Zihne Takılanlar  (1)

89

    – Gövdesi üstünde yükselen ağaçların belli bir uzamadan sonra, dal ve budaklarının; gövdesinin her tarafından eşit bir şekilde, göğe doğru kanatlanırcasına el açmaları. Gövdesinin her tarafını, çepeçevre kuşatmaları. Bu şekilde tam bir âhenk içinde, gövdenin her yanını kucaklamaları seyre değer bir manzara teşkil etmekte. Bakanları kendilerine meftûn eylemekte. Koni şeklinde veya toparlak olarak gövdeye sarılmaları. Sanki ağaca gelecek tehlikelere karşı, kendilerini fedaya hazır bir hâle getirmiş olmaları. Bakanları değil de, görenleri tefekküre gark etmekte. Bu İlahî manzara karşısında, insanı Allahıyla başbaşa bırakmanın, görevini yapmış olmanın hazzını, âdeta dal ve budaklar hissettirmekte.

     – Biz insanlar ne tuhafız! Sergilenen resimler karşısında hayranlığımızı dile getirir, takdirlerimizi sunar, ressamlarını öğdükçe öğeriz. Meselâ bir gül resmi karşısında heyecan duyar. Ressamın fırça darbeleri, renkleri seçişindeki isabet ve ustalıkları üstüne methiyeler sıralamaktan kendimizi alamaz! O hayran hayran seyrettiğimiz resmin rassamını yere göğe koyamazken! O gülün hakikîsini dalında gördüğümüz zaman, kılımız kıpırdamaz! Mis gibi kokusunu içimize çekerken, ipek gibi yapraklarında parmaklarımızı gezdirirken, hayret ve takdir duygularımız, dumura uğramış / körleşmişcesine hiç harekete geçmez! Yaratanın her yönüyle bu eşsiz san’atı karşısında -ne hikmetse- lâl ve dilsiz oluruz! Gül resmini ressama verirken, aslının Yaratıcısı karşısında; O’nun yaratılış harikasını, heyulâ ve hayâl bir tabiata vererek geçiştiririz! Gülün resmine pahâ biçemezken, aslı karşısında dut yemiş bülbüle döneriz! Evet insan bazen, gerçekler karşısında, kendisine yakışmayan tavırlar içine girdiğinin farkında değil!

     – Kaldırımlarda yürürken sık sık, ayakaltında sıralanan karınca yuvalarına rastlarız! O karıncalar ki, binbir emek mahsûlü olarak ortaya koydukları yuvalarına girip çıkmakta. O minnacık bedenleriyle, kıl gibi ince el ve ayaklarıyla, taş diplerinde veya toprak üstünden oyuklar açmakta. İçerdeki toprakları dışarıya taşıyıp yuvanın etrafında toprak yığınlarından setler teşkil ederek; sanki toprak içindeki yuvalarını emniyete almış olmaktadırlar! Bu kadar emek verdikleri yuvalarının; insanların yürüdükleri yollar üstünde olduklarını bilmemekte ve düşünmemektedirler! Her an bir insanın basmasıyla yüzlercesinin ezilecekleri ve yuvalarının başlarına yıkılacağını akıl edememektedirler! Bir tarafta kesif bir çalışma azmi, yorulmak bilmeyen bir gayret! Diğer yandan her an birinin basmasıyla başlarına yıkılacak yuva ve ezilerek ölecek sayısız karıncalar! Sanki karıncalar; akıl sahibi olmamızın ne büyük bir değer taşıdığını, bizlere idrak ettirip anlamamız için, bu yoğun çaba ve gayretleri göstererek, biz insanların akılları başlarına gelsin diye, kendilerini feda ediyorlar!

     – Ünlü bir yazardan, büyük bir sanatçıdan, meşhur bir siyaset adamından bir mektup, bir mesaj gelse; onu bir an önce okumak isteriz. Okuyana ve içindekilere muttali ve vakıf olana kadar geçen o birkaç dakika, bize ne kadar uzun gelir. İçindekileri ne kadar merak ederiz. Peki ya kâinatın Yaratanı, evrenin Sahibi olan Zâttan bir mektup, bir mesaj, bir duyuru gelse; ne kadar heyecanlanıp, bir an önce o mesaja muhatap olmak için, nasıl bir sabırsızlık göstermemiz gerektiği, şüphesiz her türlü izahtan vareste ve uzaktır. Eğer buna bigâne kalır, ağırdan alırsak, nasıl bir gaflet ve hiyanet içine düşeceğimiz mâlûm. Şayet böyle bir mesaja göz atmaz, kulak vermez ve anlamaya çalışmazsak; nelerden mahrum olup, nice sıkıntıların altında kalacağımızı, nasıl bir cezaya müstahak olacağımızı bir düşünelim. Nice hafakanlar altında kalacağımızı göz önüne getirelim.

     – Cenneti biliyor, varlığına inanıyoruz. Çünkü insanların en doğrusu olan Hz. Muhammed “Gördüm.” diyorsa, doğrudur. İnanırız. Biz de görmüş gibi oluruz. Böylece Cennet’in varlığına olan nazarî bilgimiz şuhudîleşir. Görünür bir hâle gelir. Hakkında artık hiçbir şüpheye yer bırakmaz. Zira O, yani Hz. Peygamber “Gördüm.” diyorsa doğrudur vesselâm.

     – Önce mânâ, sonra madde. Okumak mânâ, öğrendiğini yapmak maddedir. Madde, mânâdan sonra gelir. Yapmadan önce, karar almanın geldiği gibi. Evet, önce plân, program, sonra tatbik. Okumak her türlü maddî yapılaşmanın temeli ve potansiyeli. Onu gerçekleştirmek ise, onu kinetik enerjiye çevirmek, mücessem / görünür hâle getirmektir.

Önceki İçerikİyi Parti Kurultayından İzlenimlerim
Sonraki İçerikOsman Batur
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.