ZİYA GÖKALP: ‘Aksiyonu, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Üzerindeki Tesirleri’ isimli kitabın yazarı ALÂADDDİN KORKMAZ ile Ziya GÖKALP Hakkında Konuştuk.

107

Oğuz Çetinoğlu: Milliyetçilik düşüncesinin, Fransız İhtilâlı ile insanlığın gündemine girdiği; Ziya Gökalp’ın da Avrupa’nın gündemindeki milliyetçilik düşüncesinden esinlenerek ‘Türkçülüğün Esasları’nı oluşturduğu iddia ediliyor. Bu sebeple, ‘Ziya Gökalp Türkçülüğü’ ile aynı anlamdaki ‘Türk milliyetçiliği’ kavramının, ‘Batı tipi milliyetçilik‘ olduğu sonucuna varılıyor. Konu ile ilgili yorumunuzu alabilir miyim?

Alâaddin Korkmaz: Soru girişindeki tespit ve varılan sonucun doğru olduğunu kabul etsek bile, yapılan yorumun hiçbir iler tutar yanı yoktur. Aslında, Milliyetçiliğe yöneltilmiş güya kuvvetli bir tenkidi ifade eden bu soru, bir nevi Aristo mantığına1 dayandırılmış görünmekle birlikte, mantıktan da mahrum görünüyor. ‘Batı tipi milliyetçilik’ diye bir terim uyduranlar, bunun ‘Doğu tipi‘ olanını da tarif ve tadat etmek durumundadırlar. Bu gibi soruları ciddiye alıp cevaplandırmak gerçekten az-çok düşünebilen insanlar için bir Çin işkencesi gibidir. Şöyle özetleyelim: Millet ve Milliyetçilik fikrinin Fransız İhtilali’nin sonucunda ortaya çıktığı doğrudur. (Aslında, sadece Göktürk Kitabeleri’nin ‘milliyetçilik’ açısından tahliline biraz kafa yorulduğunda, bizim milliyetçiliğimizin

Tarihî kaynaklarını da daha derinlerde keşfetmek mümkündür.) Bu fikrin dalga dalga yayıldığı (çünkü yeryüzü de küresel bir toplumdur ve ülkeler arasında devrevî benzeşmeler tarihin bütün devirlerinde görülür.), bizim imparatorluğumuzu da etkilediği; imparatorluk unsurları içinde bulunan kavimlerden, milletlerden, en son ‘Türk’ olanının bu etkiden nasiplendiği de bilinen çok basit bir gerçektir. Diğer İmparatorluk aydınları gibi, Ziya Gökalp’in tabiriyle ‘milliyet mikrobu’nun imparatorluğu kemirip bitirmesinden; sadece gayrimüslimleri değil, Müslüman milletleri de etkilemesinden ıstırap duyan Gökalp bu konuda, ‘…milliyet fikri İslâm aleyhinde ne mümkünse yaptı. Artık bu silahı kullanma sırası İslâm Âlemine geldi.’ demektedir. Bu gibi sosyal hadiseleri tek bir kişiye veya gruba irtibatlandırmak doğru olmamakla birlikte, Ziya Gökalp’ın bu süreci, yani ‘Türk Milliyetçiliği’nin kuruluşunu ve topluma yayılışını yönlendirdiği de gayet açıktır. Gökalp, kendi sistemini hayatın pratiklerinden hareketle ve zamanındaki fikir ve eğilimleri ‘telif’ ederek oluşturmuştur. Ziya Bey’in bu yeni fikre ‘Türkçülük’ dediği de; bunun, Türk Milliyetçiliğinin özel adı olduğu da doğrudur. Diğer bir doğru da, üniversitemize sosyoloji bilimini getirip bizzat tedris eyleyen Ziya Bey’in, ‘Türkçülüğün Esasları’nı da bu yeni ilmin gereklerine

göre belirleyip sistemleştirmiş olmasıdır. İtiraf (!) etmek gerekirse buradan ‘Batı tipi bir milliyetçilik’ yorumu çıkabilir yani. Çünkü Gökalp, bizde bulunmayan bir ‘ilim’ ithal (!) etmiş ve ona dayalı olarak bir ‘Türk Milliyetçiliği’ fikri geliştirmiştir! (Unutmamak gerekir ki, aynı Gökalp İbn Haldun’u da çok iyi bilmekte idi.)

Sanırım bu ‘Batı tipi’ meselesi, ‘milliyetçilik’ kelimesinin çekiciliğinden, tabîiliğinden, gerçekliğinden, kolay kolay reddedilemezliğinden dolayı, özellikle siyasî ‘İslâmcı’ akımların bazı temsilcilerinin ‘millet demek İslâm milleti demektir’, bu durumda milliyetçilik de ‘İslâm milliyetçiliğidir’ kabullerinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de, bizim kültürümüzde yirminci

asrın başına kadar ‘millet’ kelimesi ‘ümmet’ anlamında kullanılmıştır. Bu açıdan baktığınızda, evet bizde bir milliyetçilik yapılacaksa kültürümüzdeki ‘millet-i İslâmiye’ temelinde ‘milliyetçilik’ yapmak ‘doğu tipi’ olarak kabul edilebilinir! Zaten ‘Batı tipi milliyetçilik’ şeklindeki ucûbe terminolojinin de başka türlü bir izahı yoktur. Fakat ne yazık ki, bizim, toplumbilime ait beynelmilel kavramlara canımızın istediği gibi anlamlar yükleme ve onun üzerine ‘millî, yerli’ saydığımız bir fikir sistemi kurma imkânımız yok! Milliyetçilik, kesinlikle bir ‘millet’e dayalı olarak yapılabiliniyor ve o milletin de bir adının bulunması gerekiyor. ‘Millet’in ne olduğu konusunda tarifler yapılırken de az çok ortak kabul görmüş tarif de var. Lakin ‘millet’in ‘ümmet’ anlamına geldiği; yani, Türk, Arap, Acem, Malay… gibi farklı Müslüman milletleri tek ‘millet’ olarak kabul eden bir ilim yok.  ‘İslâm Milliyetçiliği’ demeye getirilen kavramın Gökalp’taki karşılığı ‘İslâm Ümmeti’dir ve O’nun ‘üçleme’sinde, ‘Türk Milletindenim, İslâm Ümmetindenim, Garp Medeniyetindenim’ şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Çetinoğlu: Batı tipi milliyetçilikte, saldırganlık, ayırımcılık, din olgusundan kopukluk, ırkçılık, Faşizm ve Nazizm ve de Şovenizm akla gelebilir. ‘Milliyetçilik’ veya ‘Türk milliyetçiliği’ olarak da adlandırılan Ziya Gökalp Türkçülüğünün, adı geçen unsurlarla bağlantısı var mıdır?

Korkmaz: ‘Batı tipi milliyetçilik’ ifadesi doğru olmadığına ve esasen her topluma göre farklı bir millet ve milliyet anlayışının bulunması tabiî kabul edileceğine göre; ‘batı tipi’ kavramını ‘batı ülkelerinde kabul görmüş’ şeklinde anlayıp algılayarak soruyu yorumlayabilirim. Sualde sayılanlara ‘Batı tipi milliyetçilik’ demek mümkün değildir. Kısaca İtalyan Faşizm’i ile Alman Nazizm’i üzerinden böyle bir yanılsamaya düşülmesi, yani bunların ‘Batı tipi milliyetçilik’ sanılması veya sayılması son derece yanlıştır. Kaynağını siyasetten alan birer ‘ideoloji’ olarak kurgulanmış

olan bu iki anlayış, hareket noktalarında İtalyan ve Alman milliyetçilikleri bulunmakla birlikte, hastalıklı bir ruh halindeki siyasetçilerin saplantılarını, saldırganlıklarını tatmin etmek üzere zorla ideolojileştirmiş ve aslî kaynağından saptırılmış türevlerdir. Yani bu iki akıma ait sözüm ona ‘milliyetçilik’ anlayışı, her bir farklı millete ait milliyetçilik anlayışında bulunması tabîi olan farklılıklara örnek gösterilemeyecek derecede marazî bir haldir ve tasnif dışıdır.

Bunu böyle tespit edip bahis dışına taşıdıktan sonra, ‘Batı tipi milliyetçilikte, saldırganlık, şovenizm, ayırımcılık, din olgusundan kopukluk, ırkçılık…’ gibi iddiaların birlikte ve topyekûn bir anlam taşımadıkları da ortaya çıkar. Ama şöyle bir hüküm vermek yanlış olmaz sanırım:

Temel insanî zaaflara ait bu ve benzeri sapmalar milliyetçiliğin yumuşak karnıdır. Yani milliyetçilik kötü ellerde ‘saldırgan’lığa,’şovenliğe’ ‘ayrımcılık’ ve ‘ırkçı’lığa ve ‘din olgusundan kopuk’luğa uygun bir ‘araç’ olarak kullanılabilir. ‘Batı’daki milletler de, ‘Doğu’dakiler de hayatın akışı içinde

bunlardan biri veya daha çoğu ile malûl olabilirler. Bizi burada ilgilendiren, Gökalp’ın sisteminde ve dolayısıyla Türk Milliyetçiği’nde ‘saldırganlık, ayırımcılık, din olgusundan kopukluk, ırkçılık,

şovenlik’ bulunup bulunmadığı hususudur.

Bilindiği gibi, Türkçülük fikri, İmparatorluk aydınının sırasıyla, ‘Osmanlıcılık’ ve ‘İslâmcılık’ fikirleri ile mevcut durumu kurtarma ümitlerinin tükenmesi üzerine, tabîi bir sonuç olarak başvurdukları bir yol idi. Az önce da bir nebze işaret edildiği gibi, o Fransız İhtilali’nden dalga dalga yayılan fikir, bizim imparatorluğumuzda da etkilerini göstermiş, sâdece, kendisini ‘aslî unsur’ sayanlar, yani Türkler, kendilerinin nasıl bir millet olduklarını araştırmak yerine, ‘inkıraz’ı2 nasıl durdurabileceklerine kafa yormuşlar ve şüphesiz, ‘Osmanlıcılık’ da ‘İslâmcılık’ da bu ‘durdurma’ arayışlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Balkan Bozgunu’ndan sonra işin farkına varıldı (1911 yaz başında devrin münevverlerine başvurup, ‘Biz Türklerden başka herkesin bir derneği, kulübü var. Öncülük yapın biz de teşkilat kuralım.’ diyerek Türk Ocağı’nın kuruluşuna vesile olan Askerî Tıbbiye talebesini hatırlayınız.) ve sür’atle yeni rotamızı tespit etmeğe koyulduk. Gökalp bunun sistemleşmesini sağlayan beyindir. Bütün dünyada olduğu gibi, bizde de ‘millet’leşme ve onun sonucu olarak bağıra çağıra gelen ‘millî devlet’ farklı bir sosyal zemine oturmak durumundaydı ve onun bir tarifi bulunmak mecburiyetindeydi. Türkçülük, o tariften ibâretti. Ziya Gökalp gibi bir dâhi tarafından gelecekteki toplum yapımızı şekillendirecek olan bir fikir sisteminin, hemen hemen eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ve ayrıntılı olarak belirlenmiş bulunması Türk Millet için büyük bir şanstır.

Gökalp daha hayatta iken kendisine yöneltilen tenkitleri dikkatlice değerlendirmiş, bu cümleden olmak üzere ‘ırkçılık'(kavmiyetçilik), ayrımcılık, ‘din olgusundan kopukluk’, ‘saldırganlık’ gibi suçlamalara cevaplar vermiş ve bu konulardaki düşüncelerini temel metinlerinde dile getirmiştir. Burada bir mülakat3 söz konusu olduğu için, herhalde bunları uzun uzun izah etmek ve dipnotlarla kaynaklarını göstermek gibi bir garabet4 gerekmiyor. Özetle ifade etmek gerekirse, Gökalp, çok kesin ifadelerle ‘ırk’ kavramının milletin teşekkülü ve milliyeçilikle bir alâkası bulunmadığını; herhangi bir millete mensubiyetin bir şuur olduğunu; bu itibarla atlarda ‘şecere’5 aramanın mümkün, ama insanda mümkün olmadığını çok açık bir biçimde ifade ediyor. Gökalp’ın sisteminde, başka milletleri, kavim veya kabileleri, yani herhangi bir toplumu hor veya hakir gördüğüne, yani ayrımcılık yaptığına dair tek bir kelime yoktur. ‘Şovenlik’ ve ‘Saldırganlık’ konusunda ise ilave birkaç kelime söylemek icap ediyor. Bilir bilmez birçok kimsenin ‘Turan’ ve ‘Turancılık’ üzerinden Gökalp’a ve Türk Milliyetçiliğine saldırmaya devam etmesi, kasıtlı değilse, çarpıtma, en azından bilgisizliktir. Gökalp sisteminde ‘mefkûre’6 (ülkü, ideal) kelimesinin önemli bir yeri vardır. O’na göre ‘mefkûreler tarihi hengâmelerden, içtimaî buhranlardan doğar’.

Burada geniş bir tahlile girmemiz mümkün değil, ama anlaşılır şekilde söylemek gerekirse, Gökalp’a göre, ‘millî ülkü’ler milliyetçiliğin çok önemli bir varlık ve yaşama sebebidir. Milletlerin gelecek telakkileri bu ülkülerde şekil bulur. İşte Turan fikri ve Turancılık mefkûresi de gelecek nesillere ‘galeyan'(çoşku) vermek için tasarlanmış bir fikirdir (mefkûre). Hani şu ‘büyük rüya’ cinsinden bir itici güç. Bunu ‘elde ok ve yay Orta Asya’yı fethe kalkışmak’ gibi bir saldırganlık temelinde ve karikatürize ederek takdim edenler, en hafif ifade ile büyük haksızlık yapmışlardır.

‘Din olgusundan kopukluk’ gibi saçma bir iddianın ise Gökalp’ta herhangi bir karşılığı yoktur. ‘Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak’ şeklinde formüle ettiği sistemi, ‘din adına hüküm verip (kanun koyup) toplumları yönetmeye cevaz7 vermediği için’ onu beğenmeyenlerin cılız, soyut ve anlamsız yakıştırmalarından biridir.

Çetinoğlu: Bu kanaatinizi destekleyen birkaç örnek verebilir misiniz?

Korkmaz: Yukarda adı geçen üçleme bir kitap adıdır. 1919’da yayımlanmıştır: ‘Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak.’ Gökalp’ın son ve Türkçülüğü sistemleştirdiği eseri ise 1923’de yayımlanmıştır: ‘Türkçülüğün Esasları’. Diğer eserleri ve makaleleri de pek tabiîdir ki dinî konuları ele aldığı bahislerle doludur. Doğrudan İslâm’la ilgili makaleleri de hâlâ kaynak olarak kullanılacak niteliktedir. Bence, itirazı olanlar Gökalp’ı okuyup iyice anladıktan sonra buldukları eksiklikleri, ‘İslâm’dan kopuklukları’ ve varsa başka itirazlarını müşahhas olarak ortaya koymak zorundadırlar.

İddiaların aksine, Gökalp sisteminin bütün alanlarında dinin, yani İslâm’ın özümsenmiş ilkeleri hayat bulmaktadır.

 

Önceki İçerikAllah ile Elçisi
Sonraki İçerikBayram Gibi Bayram Olsun
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.