Öncelikle “zengin Müslüman” tabiri bana ait değil. Kendini tanımlarken Müslüman kimliğini ön plana çıkarmayan, hatta ibadet yaptığına dair bir emare görmediğimiz kişilerin bile Müslüman olmadığını söyleyemem. Bu kapsamda Tüsiad üyelerinin de bana göre (gayrimüslim olduğu bilinen birkaçı dışında) “zengin Müslüman” sayılması gerektiğini düşünürüm. Ancak bu kavramı kullananlar, kendini tanımlarken Müslüman olduğunu vurgulayan kesim. Daha çok “Yeşil Sermaye“, “Anadolu Kaplanları”, Müsiad üyeleri arasında yer alan ve siyaseten Ak Parti’yi destekleyen zenginler bu kavram içinde değerlendiriliyor.
Türkiye’de “zengin Müslüman” sayısının çoğaldığı, eskiden çevrede olan bu zümrenin, artık merkezde ciddi bir güç teşkil etmeye başladığı dikkat çekiyor. Sermayenin yaygınlaşması, Anadolu sermayesinin yurtiçi ve yurtdışında rekabet gücü kazanması, büyük ölçekli kuruluşların ortaya çıkması çok olumlu gelişmeler.
Müslüman burjuva olarak da tanımlanan yeni sınıf, bu statülerine geçişte hayat tarzlarını da değiştirmekte. Bu değişim kaçınılmaz bir gereklilik olarak algılanabildiği gibi, Müslüman’a yakışmayan bir tarz olarak da dile getirilmekte.
Bir yandan “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisini tekrarlarken, diğer yandan da asgari ücret fiyatına başörtüsü almak, beş veya yedi yıldızlı otellerde tatil yapmak, yüz binlerce liralık cipler kullanmak eleştiriliyor. Tam bu ortamda Müsiad‘ın kurucu başkanı Erol Yarar, cesur bir çıkış yaparak Müslüman burjuva sınıfının hayat tarzına dair görüşlerini ortaya koydu, sınırlarını çizdi:
“Bazı aşırılıkları gözlüyorum ama bir lokma bir hırka felsefesine de inanmam. Bu bize yutturulmuş bir zokadır! Allah verdiği nimetleri kullarının üzerinde görmek ister. Osmanlı padişahının giyimi Karacaoğlan gibi değil. Ölçü minimum giyinmekse İmamı Azam’ın giyimini nasıl izah edeceğiz? Evi Bağdat’ın en güzel eviydi. Zekâtımı veriyorsam İslam’da kimse niye böyle yapıyorsun deme hakkına sahip olmuyor. Malının tümünü infak etmeyi Allah’ın Resulü de izin vermiyor. Zannediyoruz ki adam zenginleştiği halde fakir hayatı yaşayacak. Öyle bir şey yok.”
“Müslüman zengin olsa da lüks yaşayamaz, israf edemez” diyen Mehmet Şevket Eygi ise, bu camiayı yakından tanıyan bir kişi olarak üzüntü ve ıstırap içinde. M. Şevket Eygi’ye göre, “Yüce İslâm dini ve Şeriatı lüks ve israfı yasak ve haram kılmıştır. Halkın bir kısmı patates, makarna, bulgur pilavı yiyemezken, Müslüman zenginlerin Nemrud ve Firavun gibi bir hayat sürmeleri övünülecek bir şey değil, iğrenç bir yüz karasıdır.”
Bu ifadelerden ve zengin sahabelerin var oluşundan İslam’da zengin olmanın değil, “lüks ve israfın haram” olduğu anlaşılıyor. Dini konuda bir hüküm verme ehliyetini kendimde görmediğim için meselenin dini boyutunu bu kadarla bırakacağım.
Ancak “zengin Müslüman” denilen bu kitlenin hayat tarzının İslami ölçüler dışına çıkması kadar toplumda yarattığı sosyal ve siyasi sonuçlarının tartışılması gerekiyor. Son mahalli seçimlerde Saadet Partisi’nin İstanbul Belediye Başkan adayı Mehmet Bekaroğlu‘nun kullandığı “başörtülü cip kullanamaz” tezi ve açıklamasına önem vermemek olmaz. “Bir tarafta yanında küçük çocuğu ile otobüs durağında buz gibi havada bekleyen bir anne var, diğer tarafta ise cipiyle son sürat yanından geçen başka bir başörtülü. Şehirde jip kullanmak insanlığa isyan etmektir.”
Saadet Partisi’nin bu ifadesi din menşeli olduğu kadar, “sosyal adalet” kavramı çerçevesinde yapılmış bir çıkıştı. Türedi ve görgüsüz zengin Müslüman kişilerin AKP’yi desteklediği anlatılıp, fakir Müslümanların sığınacağı kapı olarak Saadet Partisi gösterildi. Ancak bu konu kampanya sırasında yeterince anlatılamadı ve SP istediği oranda başarı sağlayamadı.
Türedi zenginlerin hayat tarzı ile beraber servetlerini edinme yolu da göz önünde tutulmalıdır. Önemli olan bu yeni Müslüman burjuva içinde başkalarının hakkını yiyerek, kamu malının talan edilmesi suretiyle edinilen servetler hangi orandadır?
Rahmetli Turgut Özal “ben zenginleri severim” demişti. Nedense her iktidara gelen zenginleri seviyor. Elbette zenginleri sevelim ama fakirleri sevmeden ne kâmil bir mümin olmak ve ne de devlet yöneticisi olmak mümkündür. Kendi yakınlarını inanılmaz servet ve güce kavuştururken, açlık sınırındaki kesimi sosyal yardımlarla bağımlı hale getirmek; bir günlük yemek parası kadar, göstermelik zekât dağıtarak kendini rahatlatan zengin Müslümanların tavrından farklı olmasa gerek.
M. Şevket Eygi’nin ifadesiyle “Bugün toplumumuz gırtlağına kadar eğriliğe batmıştır. Kokuşma korkunç boyutlara ulaşmıştır. Ülke, devlet, halk soyulmaktadır. Müslümanların bu gibi pisliklerden, haramlardan kesinlikle uzak durmaları gerekir.”
Zenginleşen Müslüman kendisi güzel ve konforlu bir hayat yaşarken, işçisinin hakkını tam ve gecikmeden vermeli, komşularının ve içinde yaşadığı toplumun hakkını gözetmeli. Böylece toplumda, gelir dağılımı açısından uçurumlar oluşması ve toplumsal çalkantıların, suç oranlarının artışı ve ahlaki zafiyetin artması gibi olumsuzlukları önleme yolunda faydalı olmalıdır. Aksi taktirde Ortaçağda zengin ve asillerin kaleler içinde yaşamaya mecbur olması gibi, kendilerini toplumdan soyutlayıp, kalın duvarlı, özel güvenlik tertibatlı villalara veya sitelere hapsetmek zorunda kalacaklardır.
Helal kazanılmış ve helal yollarda harcanan servetlerde başkalarının gözü olmaz.
Benim için “zengin Müslüman” kazancının önemli bölümünü toplumu ile paylaşabilen insandır.
Estetik ve kültürel gelişimini tamamlamış, milli kültürümüzü uluslararası arenada en güzel şekilde temsil eden, ortak vicdanımızın sesi olmuş, milletten kazandığını milletimizle paylaşan zenginler varsa ve hele de bunlar Müslüman’sa ben de bu kişileri çok severim, çok sayarım.