13 Eylül Ve Viyana’dan Sakarya’ya

66

                 (4 yıl sonra yeniden ama 100.Yıl hürmetine
yayın tekrarı)

 

                                                Koşturduğumuz atların nalları döküldü

Kaderimiz
Kızılırmak gibiydi içe büküldü

 Demiş Şair ama niye demiş, nerde demiş? 1300’lerde
kurduğumuz ve 15’le 16.yy’ların Süper
Gücü
olan Cihan İmparatorluğumuzun kaderinin tersine dönmesine. Ve onunla
birlikte Türk Milleti’nin talihinin
makûsiyet kesbetmesine.  

14
Temmuz 1683’te başladı II.Viyana
Kuşatmamız; devâsa bir ordu, devâsa bir komutan ve devâsa iddialarla. 2 ay
sonra 13 Eylül’de savaş bittiğinde
nâmağlûp bilinen bir ordu yenilmiş, komutan idam edilmiş ve hepsinden daha
önemlisi Osmanlı artık Gerileme ve
Dağılma iklimine doğru girmişti.

Tam
238 yıl sürdü bu sürükleniş. Tesbih taneleri gibi ülkelerden
biriktirdiğimiz Devlet-i Âliye’den
bu sırada elimize bir tek Anadolu
kalmış; onun da kaderi batısından ve güneyinden çorap gibi sökülmeye
başlamıştı.

23 Ağustos’ta başladı 2,5 asırlık kötü gidişâtımızı durduran
savaş ve 13 Eylül 1921’de tam 22 günlük/gecelik
canhıraş bir boğuşmadan sonra da bitti. Avusturya’nın Başkenti olan Viyana önlerinden başlayan geri
çekilişimiz 2 bin kilometre sonra
Ankara’nın Polatlı İlçesi
yakınlarında sona erdi.

Tuna Nehri’nin öbür yanında
başlayan mücadelemiz Sakarya Nehri’nin
beri yanında bitti. Ve Necip Fazıl’ın meşhur Sakarya Türküsü’ndeki gibi iki büklüm vaziyetteki Türk Milleti’nin Ayağa Kalk’masıyla nihayetlendi. Zaten
bu şiir yazıldığında Sakarya Zaferi daha 28
yaşına basmamıştı, yani bilinçaltı “Sırtına
Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur”
mısrasındaki kronolojik bakışla
doluydu.

Atlarla
Dörtnala geldik Uzak Asya’dan” ve “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu
memleket bizim
” dedik. Onbinlerce atın kişnemesiyle girdiğimiz Viyana
topraklarından ayrılırken onbeşbin şehit,
onbinlerce yaralı ve beş bin esir
bıraktık ardımızda. Ve Kısrakbaşı Anadolu’da yine bir at sembolleşecekti 5.713 şehit ve 18 bin yaralımızın
yanında; adı Sakarya.

Atatürk’ün
Büyük Taarruz’da sırtında duracağı ve sonradan Latife Hanım’a evlilik için hediye edeceği kahraman atı Sakarya.

            II.İnönü Savaşı’nda sonra Mustafa Kemal’in İsmet Bey’e
çektiği bir telgraf var: “Siz orada
yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstilâ altındaki
talihsiz topraklarımızla birlikte bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar
zaferinizi kutluyor. Düşmanın istilâ hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin
yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu.

Aslında
o telgraf Sakarya Savaşı’nın,
yani o en kritik zafer aşamasının telgrafı olmalıydı ve M.Kemal Paşa’ya
çekilmeliydi
. Zira Mart sonundaki II.İnönü
Savaşı
’ndan 4 ay sonraki Kütahya –
Eskişehir Savaşları
’nda öyle bir yenildik ki Sakarya Nehri’nin doğusuna kadar çekildik. Öyle ki top sesleri
artık Ankara’daki TBMM’den bile
duyuluyordu. O yüzden “Vatan, Millet,
Sakarya!
” diyoruz.

Biz Türkler – II.Viyana yada Sakarya – nedense savaşları başlangıç tarihi itibariyle
duyumsayabiliyoruz. Oysa aslolan
neticedir
. Hâ, başlangıçsever bir halk olarak ille bir start
vereceksek her sene okulların açılmasını
13 Eylül tarihiyle otomatiğe bağlayalım
; böylece yüzlerce yıllık bir şuur
serpintisiyle Bismillah demiş oluruz
her yeni eğitim dönemine.

Vira Sakarya!