YUSUF AKÇURA ve Rusya Türklüğü

389

Kazan Türklerinden yazar, târihçi ve siyâsetci sıfatları olan Türk milliyetçisi Yusuf Akçura (1876-1935); Türkiye’de Kuleli Askerî Lisesi, Kara Harp Okulu ve Harp Akademisi’nden, Fransa’da Pâris Üniversitesi Siyâsî Bilgiler Fakültesi’nden diploma almıştır. Türk Târih Kurumu ve Türk Ocakları’nın kurucularındandır.  ‘Dilde, işte, fikirde birlik’ sloganı ile bütün Türkleri birleşmeye dâvet eden Gaspıralı İsmâil Bey’in (1851-1914) teyzezadesidir.

Yusuf Akçura’nın kısa hayat hikâyesi: Moskova’nın doğusundaki Ulyanovsk’ta (eski adıyla Simbir) dünyâya geldi. Kazan’a göç etmiş Kırım Türkleri’nden aristokrat bir ailenin mensubu idi. Babası çuha fabrikası sâhibi fabrikatör Hasan Bey’dir. 2 yaşında iken babası vefat etti. Annesi ile birlikte yedi yaşında iken İstanbul’a göç etti. Annesi, İstanbul’da Dağıstanlı Osman Bey ile evlendi. Harp Okulu’nun 2. sınıfında iken Türkçülük hareketlerine katılmaktan dolayı 45 gün cezâ aldı. Erkân-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan sonra askerî mahkeme tarafından müebbet olarak Fizan’a sürgün edildi ve askerlikten uzaklaştırıldı. İttihat ve Terakki Partisi’nin teşebbüsü ile şehir içinde serbest dolaşma izni aldı ve kendisine bazı resmî görevler verildi. Kendisiyle birlikte sürgün edilmiş olan Ahmet Ferit Bey (Tek) ile Fransa’ya kaçtı. İstanbul’a dönmesi yasak olduğu için 1903 yılında amcasının yanına Kazan’a gitti, öğretmenlik yaptı, gazetelerde yazılar yazdı. Türkçülük fikrini yaymak maksadıyla ‘Kazan Muhbiri Gazetesi’ni çıkardı. Gaspıralı İsmail Bey, Alimerdan Bey, Abdürreşit Kadı İbrahimof gibi Türkçülerle birlikte 1905’te ‘Rusya Müslümanları İttifakı’ adında bir parti kurdu. Kuzey Türkleri bu parti sâyesinde ilk defa Rus meclisine temsilci gönderdi. Tevkif edilmek için arandığı sırada Osmanlı Devleti’nde İkinci Meşrutiyet ve yurt dışına sürgün edilenler için af ilân edilince İstanbul’a döndü.  Darülfünun’da ve Mülkiye Mektebi’nde târih dersleri verdi. Bütün ısrarlara rağmen İttihat ve Terakki Partisi’ne girmedi. Türk Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Dernek kapatılınca Türk Yurdu Derneği kuruldu. Derneğin yayın organı olan Türk Yurdu Dergisi’nde 17 yıl boyunca idâreci olarak çalıştı. Yusuf Akçura, Rusya’daki Türklerin haklarını korumak için de siyasî organizasyonlar tertipledi. 1920’de Millî Mücâdele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. 1923 yılında İstanbul mebusu seçildi. 1933 yılında profesör oldu. Kars Milletvekili iken kalp krizinden vefat etti.

Yayınlanmış eserlerinden bâzıları: Türkçülüğün Târihi (Ötüken Neşriyat), Üç Tarz-ı Siyâset (Kırmızı Kedi), Muâsır Avrupa’da Siyâsî ve İçtimâî Fikirler ve Fikrî Cereyanlar (Yeni Zamanlar Yayınları), Mektuplarla Suriye Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm (İşâret Yayınları), Müverrih Leon Cahun ve Muallim Barthol’a Göre Cengiz Han (Ötüken Neşriyat), Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri (Akçağ Yayınları), Türk Cerman ve Slavların Münâsebetleri Târihi (Dönem Yayıncılık), Siyâset ve İktisat (Sinemis Yayınları), Şark Meselesi (Kaynak Yayınları), Türk Devriminin Programı (Kaynak Yayınları), Zamanımız Avrupa Siyâsî Târihi Ötüken Neşriyat). 

Ahmet Kanlıdere’nin telif ettiği 17,5 X 24 santim ölçülerinde sert kapaklı cilt içinde 448 sayfalık ‘Yusuf Akçura ve Rusya Türklüğü’ isimli eserin mündericatı:

Akçura’nın Ailevi Kökenleri, Askerî Rüştiye, Kuleli ve Harbiye Yılları, Paris Yılları, Rusya’ya Dönüşü, Verâset Meseleleri ve Fabrikadaki İşi, Muhammediye Medresesindeki Muallimliği, Siyâsî Faaliyetlere Girişi, Ufa’daki Ulema Kongresi, Rusya Müslümanlarının Birinci Kongresi, Kazan Muhbiri Gazetesinin Çıkışı, 1905 Devrimi ve Hareketli Günler, Kazan Vilâyet Hapishanesinde, Duma’da Müslüman Grubu, Rusya Müslümanlarının Üçüncü Kongresi, Sadri Maksudî ile Dostluğu, Rus Kızı ‘Nihal’ ile Tanışması ve İlk Evliliği, Sıkıntılı Zamanlar, Stolıpin Darbesi, Moskova, Litvanya ve Polonya Seyahati, İstanbul’a Gelişi, Moskova ve Petersburg Gezisi, Balkan Savaşı, Cihan Harbi ve Hâriçteki Türkler, Rusya’ya Son Seyahati, Mütâreke Yılları: Turan İdeali Nasıl Hayal Oldu?, Yusuf Akçura ve Ziynetullah Nevşirvan, Türk Yılı 1928 Pan-Türkizmin Son Sözü mü? Atatürk ve Akçura, Son Yılları, İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçura, Türklük Fikrinin Doğuşu, Pan-Slavizm, Türkler ve Ruslar, Eğitim Reformu, Akçura’nın İslâm Anlayışı, Dinî Islahatçılık, Kadın Meselesi, İktisâdî Materyalizm, Üç Tarz-ı Siyasetin Yayımlanma Serüveni,  Osmanlılık, İslmlık, Türklük, Osmanlıcı – Türkçü Münâzarası, Şark Meselesi, İslâm Dünyâsı’ndaki Komünist Hareketler: Mazdekîlik, Bâbekîlik ve Alevîlik, Târih-i Siyâsî: Yakın Çağ Avrupa Taârihi. Târih Yazıcılığı ve Osmanlı Târihi, Biyografi Yazıları ve Kitap Kritikleri.

Eserin sonundaki 385-398. sayfalar Frenklerin ‘İndeks’ olarak andıkları ‘Dizin’ hizmetine tahsis edilmiştir. Kuşe kâğıda renkli olarak basılmış 401-448. sayfalarda Yusuf Akçura ile alâkalı fotoğraflar bulunmaktadır.

Eserden tadımlık bir bölüm:

Yusuf Akçura’nın İslâm Anlayışı

Akçura, çocukluğunda muhafazakâr bir ortamda yetişmiştir. Yıllar sonra arkadaşına gönderdiği bir mektubunda bu durumu şu sözlerle anlatır: ‘Ben validemin İstanbul’da çarşı pazarda gezerken bir parçacık saçı gözükse kıyâmetler koparırdım.’ Rüştiyede okurken dinî münâzaralara meraklı olduğunu, hattâ Rum çocuklarıyla dinî konularda; kıyasıya tartışmalar yaptığını biliyoruz.  1888’de annesiyle birlikte Kazan taraflarına yaptıkları seyahatini anlatırken annesinin Fahreddin Hazret adında; âmâ bir şeyhe bağlı (mürit) olduğundan söz eder. Turlata adındaki bir köyde yaşayan bu şeyhin evi yöre halkı için bir çekim merkezidir. Başkurtların İslâm’la pek alâkası olmayan eski gelenekleri üzere yaşadıklarını, inançlar sağlam olsa da amellerinin zayıf olduğunu, köydeki câmiye gireni pek görmediğini, Rus göçmenleri yüzünden Başkurtlar arasında içki alışkanlığını yaygınlaştığını öğrendiğinde çok üzülür.  Hıristiyanlığı kabul etmek mecbûriyetinde kalan fakat içten Müslümanlığını ve İslâmî ibâdetlerini devam ettiren Kazan Türkleriyle karşılaşır. Onların Müslüman olarak yazılmak istedikleri halde Çarlık hükümetinin buna resmen izin vermediğini duyunca müthiş bir kızgınlık duyar. Kasım şehrinde akrabalarını ziyâret ettikleri sırada Rus himâyesine giren hanlık mensuplarının Kazan Hanlığı’nın ele geçirilmesinde Ruslara hizmet ettiklerini okuduğunda fenâ halde canı sıkılır. ‘Euzibillah’ diyerek derin nefret duydum ve tel’in ettim’ der. Han çocuklarından birinin Rusluk ve Hıristiyanlık ruhunda yetiştirilmek üzere papazların eline teslim edildiğini öğrendiğinde Ruslara karşı nefreti bir kat daha artar.

Lise yıllarındaki dindarlığını şu sözlerle ifâde eder: ‘Daha pek genç, henüz lise talebesi iken, Litvanya Müslümanları hakkında ilk mâlûmâtı almıştım. İnsan çocukluktan kurtulmakta iken hayatın çirkin hakîkatlerinden ziyâde muhabbeti, o sonsuz ve ilâhî zevki, hayâli zevki duymaya başlar. Ben de öyle bir çağımda idim. Din ve millet ideallerini yeni öğrenmiş gençliğimin bütün şevk ve heyecanıyla, dinime, milletime mensup olanları candan seven, fedâkâr bir muhabbet duymaya başlamıştım.’

…………..

Onu Paris yıllarından tanıyan Sadri Maksudî de: ‘Bu devirde Akçura Paskal gibi dindardı’ demiştir. Akçura bu dönemde kaleme aldığı yazılarını dindarâne üslûpla yazar. 1906’da Kazan Vilâyet Hapishânesinde iken, Cuma günleri Müslüman arkadaşlarıyla beraber ibâdet eder. Cuma günü imamın vaazını dinlerken, imamın okuduğu bir sûrenin kendisini son derece duygulandırdığını, Kur’an âyetlerini duymaktan anlatılması mümkün olmayan bir semâvî zevk duyduğunu söyler.

Rusya dönemindeki yazılarında dinî söylemin öne çıktığı dikkati çekmektedir. Meselâ, toprak meselesiyle ilgili olarak: ‘Eğer meselenin çözümlenme şekli şeriata aykırı olursa Allah indinde bunun hesabını verecek olan ulemâdır’ der. Bir başka yerde ‘mebuslarımızın kararları şeriata ve millî menfaatlerimize uygun mudur?’ diye sorar. Kurban Bayramı ve Hac ibâdeti hakkında yazdıkları ise tam bir dindar Müslümanın duygularını yansıtır: ‘Bu mübârek günde Harem-i Şerifte getirilen tekbirlere bütün Âlem-i İslâm yine tekbir ile cevap veriyor. Bu sedâ ile bütün Âlem-i İslâm bugün birleşiyor. Oh, ne kadar yüce manzara! Ne kadar mukaddes din! Ne kadar kuvvetli bir nizam, bir râbıta!’

Akçura 1913’te Kudüs ziyâretinden sonra Hicaz’a gidip hac ibâdetini yerine getirir. Fakat bu sırada gördükleri, imânını artıracak yerde onu dinden uzaklaştırır. Onu Mekke’den dönüşü sırasında gören Ahmed Ferid: ‘Hicaz’da şâhit olduğu maddî Arap hayatı ona seccadesini ve namazını kaybettirmişti’ der.

Ne olursa olsun, yazılarında İslâm dini hakkında dâima hürmetkâr bir dil kullandığı, hattâ birçok yazısında samîmi dindar bir Müslüman tavrıyla yazdığı görülür. Meselâ, 1913’te, Kurban Bayramı vesilesiyle kaleme aldığı bir yazısında bayramların milletin yaşamasında son derece önemli olduğunu vurgular: İnsanların birbirlerine sokulmak ihtiyaçları olduğunu, bayramların da bu ihtiyacı karşıladığını, bayramlardaki musâfaha sâyesinde en çözülmez zannedilen düşmanlık düğümlerinin eriyiverdiğini, bayramların cemiyet makinasının yağı gibi olduğunu söyler. Bununla ilgili bir hâtırasını da aktarır:

“On-on beş yıllık mecbûrî bir kayboluştan sonra İstanbul’a geldiğim zaman birçok iyi şeyler gibi Türk toplumunda bayramın da uçup gitmiş olduğunu gördüm: Hürmet beslediğim bir zâtın elini öpmek için bayramın ilk günü konağına gitmiştim: ‘Evde yok, avda’ dediler! Bir refîk-i sanatımın hânesinden: ‘Yalova’da’ cevabını aldım. Diğer birisi ise mutlak olarak ‘evde yok’ idi. İstanbul’un münevverülfikir sayılanları bayramdan kaçıyorlar demekti. Ve buna içim çok sızladı: ‘Bir toplumun en güçlü bağları böyle çözülmüş olursa o toplum nasıl yaşayabilir?’ diyordum.’

Arka kapak yazısından bir bölüm:

Akçura hakkında birçok eser ve makale yazılmış olsa da Rusya döneminde yazdıklarının çok azı incelenmiştir. Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere, Akçura’nın (Ahmed Ferid’e, Müfide Hanım’a ve diğer bazı dostlarına gönderdiği) mektupları ve tebrik kartlarını okumak gibi zahmetli bir işi üstlenmiş, onun Rusya’dayken yazdıklarını tespit ve tahlil etmenin yanında, mektuplardaki bilgileri gün ışığına çıkarmıştır. Bu mektuplar, başka yerde bulamayacağımız birçok bilgiyi, samîmi itirafları, iç dünyasında yaşadığı çatışmaları ‘makyajsız bir şekilde’ ortaya koymakta, çağdaşlarıyla olan ilişkilerine, hayatındaki bazı karanlık noktalara ışık tutmakta ve fikrî gelişiminin anlaşılmasına yardım etmektedir. Bu yeni bilgi ve belgeler sâyesinde bâzı düşünce yanlışları da tashih etmek mümkün olmaktadır. Kısacası, bu eser, Yusuf Akçura’nın Rusya’daki faaliyetlerini ve Kuzey Türklüğü hakkındaki çözümlemelerini derinlemesine anlamak için bir başucu kitabı olmayı hak etmektedir.

Prof. Dr. Ahmet KANLIDERE: 1982’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeniçağ Târihi Kürsüsü’nden mezun oldu. 1983’te Boğaziçi Üniversitesinde başladığı yüksek lisans eğimini Marmara Üniversitesi Târih Bölümü’nde tamamladı. 1988-1996 yıllarında M. Phil. ve doktorasını New York’ta, Columbia Üniversitesi Orta Asya Araştırmaları Ana Bilim Dalında yaptı. Yurda döndükten ve dört yıl Marmara Üniversitesinde çalıştıktan sonra 1999-2000 eğitim-öğretim yılında Kazakistan’daki Ahmed Yesevi Üniversitesi’nin Çimkent şubesinde dersler verdi. 2004-2007 arasında Taşkent’te kültür müşâviri olarak görev yaptıktan sonra Marmara Üniversitesine döndü ve 2009’da profesör oldu. 2016-2018 arasında Târih Bölümü başkanlığını yürüttü. Hâlen aynı üniversitede Genel Türk Târihi Ana Bilim Dalı başkanı olarak görevine devam etmektedir. Başlıca eserleri: Reform within İslâm: The Tajdid and Jadid Movement among the Kazan Tatars (1809-1917) (1997); Kadimle Cedit Arasında: Musa Cârullah (2005); Orta Asya Türk Târihi (ed.) (2011); 19. Yüzyıl Türk Dünyası, ed. (2013); Çağdaş Türk Dünyası, ed. (İ. Kemaloğlu ile birlikte (2014); Sosyalizmden Türkçülüğe Kazanlı Ayaz İshakî (1878- 1954) (2019); Yusuf Akçura, Damolla Âlimcan el-Barudî Tercüme-i Hâli, haz., (2019); Ötüken’den Kırım’a Türk Dünyası Kültür Târihi, ed. İ. Kemaloğlu ile birlikte (2020); Doğu ve Batı Arasında Bir Tatar Mollası: Zahir Bigi’nin Hayatı, Romanları ve Seyahatnâmesi (2021); İdil-Ural ve Türkistan’da Fikir Hareketleri: Dinî Islahçılık ve Ceditçilik (2021); Muallim, Muharrir, Müverrih: Yusuf Akçura (2022); Rusya’daki Türk Esirlerin Kurtarıcısı, Hilâl-i Ahmer Temsilcisi: Yusuf Akçura (2023). 

DERKENAR

KAZAN HANLIĞI

Kazan Hanlığı; 1437 yılında Uluğ Muhammed Han (1405-1445) tarafından kuruldu. O; Altın Orda Hanlığı (1241-1502) hanı iken Küçük Muhammed Han’ın silâhlı darbesi karşısında tutunamayınca Kırım’a gitti. Orada da tutunamayacağını anlayınca, ordusu ve taraftarlarıyla birlikte günümüzde Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Muhtar Cumhuriyeti adıyla anılan topraklarına yerleşti. Burada kısa zamanda gelişerek ve güçlenerek; 750.000 km2’lik alana hükmetti. Günümüzdeki Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Udmurt ve Mari muhtar ülkeleri hâkimiyeti altında idi. Ayrıca Çarlık Rusyası’nın çekirdeğini teşkil eden Moskova Kinezliği’ni de vesâyeti altına almıştı. Kendisini Altın Orda Hanı olarak görerek, Altın Orda toprakları ile Kinezlikleri de idâresi altına almayı planlamıştı.

İlk adım olarak 1439’da büyük bir ordu ile Moskova kapılarına kadar dayandı, 1444’de tekrar harekete geçerek, 7 Haziran 1445’de Suzdal civarında meydana gelen meydan savaşında büyük bir zafer kazandı. Esir edilen Vasiliy, bütün şartları kabul ederek esâretten kurtulabildi Moskova’nın durumunu ve tazminat işlerini kontrol için Vasiliy ile birlikte 500 Kazanlı memurunu Moskova’ya gönderdi. Bölgenin en stratejik mevkii olan toprakları oğlu Kasım’a vererek Kasım Hanlığı’nı kurdu.  Böylece Rusya’yı kontrol ve gerektiğinde işgal etme imkânını elde etti.

Uluğ Muhammed Han’ın 1445 yılındaki son seferinden dönüşünde, 40 yaşında iken âniden ölmesi üzerine Altın Orda’nın diğer bölgelerini birleştirme tasavvuru gerçekleşmedi. Ondan sonra tahta geçen ve 1445 yılından 1462 yılına kadar Hanlığı yöneten Mahmûd ve 1462’den 1467 yılına kadar hükümdâr  olan  Halil Han  zamanında Moskova ve diğer komşularla münasebetin, normal şartlar altında devam ettiği anlaşılıyor.

 1467 yılından sonra gelen hükümdarlar Uluğ Muhammed Han’ın mücâdeleci ve savaşçı ruhunu devam ettiremediler. 1552’de Kazan, 1556’da Astrahan, 1582’de Sibir hanlıkları 1604’de Sibirya’nın tamamı, 1628’de Yenisey, 1681’de Kasım hanlıkları, 1731’ke Kazakistan’ın bir bölgesi, 1783’te Kırım Hanlığı, 1859’da Kuzey Kafkasya, 1865’te Taşkent, 1868’de Buhara, 1873’te Hive, 1876’da Hokant Hanlıkları, 1884’de Türkmenistan, 1920’de Azerbaycan Rus İmparatorluğu tarafından işgal ve ilhak edildi. Böylece Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği kuruldu Rusya Türklüğü kavramı oluştu.  

Önceki İçerikToplum Düşmanlığı ve Sözde Dosttan Gelen Saldırılar
Sonraki İçerikÜretmek veya Üretmemek, İşte Asıl mesele Bu!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.