Son yıllarda Türkiye’de çıkarılan yasalar, yargılamalar ve TSK dahil bazı kurumların içinin boşaltılması ve etkisiz hale getirilmesi, dıştan kumandalı açılımlar ve sözde yeni Türkiye için yeni anayasa arayışları tesadüfi değildir ve birbiriyle bağlantılıdır.
Türkiye’yi sözde müttefik ve Batıya göre şekillendirmeye çalışanlar, önlerine çıkan her engeli kaldırmakta ve adeta bir yol temizliği yapılır gibi rejim tanınmaz hale getirmekte ve dönüştürmektedirler. Bu dönüştürme işleminde 1923 Türkiyesi yerine 1920’lere dönülmek istenmektedir. 1920 felsefesi diye ortada dolaşanların, Milli Mücadele ve onun tacı olan Cumhuriyetle kavgalı oldukları anlaşılmaktadır. 1920’de din birliği ve Osmanlı dolayısıyla bir araya gelindiğini ileri sürüp daha sonra bu çizgiden ayrıldığımızı iddia edenler hangi Osmanlı’nın 1920’de ayakta kalabildiğini düşünebiliyorlar? Acaba İstanbul’da esir düşmüş Padişah ve Saray, Osmanlı’nın hükümranlık haklarını savunabilecek durumda mıydı? Hükümranlık haklarını bırakın savunmayı, Osmanlı’yı paylaşmak isteyenlerle işbirliği yapan Damat Ferit’ler iktidarlarını sürdürebilmek için her türlü tavizi vermiyorlar mıydı? Osmanlı’yı bitirenler ve paylaşanlarla çirkin işbirliği yapılsaydı sonunda bazılarının iddia ettiği gibi totaliter cumhuriyet yerine demokratik bir cumhuriyete mi geçilecekti?
Milli Mücadeleyi Cumhuriyet ile taçlandıranlar, kendilerini Türk olarak hisseden büyük çoğunluktur. Böyle bir milli iradeye sahip olmasalardı; Osmanlı’dan Milli Devlete ve üniter yapıya geçemezdik. Milli Mücadele ve Cumhuriyet Anadolu’da iki-üç devlet ve millet yaratmak için yapılmadı. Cumhuriyetin ilanı kararı da bir gecede masa başında alınmadı. II. Meşrutiyetten beri yoğunlaşan Cumhuriyete geçme fikri tartışılıyordu. Kimse Atatürk’ü işi oldu bittiye getirdi diye suçlayamaz. Anadolu’da Türk’ün milli iradesiyle bedel ödeyerek devlet kuruldu. Türk adına hayali toplum yaratıldı diyenler asıl hayal görenlerdir. Türk kimliğinin Anadolu’da egemen kimlik ve kültür oluşu ne 1923 Türkiye’siyledir; ne de 1982 Anayasasının bir gereğidir.
Kürdistan ve Lazistan’dan bahsedilmesi bazılarının zihinlerine yerleştiği gibi etnik ırkçılığın bir sonucu değil, coğrafi bir isimlendirmedir. Aksi olsaydı Atatürk’ün davetine icabet edilmezdi. İnsanların kendi kendilerini yönetecekleri demek bugünkü manada özerklik değil; muhtar ve belediye başkanı gibi yönetici kademelerini bizzat Ankara’nın tayin etmemesi demektir. Eğer herkesi özerk kılma düşünülseydi; Milli Mücadeleye gerek kalmazdı.
Bugünkü uygulamalar, hangisini ele alırsanız alın; şehitlerin kemiklerini sızlatmaktadır. I. ve II. Habur rezaletleri, Diyarbakır meydanında Devlete meydan okuyanlar ile kucaklaşma, Kürdistan isimlemesi, Devlet nişanından Atatürk siluetinin ve T.C. ifadesinin kaldırılması, milli kimliksiz bir anayasa çabaları, terör örgütüne verilen imtiyazlar şehitlerin kemiklerini sızlatmadı mı? Garip ve komik Ermeni açılımı ile Doğu Anadolu’da toplu mezarlarda yatan şehitlerin kemikleri sızlamadı mı?
Yanlış hesaplara giren bazıları Milli Bağımsızlığın, Çanakkale Zaferinin, vatan için şehitliğin, Sakarya ve Kocatepe’de direnmenin, Büyük Taarruzu gerçekleştirmenin, İzmir’i kurtarmanın piyasa fiyatının olmadığını anlamalıdırlar. Terörle mücadelede taviz verenler, dışarıya teslim olanlar aslında terörle mücadelede sorunlara sorunlar katmışlardır. Terörle mücadeleyi yapmasaydık; şimdi her bir vatandaşın evi, arabası, villası ve fabrikası mı olurdu? İzmir’i ve Anadolu’yu kurtarmayıp Yunanlılarla paylaşsaydık, Ege’nin iki yakasını barışta birleştirseydik! hiçbir zaman kardeşliği düşünmemiş Yunanla kardeş olsaydık işten kârlı mı çıkacaktık? Mustafa Kemaller, Nene Hatunlar, Şahin Beyler, Hasan Tahsinler mi işi bozdu? 1920 ruhunu şimdi daha iyi anlıyoruz.