylenen
hususlar”, “Ankara İstanbul ve İzmir
radyolarının halkın nazarında en ufak bir nokta gizlemeksizin yaptığı bilumum
yayınlar” ve “Yabancı Devletler neşriyatından
maksatlı olmayan yayınlar”hakkındaki yayınların hiçbir kayıt ve şarta tabi
olmaksızın serbest olduğunu açıkladı. Bu açıklamadan rahatlıkla bu durumlar
dışındaki haberlerin yapılmasının yasak olduğu yorumu yapılabilir. Cemal Gürsel
ayrıca “harekâtla ilgili resim ve
telefoto ile eski ve yeni siyâsî şahsiyetleri ima suretiyle de olsa alakadar
eden karikatürlerin ikinci bir tebliğe kadar neşredilmemesini” de istedi.
Darbenin
sebep olduğu kritik süreçten menfaat elde etmeye çalışanlar da vardı. Cemal
Gürsel, bu gibi kötü niyetli kişilerin “Eskişehir
örfi idare kumandanlığı tebliği”şeklinde beyannameler bastırarak “bazı parti mensuplarının kaçmalarına mahal
verilmeden yakalanmalarını propaganda etmekte” olduklarının tespit edildiğini
açıkladı.İstanbul dışında herhangi bir yerde örfi idare ilan edilmediğini
belirtti.Türk milletinden “radyolarımız
vasıtasıyla yapılmakta olan tebliğler dışında bu kabil bozguncu ve nifak
yaratıcı eşhasın kötü niyetli faaliyetlerine alet olmamalarını ve bu gibi
durumlarda derhal mahallî garnizon kumandanlıklarına haber vermek suretiyle
idaremize yardımcı olmalarını” istedi.
Böylece
halkın, kitle iletişim araçları vasıtasıyla MBK’nin uygun gördüğü haberleri
alması sağlandı.
Çetinoğlu: Asıl maksat ne
idi?
Doç. Dr. Uzman:Asıl maksat 27
Mayıs’ı benimsemesini sağlamaktı. Bu amaçla 27 Mayıs’ı kabullenilmesi ve
benimsenmesi yolunda önemli bir propaganda süreci başlatılmış oldu. Hatta Türk
basınının yeni sürece hemen uyum sağladığı 28 Mayıs’tan itibaren yayınlanan
gazetelerde açıkça görülmektedir. İktidarı döneminde DPtaraftarı bir yayın
politikası benimseyen gazetelerin bile 27 Mayıs’tan sonra darbeyi öven ve DP
dönemini tenkiteden yayınlar yaptığı da belirtilmelidir.
MBK,
yalnızca basın-yayın yoluyla yapılan propaganda ve darbeye meşruiyet kazandırma
girişimlerini yeterli görmedi. Halkın 27 Mayıs askerî darbesini “İnkılâp” olarak benimsemesi ve sahiplenmesi
için adeta bütün imkânlarını seferber etti. Bu hususta MBK’nin müracaat ettiği
en önemli kurum Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) oldu. Türkiye’deki Cami sayısı,
din hizmetlileri sayısı ve Türk milletinin dinî konularda gösterdiği hassasiyet
düşünüldüğünde MBK için DİB’nin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Ancak MBK’nin, bu
yönde herhangi bir girişimde bulunmadan önce DİB üzerinde bazı tasarruflarda
bulunması gerekiyordu.
Çetinoğlu: Neler yapıldı?
Doç. Dr. Uzman: DİB
Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu 10 Haziran 1960 tarihinde emekliye sevk edildi. Yerine (17
yıldır İstanbul Müftüsü olarak görev yapan)Ömer Nasuhi Bilmen getirildi. Ancak Ömer Nasuhi
Bilmen’in görev süresi de uzun sürmedi. Yaklaşık 9 ay kadar sonra 6 Nisan 1961’de
Ömer Nasuhi Bilmen de “yaş durumu
itibariyle görevini yapmakta yetersiz olduğu” gerekçesiyle emekliye sevk
edildi. Ömer Nasuhi Bilmen’in yerine ise Hasan Hüsnü Erdem tâyin edildi. 1924
yılında kurulan DİB’nda 1960 yılına kadar yalnızca dört kişi görev yapmıştı. 27
Mayıs’tan sonraki süreçte bir yıl bile dolmadan meydana gelen bu değişiklikler,
alışılmışın dışındaydı. Hatta bu kadar kısa sürede bu kadar sık değişiklik
yapılması idarî anlamda bir istikrarsızlığın göstergesi olarak da
yorumlanabilir.
MBK, 27 Mayıs askerî darbesini “27 Mayıs İnkılâbı” olarak
değerlendiriyor, Türk ve dünya kamuoyunun da kendileri gibi düşünmesini
istiyordu. Basın-yayın organlarının denetim altına alınması ve haber
kaynaklarına müdahale edilmesi de halk nezdinde darbeye meşruiyet kazandırmak içindi.
MBK, bu anlamda DİB’ndan da istifade etmeye karar verdi. Bugün olduğu gibi
geçmişte de DİB’nın kamuoyu üzerindeki etkisi bir hayli fazlaydı. Bu etkiyi
kullanmak isteyen MBK, bir yandan vaaz ve hutbe üzerinden darbeye meşruiyet
kazandırmaya diğer yandan da 27 Mayıs aleyhine yapılacak propagandaların önüne
geçmeye çalıştı.
MBK’nin bu amaçla faydalanmak
istediği hutbe ve vaazlar kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve yönlendirilmesi
açısından son derece önemlidir. “Ülü’l-emr”meselesi
ise bu önemi daha da artırmaktadır. Kuran-ı Kerim’de “Müslümanların Allah’a, Peygamber’e ve ülü’l-emre itaat etmesi
emredilmekte (en-Nisâ 4/59)” ve “Müslümanların
toplumun güvenliğiyle ilgili bir problemle karşılaştıklarında onu yaymak yerine
kendilerinden olan ülü’l-emre götürmelerinin daha uygun olacağı, onlardan hüküm
ve sonuç çıkarma hususunda yeterliliği bulunanların nasıl davranılması
gerektiğini bilecekleri (en-Nisâ 4/83)” ifade edilmektedir. Prof. Dr. Talip
Türcan Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “Ülü’l-Emr” maddesinde bu konuda şu
değerlendirmeyi yapmaktadır: “İlk ayetin
bağlamı ülü’l-emr tabiriyle, devlet başkanı yanında üst yöneticilerin ve devlet
yetkisini kullanan kamu görevlilerinin kastedildiğini göstermektedir. Çünkü bir
önceki ayet, emanetlerin ehline verilmesi ve insanlar arasında hükmedildiğinde
adalete uygun davranılması emrini içermektedir (en-Nisâ 4/58). Ayetin seriyye
kumandanlığı hakkında indiğini belirten rivayet de bu tespiti desteklemektedir.
Ayette Allah’a ve Resule itaat edilmesi ayrı ayrı ve mutlak olarak, ülü’l-emre
itaat ise Resule itaat emrine atfen istenmektedir. Ayetin sevkindeki üslûptan
hareketle ülü’l-emre itaatin de mutlak olduğu, ancak Allah’a isyan niteliği
taşıyan durumlarda ülü’l-emre itaat edilmeyeceği hükmüne varmak mümkündür. Bu
hükmü, ülü’l-emre itaatin ancak dinin ve hukukun ilkelerine uygun emirlerle
sınırlı tutulduğunu, bunlara aykırı düşen taleplerin ise yerine getirilmemesi
gerektiğini bildiren hadisler de teyit etmektedir.”
Hatırlanacağı üzere 27 Mayıs
darbesi Cuma günü yapılmıştı. Prof. Dr. İsmail Kara “27 Mayıs (1960) ve 12 Eylül (1980)
ihtilalleri cuma günü yapıldı, 12 Mart (1971) ve 28 Şubat (1997) muhtıraları da
cuma günü verildi. Son olarak
e-muhtıra (27 Nisan 2007) da böyle mübarek bir günün akşamında oldu!” diyerek Cuma
gününün tesadüfi olmadığına, özellikle seçildiğine dikkat çekmektedir. 15
Temmuz 2016 hain darbe girişiminin Cuma günü yapılması da Prof. Dr. İsmail Kara’nın
görüşünü desteklemektedir. “Çoğu kişibu ısrarlı tesadüfü Cumanın
haftanın son iş günü olmasına bağlıyor.” diyen Prof. Dr.İsmail
Kara, bu görüşte doğruluk payı olduğuna hak vermekle birlikte darbecilerin bu
günü seçmesinde manevi ve metafizik unsurların da etkili olduğunun unutulmaması
gerektiğini ifade etmektedir.
Nitekim Türk milletinin
dinî hassasiyetinin bilincinde olan MBK’nin Cuma gününü seçmesinin tesadüfi
olmadığı kısa süre içerisinde görülecektir. MBK Başkanı Cemal Gürsel vaaz ve
hutbe yoluyla kamuoyunu yönlendirmek üzere DİB’na talimat verdi. Bu talimata
uygun olarak DİB müftülüklerden “27 Mayıs İnkılâbının taşıdığı büyük mânânın halka ve köylüye kâfi derecede
ve açık bir ifade ile vaizlerimizin vaazlarında, hatiplerimizin hutbelerinde
ayet ve hadislere istinaden” anlatılmasını istedi.
Üstelik bu yönde birçok defa uyarıda bulundu. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri
DİB Fonu’nda bulunan ve DİB
tarafından Anamur Müftülüğü’ne gönderilen tamimlerde bu durum açıkça görülmektedir.
(DEVAM EDECEK)