1 Mayıs’ı geride bıraktık. 1 Mayıs’ları emek ve dayanışma bayramı olarak kutlamak ve milli bütünlüğün bir parçası haline getirmek aslında faydalı olmuştur. Ancak ülkemizin gerçeklerinden kaynaklanan çelişkili durumlarda ortaya çıkmaktadır.
Bu çelişkilerden birisi, bayramı sosyalizm adına bir meydan okumaya çeviren ve psikolojik baskı aracı olarak kullanan aşırı sol ve bölücü ırkçı grupların ittifakıdır. 1 Mayıs’lar kullanılarak devrim ve anarşi provaları yolu ile içlerindeki kini boşaltan, etrafı tahrip eden, kamuoyunu sindirmeye dönük faaliyetler sadece “marjinal gruplar“a bağlanamaz.
Diğer bir çelişkide emeği savunmak ve dayanışmayı sağlamak yerine; bazı gayri milli işveren kuruluşları ile içli dışlı olan ve adeta onların izni ile 1 Mayıs’ta dışarı dökülen sözde kuruluşlar vardır. Son 1 Mayıs’ta ekranları bu kuruluşların ve sendikaların bol bol reklamı ile doldurdular.
* * *
Türkiye’de kanlı terör örgütünü kendi milli çıkarları için kullanan ülkelerle yıllarca mücadele ediyoruz. Şimdi bu örgütü, yoğun bir şekilde Suriye’de ve İran’da kullanacaklar. Onun için silahlarıyla sınırdışına çıkarılma izni istiyorlar. Daha doğrusu bunu dayatıyorlar.
Örgütün talepleri dış yönlendirme ve tekliflerle doludur. Etnik ırkçı terör örgütü yeni statü istiyor. Oysa statü istediği insanların en az yarısı bu örgüte karşı ve PKK ve teröristbaşını sadece %20 oranında güvenilir buluyor. Kürt vatandaşlarımızın çoğunluğu teröristbaşının Kürtleri temsil etmesine karşıdır.
Anayasanın milli kimliksizleştirilmesi, örgütün başına ve mensuplarına af ve özgürlük verilmesi, koruculuğun ve özel kuvvetlerin kaldırılması, yerel yönetimlerin özerkleştirilip federasyona giden yolun açılması gibi talepler ortada dolaşmaktadır. Pazarlıklar yapılmaktadır. Terör örgütü Batılı kaynaklarda “aktivist” oldu. ABD’li yetkililer son günlerde Türk kavramını kullanmamaktadırlar.
Türkiye’deki sorun, küresel çapta egemenlik peşinde koşan küresel gücün politikasının bize yansıyan bir parçasıdır. Türkiye’de Türk ile uğraşılıyor. Bu yolla Türkiye üzerinden Türk Dünyası çökertilmeye, sahipsizliğe, ümitsizliğe sürükleniyor. Küresel güç gözünü Orta Asya’ya dikmiş, Çin’e karşı politikalar üretmektedir. Balkanlarda, Orta Asya’da ve Ortadoğu’da Türkiye’yi pasif ve küresel güce itaat edecek bir ülke haline getirmek için milli kimlik hedef alınıyor. Konu sadece Türkiye ile ilgili değil…
* * *
Sürekli tartışılan bir hâkimiyet kavramı var. Bazılarına göre,hâkimiyet milletin olamaz. “Hâkimiyet Allah’ındır” ifadesi maksatlı ve saygısızca kullanılıyor. Hâkimiyet Allah’ın mı; yoksa milletin mi?tartışmaları üzerinden milli devlet, milli egemenlik ve milli irade taşlanıyor. Rahmetli Hocam Prof.Dr.AmiranKurtkanBilgiseven bu istismarı çok güzel açıklardı. O’na göre “Hakimiyet, bir milletin Allah’ın çizdiği adalet esaslarına uyarak veya uymayarak bir politika takip etmek suretiyle kendi kaderini iyi yada kötü yönlerden birine sevk etme kudretidir.” Hâkimiyet tabii ki Allah’ındır.
Ancak, en kâmil varlık olan ve akılla donatılan insan yüce yaradanın verdiği aklı ve cüz’i (kısmi) iradeyi kullanarak durumunu ve geleceğini tayin edebilir. Bu tayinde ilim ve bilimden faydalanılır. Hâkimiyet milletindir derken milletin kendi geleceğinin iyi veya kötü olması konusunda kullanabileceği cüz’i iradeyi kastediyoruz. Bunu ilahi (külli irade)ye rakip gibi görmek inanç istismarının alâsıdır. Ölebileceğini düşünmeden beşinci kattan atlamak cüz’i iradeyi kötü kullanmaktır. Önemli bir ameliyattan önce evvela Allah’a ve ondan sonra da Allah’ın yarattığı bilgi ve ilimle mükâfatlandırılmış cerraha teslim oluyoruz.