Mazide / geçmişte
nazarî / teorik ve soyut olan bir şey, müstakbel / istikbal ve gelecekte bedihî
/ apaçık, anlaşılır bir hâl ve durum almış olabilir.
Nitekim şöyle
tahakkuk etmiş / gerçekleşmiştir: Âlem, kâinat, evren ve dünyada istikmal meyli
/ kemale erme, gelişme ve olgunlaşma isteği vardır.
Onun ile âlemin
hilkati / kâinatın yaratılışı, tekâmül / gelişme kanununa tabi ve bağlıdır.
İnsan ise, kâinat
ağacının semeresi / meyvesidir.
Yine o ağacın
eczası / cüz ve parçalarından biridir. Böyle olduğu için, onda bile, istikmal meyli
/ kemale, olgunluğa erme isteği mevcuttur.
İşte bundan ötürü
insanda, bir terakki meyli / ilerleme ve yükselme isteği vardır.
Bu meyil ile,
fikirlerin telâhuku / birbirine eklenmesi gerçekleşir. Birbirlerine destek
vermeleri sağlanır. Bu gibi yardımlaşmalar sonunda tekâmül meyil ve isteği
gelişerek; neşvünema bulur / büyüyüp gelişir.
Fikirlerin
telâhuku / baş başa vermesi, birbirini desteklemesi ile temel esaslar; mükemmel
hâle gelerek inbisat eder / açılır ve genişler.
Bu güzel başlangıç
yani temel esasların olgunlaşması ise, kainat fenlerinin tohumlarını;
yaratılışın sulbünden, zamanın terbiye ettiği bir zemine bırakmakla aşılamada
bulunur. O tohumlar da, tedrici / kademeli tecrübeler ile büyür gelişir.
Bundan dolayı bu
zamanda herkesçe bilinen ve sıradan ilimler arasına giren pek çok meseleler
var. Geçmişte gayet teorik, gizli ve delile muhtaç idiler. Çünkü görüyoruz şu anda
Coğrafya, Kozmoğrafya / Astronomi, Kimya ve Mühendislikle alâkalı nice
meseleler var ki, gerekli alt yapı ve vasıtaların tekemmülü / olgunlaşması ve
fikirlerin birbirini aşılamasının yaptığı keşiflerle; bu zamanın çocukları için
bile, artık meçhul / bilinmez ve gizli tarafı kalmamıştır. Belki oyuncak gibi
onlar ile oynuyorlar.
Halbuki, İbni Sina
ve emsaline / benzerlerine nazarî / teorik ve gizli kalmışlardır. Oysa,
hikmetin pederi ve üstadı hükmünde olan
İbni Sina; zekâsının keskinliği, fikrinin kuvveti, bilgisinin kemâli ve
meseleleri çözümleme kapasitesi noktasında; bu zamanın yüzlerce hükema / hakîm
ve filozof ve bilim adamlarıyla muvazene olunsa / karşılaştırılsa, İbni Sina
hepsine karşı tercih edilecek, onların hepsine karşı üstün ve yüksek tutulacaktır.
Nitekim, bu
mahiyet ve ilimdeki bu keyfiyeti sebebiyle, İbni Sina’nın “Tıpta Kanun” kitabı,
asırlarca Batı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulup durmuştur.
Bu bakımdan
noksaniyet / noksanlık, İbni Sina’da değil. Çünkü o ibni zamandır / kendi
zamanının çocuğudur. Onu nakıs / noksan ve eksik bırakan, zamanın noksaniyeti
idi. Yoksa O, kendi zamanının dâhisiydi. Kaldı ki, İbni Sina’yı zamanının
zirvesine çıkaran bilgiler; bugün ortaokul talebelerinin sıradan bildikleri
şeyler arasındadır.
X
Şu hakikat ve
gerçeği de, nazarı dikkate almak lâzımdır:
Mesail / meseleler
iki kısımdır: Birisine fikirlerin telâhuku / fikirlerin birbirine katılımı ve
eklenmesi tesir eder. Belki ona mütevakkıf / bağlıdır.
Nasıl ki, maddiyatta
büyük bir taşı kaldırmak için, teavün / yardımlaşma gereklidir.
Diğer kısımda,
esas itibariyle telâhuk / birbirine katılım ve teavün / yardımlaşma tesirsiz ve
etkisizdir. Bin de, bir de birdir. Nasıl ki, bir uçurumdan atlamak veyahut dar
bir yerden geçmekte insanların tamamı ve
fert olarak her biri, birdir. Teavün / yardımlaşma fayda vermez.
Bu kıyasa binaen /
dayanarak fünun / fenlerin bir kısmı, büyük taşın kaldırılması gibi teavüne /
yardımlaşmaya muhtaçtır. Bunların ekseri / çoğu, maddî ilimlerdendir. Diğer bir
kısmı ikinci misale / örneğe benzer.
Tekemmülü /
tamamlanması def’î / birden yahut buna benzer bir şekilde olur. Bunun çoğu
maneviyat veya ilâhiyat ilimlerinde söz konusudur. Lâkin, her ne kadar efkârın
telâhuku / fikirlerin birbirine katılımı; bu ikinci kısmın mahiyetini tağyir
etmez / değiştirmez, tekmil etmez/ olgunlaştırmaz ve tezyit etmez / artırmaz
ise de, bürhan ve delillerin mesleklerine kuvvet verir, açıklık ve görünürlük
kazandırır.
Hem de nazarı
dikkate almak lâzımdır ki: Kim bir şeyde çok tevaggul etse / meşgul olsa,
galiben / bu durum onun çoğu kere, başka şeyde gabileşmesine / yabancılaşmasına
sebebiyet verir. Bu sırra binaendir ki, maddiyatta tevaggul eden / çok meşgul
olan, maneviyatta gabileşir / yabancılaşır ve sathî olur / yüzeysel kalır.
Bu noktaya
nazaran, maddiyatta mahareti olanın; maneviyatta hükmü hüccet / delil olmasına
sebep olmadığı gibi, çok defa sözü dahi şayanı istima / dinlenilmeye lâyık
değildir.
Kezalik / bunun
gibi, tamamen hakikat ve soyut gerçekler olan maneviyatta; maddiyyunun / maddî
ilimlerle meşgul olanların hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek,
âdeta Rabbanî lâtife denilen kalbin sektesini ve nuranî bir cevher olan aklın
sekeratını ilân etmek demektir.
Evet, her şeyi
maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise, maneviyatta kördür.